Son zamanlarda gittikçe daha fazla duyuyorum bazı sözleri... Bunlardan biri ‘Carpe Diem’. ‘Hayatı yakala’ ya da ‘an’ı yaşa’ anlamlarında kullanılan bir söz. Ne çok kadının sosyal medya hesaplarında motto gibi kullanılıyor. ‘Yüreğinin götürdüğü yere git’ ya da ‘hayat bir gündür, o da bugündür’ gibi sözler de var. Bana ilginç gelen, bu sözleri söyleyenlerin çoğunun pek öyle ‘an’ı yaşayan, kafasına göre takılan, bir anda bütün hayatını değiştirip maceralara atılan insanlar olmaması... Hatta tam aksine, olur olmaz şeylerden sorun çıkartan, ele güne kafayı takıp dertlenen, üstüne vazife olmayan her şeyle uğraşıp kendisini unutan insanlar var içlerinde... Belki de içimizde kalan, hiç gerçekleştiremeyecek olsak da bize büyülü gelen bir şey. Belki yalnızca bir özlemi dile getiriyor. Değil gününü yaşamak, ‘an’ın tadını çıkartmak, yarını boş vermek filan, en keyifli tatilde bile yemeğin bilmemnesine takıp sorun çıkartanlar var ‘carpe diem’ mottosu yazıp duran arkadaşlarımın arasında...
Kim bilir belki de insan belli bir yaşa gelince artık en azından gençlere ‘hayatını yaşa, fazla dert etme her şeyi’ demek istiyor. Carpe diem, aslında Horatius’un bir şiirinde geçer. ‘Biz daha burada konuşurken, zaman uçup gitmiş olacak, günü yakala, yarın da gelip geçecek çünkü, dün olacak...’ der. Hazcı felsefenin bir terimi gibi anlaşılır daha çok ama örneğin çok daha sonraları Byron’ın kullanacağı anlamıyla, hayatı boş kaygılarla geçirmek yerine anlamlı ve güzel yaşamak şeklinde de anlaşılabilir. Ünlü ‘Ölü Ozanlar Derneği’ filmini hatırlarsınız. Orada unutulmaz öğretmen tiplemesinde Robin Williams, bir derste öğrencilerine carpe diem’i hatırlatıyordu. Okuttuğu şiir de, ‘Henüz vakit varken tomurcuklarını topla/ Zaman hala uçup gidiyor/ Ve bugün gülümseyen bu çiçek yarın ölmüş olacak...’tı. Sonra öğrencilerine, geçmişte kendileri gibi pek çok genç insanın hayata sonsuz umutlarla başladığını, pek çok şeyi başaracağına inandığını ama şimdi hepsinin çoktan çiçeklere gübre olduğunu söyler ve şöyle der: “Carpe, carpe diem. ‘An’ı yaşayın ve hayatınızı olağandışı kılın...”
‘An’ı yaşamak ve hayatı olağandışı kılmak... Elbette pek çoğumuzun istediği ama başaramadığı bir şey. Felsefenin en temel tartışma konularından biri aslında... Yalnızca kurulu düzen açısından değil, hayatın gerçek anlamının ne olduğu sorusu... Elimizde bilinmeyen bir süre varken, yarın ne olacağımızı hiçbirimiz tam olarak bilemezken pek de mutlu olmadığımız bir hayatı sürdürmeye çalışmak mı doğrudur yoksa istediği gibi yaşayıp pek çok riski göze almak mı?
Elbette günümüzdeki tartışma biraz daha farklı. Aslında ‘Ferrari’sini satan bilge’ misali, fazla risk almadan bütün hayatını değiştirebilecek olanlar tartışıyor konuyu. Yoksa, çoluk çocuk bir yanda, iş güç bir yanda, toplumsal düzenin normları bir yanda, aile, geçmiş ve kişisel durum bir yanda sizi belirlemişken yüreğinin götürdüğü yere gitmek pek o kadar kolay değil. Bu konuyu oldukça ciddiye alıp sıkça dile getiren bir arkadaşımız vardı. Bir gün kocası ondan ayrılıp yeni bir sevgili buldu. Arkadaşımız kıyametleri kopardı elbette ve ‘Meğer ne yanılmışım, hayatımı bir alçakla geçirmişim’ gibi şeyler yazmaya başladı eskiden ‘carpe diem’ yazdığı sosyal medya sayfasına... “İyi ama yüreğinin götürdüğü yere git deyip duran sen değil miydin? Adam da öyle yapmış, şimdi niye kızıyorsun?” diyemedik tabii kendisine... Ayrıca insanın, yüreğini dinleyerek gideceği her yer de gerçekten beklediği yer olmayabilir...
Bir arkadaşım bu konuyu tartışırken, karısına dönüp, “Yahu ne yüreğinin götürdüğü yeri, sen beni arkadaşlarımla maça göndermiyorsun...” deyiverdi örneğin. Bir başka arkadaşımız daha gerçekçi çıktı ve bu felsefik tartışmayı pek manasız bulduğunu şu sözlerle anlattı: “Yarın çocuklardan biri öğleden sonra okuldan alınacak, öteki akşamüstü kursa gidecek, ben işten çıkıp bu ikisine yetişmek için tam 1.5 saat araba kullanacağım. Yeni aldığımız evin taksitleri altı yıl sonra bitiyor, bu arada çocuklar büyüyüp üniversiteye başlayacaklar, onların geleceğini düşünmekteyim, o yüzden carpe mi diyem, ne diyem bilemedim...”
Evet şairane sözleri seviyoruz ama hayatı fazla ciddiye almamak, gelecek planları yaparken yalnızca kendi zevkimize göre tasarlamak o kadar kolay değil. Eğer imkanınız varsa ya da bazen hayatın sizi getirdiği bir noktada ister istemez yeniden başlamak zorunda kaldıysanız gerçekten de bundan sonra ne yapmak istediğinizi yeniden düşünüp bir şeylere başlayabilirsiniz. Ve belki tamamen hazcı felsefenin kullandığı anlamda değil de, bu sözleri, günlük hayatımızın içine farklı bir biçimde taşıyabiliriz. Hayatın içindeki küçük, gereksiz ayrıntıları takmayarak, elimizde olmayan, değiştiremeyeceğimiz konuları dert edinmeyerek, bazı şeyleri belki de görmezden gelerek, kendimize ve gerçekte ne istediğimize daha fazla odaklanıp kendi özel yanlarımızı geliştirerek aslında yaşadığımız hayatı daha anlamlı kılabiliriz. Hayatınızı olağandışı kılmak birdenbire her şeyi altüst etmek, bir anda olmadık maceralara kalkışmak yerine her gününüze farklı bir gözle bakabilmek anlamına da gelebilir. Her gününüze ama aslında kendinize farklı bir gözle bakabilmek ve belki de başkalarına da kendinizi, onların istediği değil de sizin istediğiniz şekilde anlatabilmek...
Bizi gerçekten heyecanlandıran, bize gerçekten mutluluk veren, zaman elimizden kayıp gitmeden bizi bu hayatta farklı kılan şeyleri bulup hayatımızı biraz daha anlamlı hale getirebiliriz. Çünkü gerçekten de değerli olan tek şey zamandır.