Prematüre bebekler kahraman anneler

17 Kasım Dünya Prematüre Günü. Biz de 670, 700 ve 1700 gram doğan üç minik savaşçı ve güçlü anneleriyle bir araya geldik.

Prematüre bebekler kahraman anneler

Yazı: Filiz Şeref

Dünyada ve Türkiye’de hamileliklerin yüzde 10’unun prematüre doğum ile sonuçlandığı biliniyor. Normalde 37 haftadan önce doğan bebekler prematüre kategorisine giriyor. 32-35 hafta arası orta derecede prematüre, 24-32 hafta arası ise ileri derecede prematüre oluyor. Hafta küçüldükçe ve bebeğin geçirdiği komplikasyonlara bağlı olarak bebeğin hastanede kalma süresi artabiliyor. Ancak yoğun bakım ünitesi ve yenidoğan uzmanı olan hastanelerde sınır olan 24’üncü haftadan sonra doğan bebeklerin yaşama şansı sanıldığı kadar düşük olmayabiliyor. Elbette bakımları çok hassas, hastane süresince ve özellikle eve çıktıktan sonraki iki yıl boyunca çok büyük özen ve dikkat gerektiriyor... 17 Kasım Dünya Prematüre Günü. Biz de 670, 700 ve 1700 gram doğan üç minik savaşçı ve güçlü anneleriyle bir araya geldik.

SEÇİL-DURU FİDA
Üçüncüsü 12-14 Aralık’ta yapılacak olan IBS Anne Bebek Çocuk Festivali’nin Genel Müdürü Seçil Fida’nın 30 hafta bitiminde 1700 gr doğan bebeği Duru, şu anda yedi yaşında ve harika resimler yapıyor. Fida, aslında hamileliğinin başından itibaren özel bir dönem yaşamış. Çünkü Duru hem tüp bebek hem de hamileliğin başından itibaren erken doğum ihtimali hep varmış…
“Hamilelik, benim hikayemdeki en zor kısımdı açıkçası. Çünkü Duru tüp bebek. Şanslıyız ki, ilk seferde başarılı olduk. Sonraki süreçte ise hep erken doğum ihtimali vardı ve hep dikkat etmem gerekiyordu. 24’üncü haftada doğum tetiklenmişti, bu yüzden 24-30 haftalar arası hiç kalkmadan yatmak durumunda kaldım. 30’uncu hafta bittiğinde Duru artık dayanamadı ve benim her konudaki erkenci kızım, erkenden gelmeye karar verdi. Suyum geldi ve doğum başladı. Ultrasonda bakıldığında ‘bir kilo doğacak ve ne olacağını bilmiyoruz’ dediler. Bu yüzden de ailemize bile haber vermedik. Bebek travmaya girmesin diye de sezaryenle almaya karar verdiler. Hastanede toplamda 14 gün kaldık. Ancak çok şükür ki, erken doğumun çok riskli belirtilerini yaşamadık. Sadece emme güdüsü olmuyormuş o hafta, onun için boruyla beslendi. Şanslıydım sütüm de geldi. Sütü içtikçe, hızla kuvvetlenmeye başladı Duru. Bu süreçte benden daha fazla eşim sarsıldı aslında. Erkekler olayı kontrol edemediklerinde çok panik oluyorlar. Orçun’a sakinleştirici verdiler, en çok onu telkin ettiler... Erken doğan bebeği 36’ya gelmeden sigorta yapmıyorlardı o zaman. ‘Bir görelim bakalım, 36 haftaya kadar neler olacak?’ diyorlardı. Bu da tabii eşimde ayrı bir travma yarattı.
Ben yaşadıklarımdan sonra inancınızı da moralinizi de yüksek tutun diyorum herkese. Gerçekten çocuk çok güçlü bir şey ve mucizevi bir durum. Sonraki dönemi de hep güzel hatırlıyorum.

Her şeye ara verdim
Hayatımda ilk kez Duru’yu bebek olarak kucağıma aldım, iyi ki öyle olmuş, benim için her şeyi normaldi bu yüzden. Ben onunla adeta evcilik oynadım. Doktor, bu dönemde en önemli insan oluyor hayatınızda, kızımı hiç kimseyle kıyaslamamam gerektiğini, her annenin her çocuğun kendine has olduğunu söylüyordu. Doğru sağlıklı bir bakımla Duru da bir sene sonra yetişmişti normal çocuklara.
Bu süreçte ailemle neredeyse 1.5 sene dışarı çıkmadım. İşe ara verdim. Sosyal hayatımı dondurdum. Tek odağım Duru oldu. Hatta 1.5 yıl sonra, çevremdekiler ‘sen böyle bir kadın değilsin, kendini bırakmamalısın, işe dönmelisin’ demeye başladılar da öyle başladım çalışmaya...
Artık ikinci çocuğu bile düşünüyorum. Allah öyle bir güç veriyor ki, ne yattığımı ne tüp bebek yaptığımı ne erken doğum yaptığımı hatırlıyorum.
Neyse ki, Duru da çok keyifli bir çocuktu. Şu anda da hayallerini bile kuramayacağım bir çocuk.

Nedenini bulamadılar
Tüm yaşadıklarımdan neler mi öğrendim? Önce sabrı! Benim en büyük defom sabırsızlığım. Bunları yaşarken elimizde inanç, sevgi, sabır, sisteme, evrene güvenden başka bir şey yoktu. Ve her şeyden önemlisi sevginin en büyük ilaç olduğunu öğrendim.
Annelere, bilirkişi gibi konuşmak istemem, ama benim yaşadıklarım sonrasında şu önerilerde bulunabilirim; eğer benimki gibi erken doğum beklentisi varsa, çok doğru bir hastane arayışında olmalılar. Çünkü yoğun bakım ünitesinin güçlü olduğu bir hastanede olmak insana güven veriyor. Doktorunuza güvenmek de çok önemli. Duru’nun bu kadar sağlıklı olmasında kadın doğum doktorumuzun payı büyük. Onun erken geleceğini çok erken fark etmesi önemliydi. Ben hep çok güvendim çok inandım ve söylediklerini yaptım.
Beklenenden küçük doğan bir bebeğiniz olduğundaysa, inanç ve moralinizi çok yüksek tutmalısınız. Moral bozarak varılacak bir yer yok.  
Her erken doğum hikayesi kendine özel. Benim erken doğumumun nedenini bulamadılar. Ben internetten araştırmış olsaydım, moralim çok bozulabilirdi, şuursuz kararlar verebilirdim. Oysa son güne kadar gülüyordum. Suyum geldiğinde, bir kilo doğacak dediklerinde bile pozitif olmaya çalıştım. Aynı zamanda, tüp bebek hikayem de böyle. Bir hastanenin tüp bebek merkezinin psikolojik danışmanı olan yakınımız bana hep ‘sen ayrı bir vakasın, senin gibi tüp bebek yapan ben hiç görmedim’ der. Her zaman olacak diye baktık. Hep inancımı çok yüksek tuttum. Tüp bebek aşamasındaki anneler de ‘bu bir hastalık değil, günümüzün bir gerçeği’ diye düşünmeli, internetten yazılanlara kanmadan, giderek, araştırarak, danışarak tüp bebek yapmalılar. Psikolojik açıdan da maddi açıdan da zor bir şey çünkü.”


İREM-MERT GÜZEY
700 gram doğan ve şu anda sekiz aylık olan Mert’in annesi İrem Erdoğan Güzey, kısa sürede @littlefighterstr Instagram hesabıyla büyük bir takipçi kitlesi kazandı. Güzey, sosyal medyada yaşadığı günleri anlatarak prematüre annelerine umut ve güç vermek istiyor.
“İki aylık evliyken bir bebeğimiz olacağını öğrendik. Hamileliğimin 25’inci haftasına kadar da her şey normal gidiyordu. O hafta Mert’te gelişim geriliği başladı. Yani Mert olması gerekenden daha az kilo almaya başlamıştı. Doktorum, bu olayın üzerine ‘bebek erken gelebilir, haberin olsun’ dedi. Bunu duyunca Amerika’da doğum planımı rafa kaldırdım. Huzursuz oldum ve bir sonraki muayeneyi beklemeden bir daha ultrasona girmek istedim. Tamamen hislerimle, doktorumun ‘2-3 hafta sonra da olur’ demesine rağmen, biraz da ısrarcı bir şekilde ultrasona girdim. Ve bebeğimin kanının ters akmaya başladığını fark ettiler muayenede. Beni çok acil hastaneye yatırdılar ve ertesi gün doğuma alacaklarını söylediler. Tabii Mert’in ciğerleri açılsın diye iğneler yapıldı. Böylece 27’nci haftada doğuma alındım. Bebeğin ultrasonla bakıldığında 680 gr olduğu söylendi. Ben tabii o kadar küçük bir bebeğin yaşayabileceğini kesinlikle o zaman bilmiyordum. Ama bir yandan da güçlü durmaya çalışıyordum. O gece elime telefonumu aldım ve bütün gece Mert kadar küçük doğmuş bir bebek annesi aradım. Hiç bulamadım. Hep çok az yaşama şansı olduğunu belirten yazılara rastladım sadece. O gün gerçekten kıvrandım, bütün gece benimle aynı şeyi yaşamış bir anne bulamamış olmak çok kötüydü.

Doğunca ağlaması beni cesaretlendirdi
Ertesi gün ‘doğuma iyi gireceğim’ diyerek hastaneye kuaförümü çağırdım, manikürümü, pedikürümü yaptırdım. Herkesten çok ben çevremdekileri keyiflendirmeye çalışıyordum. Eşim de çok güçlüydü ve bu beni inanılmaz rahatlatıyordu. O da benimle doğuma girdi, zaten onsuz mümkün değil yapamazdım. Doktoruma ‘doğunca ağlar mı?’ diye sordum. Çünkü ağlamazsa öldü diye düşünmeyeyim istedim. Doktorum ‘ağlamasını bekleme’ dedi. Epidural sezaryen yöntemi ile bebeğimi dünyaya getirdim. Her şey travmatik olmasına rağmen, o doğum anı müthiş bir histi gerçekten. Bu arada eşim sürekli kulağıma ileride Mert’le yapacağımız şeyleri söylüyordu... Ve Mert doğdu! İncecik, kedi miyavlaması gibi bir ses çıkardı o anda. Hiçbir anne doğum anını unutamaz ama o an benim için çok önemliydi, ağlıyor olması beni inanılmaz cesaretlendirdi. Sonrasında Mert’i anında yoğun bakıma götürdüler. Ondan sonra zaten en zor saatler başladı.

Hiçbir prematüre annesinin odasında o kadar kahkaha atılmamıştır
Sürekli pozitif kalmaya ant içmiştim. Sadece sohbet, muhabbet, dedikodu yapabileceğim arkadaşlarımı topladım hastane odasında. Hiçbir prematüre annesinin odasında o kadar kahkaha atılmamıştır. Birkaç kere bebek yoğun bakım odasının yanına gidip görmek istedim bebeğimi ancak ağlamaya başlıyordum. Bebeğimin yanına ağlayarak girmek, ilk karşılaşma anında ağlamak istemediğim için de kendimi tam olarak toparlamayı bekledim.
Mert doğduğunun ikinci günü bir enfeksiyon geçirdi ve onu kaybetme riskimiz vardı. Bebeğim için benim yapabileceğim tek bir şey vardı, süt sağmak. İlk gün hemşire yanıma gelip sağmamı istediğinde, bu haftada süt mü gelir diye şaşırmıştım ama 15 dakika sağdıktan sonra gerçekten sütüm geldi. O sütü alıp Mert’e götüreceklerini bilmek müthiş bir duyguydu.

Kucağıma alınca, işte o an...
Bebeğinizi bırakıp eve gelmek işte işin en zor aşamalarından biri. Ben altı gün sonra eve geldim ve gözümü gökyüzüne dikip bakmaktan başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Sadece üç saatte bir süt sağdım. Ancak bu bile çok iyi geldi. Ve 10 gün sonra kendimi toparlamıştım, artık onu görebilirdim. Gördüğüm an ilk düşündüğüm şey ne kadar küçük olduğuydu. 700 gr 34 cm’ydi. Ve inanılmaz ama bütün her şeyi tamdı!
Mert’i ilk kez 15 günlükken kucağıma aldım. Hemen sütlerim akmaya başladı zaten o temasla birlikte...
İşte o an, çok daha iyi hissediyorsunuz kendinizi. Bundan sonrası daha zordu, çünkü artık bir bağ kurmuştuk ancak hayati risk de devam ediyordu... Bu süreçte en büyük destekçim eşimdi. Zaten insan böyle bir durumda daha çok kenetleniyor birbirine. Yani bizde öyle oldu. Bir aydan sonra kucağa almalar arttı. Kanguru bakımının önemini zaten biliyordum. Eşimin kocaman tişörtünü giyiyor, Mert’i karnıma koyuyor ve Mert karnımdaymış gibi bir saat öyle uyutuyordum. O kadar iyi geliyordu ki ona.
Bir ay sonra toparlamaya, sistem yoluna girmeye başladı.

Sorumluluğu büyük
Eve geldikten sonra ise bambaşka bir dönem başlıyor. Hatta daha bile zor bir dönem; çünkü bebeğinize günlerce başkaları bakmış artık siz bakmak zorundasınız ve elinizde tuttuğunuz 90 günlük prematüre bir bebek. Onlar bebeğinizi kurtarmış, sizin zarar gelebilecek bir şey yapmamanız gerekiyor. Bu nedenle, Mert bir ay boyunca dışarı çıkmadı, misafir kabul etmedik, evde steril bir ortam sağladık. Kapalı ortamlara hala sokmuyorum. Bu bebeklerin ilk geçirdikleri kış çok önemli. O kışı hastalıksız atlatmaları büyük önem taşıyor. Çünkü bu bebekler kronik akciğer hastalığıyla doğuyorlar. Ciğerlerini çok iyi korumanız gerekiyor.

Kendinizi suçlamayın
Benim erken doğumumun nedeni yüksek tansiyon ve migren. Ancak çok yoğun çalışmaya devam ettim hamileliğim boyunca. İş yerim evime uzaktı, işim çok stresliydi, biraz kendimi de ihmal ettim. Zaten prematüre annenin ilk yaptığı şey kendini suçlamaktır. Ama doktorum ‘sen bunların hiçbirini yapmasan da olabilirdi bu’ dedi. Şimdi ne mi yapıyorum? Hastanede olduğum sürece bir şey bilememenin, çaresizliğin ne demek olduğunu öğrendim. Ve sonrasında kendi kendime söz verdim, ben bunları anlatacağım diye. İşte günlük tutmaya böyle başladım ve Mert hastaneden çıktıktan sonra da sosyal medyada paylaşmak istedim. Instagram hesabında, yazdığım bir yazı, bir fotoğraf ile tek bin annenin bile çaresizliğini geçirebilmek benim için çok önemli. Ve biliyor musunuz, ben sanki bunları paylaşmak için yaşamışım gibi geliyor.


İNCİ-CAN CANDEMİR

‘670 gr ile Hayata Tutunmak’ kitabının yazarı İnci Candemir’in hikayesi oldukça etkileyici. 5.5 aylık hamileyken bir Amerika gezisi sırasında doğum sancıları başlayan Candemir, beş gece için gittiği Amerika’da tam 135 gece kalmış. 670 gr doğan Can, hastanede defalarca ölümle burun buruna gelmiş. Ama şu anda hepsinin üstesinden gelmiş yedi yaşında koca bir çocuk o! İnci Candemir ise yaşadıkları, tecrübeleri ve Amerika’da almış olduğu Prematüre Bebek Ebeveyn Danışmanlığı (PBED) eğitimi sayesinde, bu zor yoldan geçen ailelere destek veriyor.  
“Uzun süre bebek sahibi olmaya karar verememiş ve hep ertelemiştim. Eşim ise çocuk istiyordu ve ben evliliğimin 10’uncu yılında, onun doğum gününde, ‘çocuk yapalım’ fikrini bir doğum günü hediyesi olarak sunmak istedim. Hamilelik sürecinde her şey çok yolunda gidiyordu. Hamileliğimin beşinci ayında, eşimin Amerika’da yaşayan sınıf arkadaşı bizi Amerika’ya davet etmişti. ‘Bebek olmadan önce gelin, bir daha zor olur’ diyordu. Ben 19 Mayıs tatilinde Mardin’e gitmeyi çok istiyordum. Hatta rezervasyon bile yaptırmıştık. Ama işte eşimin arkadaşı Amerika’ya gelin diye ısrar edince, önce ‘beş gün için değer mi?’ diye düşündük, sonra da aklımız yattı ve gitmeye karar verdik. Gitmeden önce doktoruma kontrole gittim. O zaman 23 haftalıktı Can. Doktorumuz ‘Çin’e kadar gidebilirsin’ dedi. Raporu bile yazdı, uçuşta göstermek için. O sırada evimizi de yeni almıştık, kedimiz de vardı ve evden ‘Allah’ım ne olur evimizi bıraktığımız gibi bulalım’ diye çıktım. Bir yandan da ben ‘Mardin’e gidecektim ne güzel’ diyordum arada... ‘Neyse, yatacağız kalkacağız beş gece’ dedim çok iyi hatırlıyorum...
‘Uçuş mu erken doğuma sebep oldu?’ diye düşünüyor insan ama orada görüştüğüm bütün doktorlar ‘erken doğumların yüzde 30-35’inin hala nedeni belirlenemiyor’ dedi. Şeker, yüksek tansiyon, obezite gibi öngörülen nedenler var ama benimki öngörülmüş bir şey değildi.  

Meğer doğum sancısıymış...
Amerika’da önce Washington’da bir gün geçirdik. Abideleri gezerken, Roosevelt’in ‘korkunun en büyüğü korkunun kendisidir’ sözü dikkatimi çekmişti. Çok da manidar buldum. Ve sonra yaşadıklarım, yine korkunun gelip beni bulmasıydı... Çünkü benim en büyük korkum memleketimden, evimden, sevdiklerimden uzak kalmaktı. Diğeri de çocuk sahibi olmaktı. Neyse, sonra o gün dinlendik ve ertesi gün yola çıktık. Biraz tatsızlığım başlamıştı. Erkenden yattım o gece. Ancak ara ara gaz sancısı gibi sancılar duymaya başladım. Bir geçiyor, bir geliyordu. Bir süre sonra bir damla da kan geldi. Öyle olunca, doktorumu aradım. Doktor ‘gıda değişimine bağlıdır, kahve için geçer’ dedi. Doktor öyle deyince ben de rahatladım biraz. Ancak ağrılar geçmiyordu. Yanında kaldığımız arkadaşımız orada yaşayan bir Türk kadın doğum uzmanını aramış, telefonda bir de onunla konuşmamı istedi. Doktora durumu anlatınca
‘siz yine de bir gelin’ dedi. Hastaneye gittim, artık kıvranmaya başladım. Ama bunların doğum sancısı olduğunu onca zaman hiç anlayamadım. Kontrol ettiklerinde; ‘rahim açılmış, bebeğin başı görünüyor’ dediler ve o an tabii bizim için bir yıkılma anıydı. Daha göbeğim bile yumurtacık kadar bir şeydi. Bazı insanların Amerika ikinci kapısı gibidir, bizim öyle de bir durumumuz yok. Benim Amerika’da doğurma gibi bir hayalim de yoktu. Doktorlar ‘yüzde 40 yaşama şansı var, yaşarsa da eğer yüzde 95 engelli olma ihtimali var’ dedi. Çok kritik bir haftadaydı bizimki. 24’ü 25’e geçirsek ciğerler gelişmiş olacak çünkü. O gece doğumu geciktirmeye çalıştılar ama ben her ne kadar sürekli Türkiye’ye dönmenin yollarını arıyor olsam da, buradan çıkış olmadığını sonunda anladım. Normal doğum oldu ve ben o sırada eşime ‘bir daha yaparız’ deyiverdim. Çünkü yaşayacağını düşünmüyordum. Doğduğunda sesi de çıkmadı zaten ve bebeği alıp götürdüler. O anda ne hissettim biliyor musunuz? Kurtuluş. Çünkü 48 saat inanılmaz sancı çektim. ‘Bitti, ne olduysa oldu’ dedim. Saatlerce de soramadım ne oldu diye. İlk 48 saat kritikti. 24 saat olmadan ise bebeğimi görebildim.

En küçükleri Can
Yoğun bakımdan içeri girdik. Titriyorum tabii. ‘Hangisi?’ dedim, eşim ‘en küçük olanı İnci’ dedi. Gerçekten küçücüktü. Dualarla, titreye titreye kuvöze yaklaştık. O anda ‘olacak’ dedim, inandım. ‘Bir şekilde yaşayacak’ dedim. Büyük bir aşk, büyük bir sevgi duydum. O an inancınız artıyor zaten; o kadar küçük ama her şeyi tamam çünkü, tırnakları bile var. Böylece 135 günlük bir maraton başladı bizim için. Bu arada üç saatte bir süt sağmaya başladım ve üç günün sonunda sütüm geldi. Eşim geri dönmek durumundaydı Türkiye’ye. Ben ise arkadaşımız olan ailenin yanında kaldım. Çok zor günler geçirdik. Her şeyden önce yoğun bakım zor, rollercoaster diyor Amerikalılar. İnişli çıkışlı. Bir gün mutlusunuz, diğer gün yerlerdesiniz. Can, beyin kanaması geçirdi, enfeksiyon kaptı, nefesi durdu, solunumu durdu. Çok duvarlara tosladım. Taburcu olmadan 10 gün önce bile bir kriz geçirdi...
Neyse ki, bunu da atlattı ve biz hastaneden çıktıktan 10 gün sonra Türkiye’ye döndük. O zaman tam dört ay sonra evime giderken anladım ki, hayat insana planladığının çok tersinde şeyler gösterebiliyor.

Geç yürüdü geç konuştu
Bu bebekler çok özel bakım gerektiriyor tabii. İlk 1-2 yıl gözümü açamadım. Bir de evde ne kadar yardımcı da olsa bırakamıyorsunuz tam olarak, çünkü yemesi-içmesi her şeyi sıkıntı oluyor.  Sonrasında 3-4 yaşına geldiğinde mucizevi olarak her şeyi çok yolunda gitti. Geç yürüdü, geç konuştu, orada hep kalp çarpıntılarımız oldu tabii. Dört yaşına kadar pek konuşmadı, konuşma terapisi aldık. Şimdi biraz harfler karışıyor ama büyük bir sorunumuz yok.

Sevgi her şeydir!
Sevginin gücü de ayrı bir mucize.Örneğin Amerika’da ergenlik dönemi hamilelikleri çok yaygın ve 32 haftalık doğan ama annesi tarafından terk edilen bebeklerin gelişimi kötüye giderken bizimki kadar küçük doğan ama annesinin sürekli gördüğü bebekler inanılmaz gelişmeler kaydedebiliyor.
Tabii ki bebeğiniz hayatına nasıl devam ederse etsin, ne olursa olsun onu daha az sevmiyorsunuz... Hayat bir enerji. Enerjinizi iyi tutun. Kaygıdan uzak durmaya çalışın. Çok fazla iyi hikaye var. Türkiye’nin en minik doğan ve yaşayan bebeği 510 gr. Ancak tabii en önemlisi kaçıncı haftada doğduğu.