Çocukla nasıl sağlıklı ilişki kurulur?
Çocuğunuzla yeterince ilgilenemediğinizi, onunla kaliteli zaman geçirmediğinizi mi düşünüyorsunuz?
Çalışan annelerin en önemli sorunlarından biri çocuklarını gündüz bir aile büyüğü veya bakıcıya emanet etmek zorunda olmaları. Pek çok anne bu nedenle çocuğu ile yeteri kadar ilgilenemediğini düşünmekte ve vicdan azabı çekmekte. Oysa birçok araştırma çalışan annelerin zamanlarını daha iyi planlayabildiklerini ve çocukları ile daha iyi zaman geçirebildiklerini gösteriyor. KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Uzman Klinik Psikoloğu Merve Büyükkucak çalışan annelerin vicdan azabı çekmeden, çocukları ile nasıl sağlıklı bir ilişki kurabileceklerini anlatıyor.
Günümüzün yaşam koşulları ne yazık ki anneleri büyük heveslerle dünyaya getirdikleri bebeklerini bir noktada güvendikleri bir aile büyüğüne ya da bir bakıcıya bırakarak çalışma hayatına dönmeye mecbur bırakmakta. Kariyer anlamında yaşanan zorlukların yanı sıra belki de anneleri en çok zorlayan meselelerden biri iş ve ev hayatı arasında denge kurmaya çalışırken çocuklarına arzu ettiklerinden çok daha az vakit ayırabilmeleri ve beraberinde gelen suçluluk hisleri ile vicdan azabı. En büyük zorluk ise belki de birçoğunun önünde daha önce kendileri gibi hem çalışıp hem de annelik yapmış olan anne modellerinin pek fazla olmayışı.
Çocuk ile bakımı
üstlenen kişi arasındaki ilişki sevgi dolu olmalı
Ancak her ne kadar
çalışmaya devam etmek ya da evde kalmak anneler için büyük bir ikilem yaratsa
da araştırmaların hem fikir olduğu sonuç sağlıklı bir psikolojik gelişim için
önemli olanın çocuk ile bakım veren kişi (ör: anne, anneanne, babaanne, bakıcı,
vb.) arasında sevgi dolu, ihtiyaçların karşılandığı ve süreklilik arz eden
doyurucu bir ilişkinin var olması olduğudur. Doğumdan itibaren annenin
zihni ve yaşamı bir süreliğine sadece bebeği ve bebeğinin bakımı ile meşguldür
ki bu da anne ve bebek arasında güvenli bağın oluşumu ve bebeğin
ihtiyaçlarının birebir karşılanması, hayatta kalabilmesi için elzemdir. Bu
dönemde anne bebeğinin ağlamasından, çıkardığı seslerden, bakışından
ihtiyaçlarını anlar ve ilk zamanlar hem fiziksel hem de duygusal ihtiyaçları
açısından kendisine bağımlı olan bebeğinden başka bir şey düşünemez haldedir.
Bu durum bebeğin psikolojik gelişimi için olmazsa olmaz meşguliyetlerden
biridir anne için. Ancak zamanla annenin de zihni bebeği dışında başka şeylerle
meşgul olmaya başlar (ör: eşiyle ilgilenmek, iş yaşamına yönelmek vb.) ki bu da
bebeğin anneden ayrılabilmesi, ayrışabilmesi, dış dünyayı keşfedebilmesi ve
bireyselleşebilmesi için çok önemli bir aşamadır. Bu noktada bebeğin yeni
gelişen becerilerinin desteklenmesi, anne dışında var olan dış dünyayı
keşfedebilmesi ve tanıyabilmesi için cesaretlenmesi, anneden ayrışabilmesine
yardımcı olunması psikolojik gelişimi açısından kritik bir önem taşır.
Çocukla ne kadar zaman
değil, ne kadar 'kaliteli zaman' geçirdiğiniz önemli!
Ancak birçok toplumda
olduğu gibi bizim toplumumuzda da ne yazık ki iyi anne olmak zamanın ve hem
fiziksel hem de zihinsel enerjinin hemen hemen hepsini çocuğuna ayırmak olarak
algılanmaktadır. Hâlbuki sağlıklı çocuk gelişimi için önemli olan fiziksel
birlikteliğin süresinden çok içeriği ve duygusal anlamda doyuruculuğudur. Bu bağlamda
aynı evde sabahtan akşama kadar bir arada bulunmak yerine “kaliteli zaman”
olarak da sıkça adlandırılan, gün içerisinde sadece anne ve çocuğun dünyada
sanki başka hiç kimse yokmuşçasına ilişki kurdukları, çocuğun ihtiyaçlarına ve
isteklerine odaklı bir yarım saat geçirmeleri çok daha doyurucudur. Benzer
şekilde çocuğa gereğinden ve ihtiyaç duyduğundan fazla yemek yedirmek de ne
yazık ki iyi anneliğin bir ön koşulu gibi algılanmakta, duygusal ve ilişkisel
anlamdaki doyuruculuk bu noktada fiziksel doyum ile karıştırılmaktadır. Çalışan
annelerin çocukları ile geçiremediği zamanların açlığını farkında olmadan
onları fazla yedirmeye çalışarak kapatmaya çalışmaları ve fiziksel anlamda aç
kalmalarını çocuklarının gelişimleri anlamında önemli bir endişe kaynağı haline
getirmeleri de ne yazık ki sıklıkla görülen bir yanılsamadır. Unutulmamalıdır
ki büyümek ve sağlıklı gelişmek fiziksel olduğu kadar duygusal doyumu da
beraberinde gerektirir. İlginçtir ki son yıllarda
yapılan birçok araştırma ev hanımı olan annelerin çocukları ile geçirdikleri
kaliteli zamanın çalışan annelere oranla çok daha az olduğunu göstermektedir.
Bunun olası sebeplerinden biri birçok sorumluluğu aynı anda yerine getirmeye
çabası içinde olan çalışan annelerin zamanlarını ev hanımlarına göre daha iyi
planlamak zorunda olmaları, bu nedenle de çocukları ile geçirebilecekleri
kısıtlı vakitlerini daha kaliteli yaşamaya çalışmaları olabilir. Ancak tüm bu
veriler dahi çalışan annelerin suçluluk hislerine engel olmakta yetersiz
kalmaktadır.
Çalışan anneler
'Hayır' kelimesini kullanmaktan kaçınıyor!
Çalışan annelerin bu hisler
ve vicdan azabı ile düştükleri tuzaklardan biri çocuklarının sevgilerini
kaybetmelerine sebep olacağına inandıkları “hayır” kelimesini kullanmaktan
kaçınmaktır. “Hayır” demek ne yazık ki çalışan anneler tarafından çocuğun ilgi
ve sevginin yanı sıra isteklerinden de mahrum bırakılması şeklinde
yorumlanabilmekte, böylelikle sevgi ve sınır koyma arasındaki denge kolayca
bozulabilmektedir. Birçok çalışan anne görüşülemeyen zamanın ve yeterince
gösterilemediğine inanılan ilgi ve sevgi açığının çocuğun tüm isteklerini
fazlasıyla yerine getirerek kapatılacağı şeklinde yanlış bir inanış
geliştirirler. Ancak sağlıklı bir çocuk yetiştirmenin en temel kuralı çocuklara
isteklerini erteleyebilmeyi öğretmek, dolayısıyla uygun olmayan zamanlarda
hayır diyerek onları sınırlayabilmektir. Aksi takdirde çocuk her zaman daha
fazlasını ister. Suçluluk duygusuyla hiçbir kayıp yaşatılmamaya çalışılan bu
çocuklar her istediklerinin gerçek olduğu gerçek dışı bir yaşam yaşamaya
başlarlar ki ev dışında çeşitli kısıtlamaların olduğu ve bu kısıtlamalar ile
kuralların tutarlı bir şekilde uygulandığı ortamlar bu çocuklar için bir kâbus
haline dönüşebilir. Örneğin bu çocukların özellikle okula başladıklarında ciddi
engellenmeler ve sınırlamalar karşısında büyük oranda uyum sorunları yaşamaları
kaçınılmazdır; çünkü ne okul ne de dış dünya tıpkı ebeveynleri gibi onların
ayakları önünde eğilmeyecektir.
Kendini iyi
hissetmeyen anne çocuğu ile kaliteli bir ilişki kuramaz!
Çok sık yapılan kayıp
zamanı telafi çabalarının içerisinde annenin her boş vaktini çocuğuyla birlikte
geçirmeye çalışması sayılabilir. Çünkü annelik fedakârlık, kendinden özveride bulunmak
ve çocuğunu her şeyden önde görmek demek olarak algılanmaktadır. Bu noktada
anneler kendilerinin de iyi hissetmeye ihtiyaçları olduğunu ve her diğer
yetişkin gibi kendine özgü birçok ihtiyacı (örneğin arkadaşlarla sosyalleşmek,
biraz yalnız kalmak, eşiyle baş başa kalmak vb.) olabileceğini unutmaktalar.
Kaldı ki kendini ve tüm vaktini çocuklarına ayıran annelerin de zamanla
bunaldığı, çocukları ile ilişkilerini bir “iyi annelik görevi” gibi gönülsüz
şekilde sürdürdükleri görülmektedir ki bunun iki taraf için de faydası
olmayacağı açıktır. Kendisi iyi hissetmeyen bir annenin çocuğu ile kuracağı
ilişkinin kalitesi de ne yazık ki o oranda kısıtlı olacaktır. Bu noktada
hatırlamak gerekir ki uçaklarda yaşanan acil durumlarda dahi ebeveynlere
çocuklarından önce oksijen maskelerini kendilerine takmaları beklenir.
Çalışmayan anneler
daha depresif olabiliyor!
Son yıllarda giderek artan
sayıda annenin özellikle maddi sebeplerden ötürü iş hayatına geri dönmek
durumunda kaldığı göz önünde bulundurulduğunda merak edilen en önemli nokta
anne-çocuk ilişkisini en çok etkileyen faktörün ne olduğudur. Araştırmalar en
temel faktörün annenin çalışıyor olmasıyla ilgili hisleriyle nasıl başa çıktığı
olduğunu göstermektedir. Anne, çalışıyor olmak ve çocuğunun gündüz bakımını bir
başkasına devretmek ve onunla görece daha az vakit geçirmekten ötürü yaşadığı
kaygı ile ne kadar iyi baş ederse bu ayrılık ve yaşanan kayıp durumunu da
çocuğu ile ilişkisinde o kadar iyi yönettiği görülmektedir. Birçok araştırma ve
var olan gelişim teorileri annenin çalışıyor olmasından ziyade annenin bu
konumu ve durumunun kendisinde yarattığı stres ve kaygı ile baş etme derecesini
ve içine girdiği yanlış davranış kalıplarının çocuğuyla ilişkisini ve çocuğunun
gelişimini etkileyen esas faktörler olduğunu göstermektedir. Özellikle
annelerin çalışıyor olmalarından duydukları tatmin ve bu rollerinin eşleri
tarafından desteklenmesinin annenin genel iyilik hali ve dolayısıyla çocuğuyla
ilişkisinde daha olumlu bir hava oluşturduğu görülmektedir. Yani mesele çalışmaktan
çok annenin bu konuyla ilgili hisleri ile nasıl başa çıktığıdır. Araştırmalar
part-time çalışan annelerin çalışmayan annelere oranla daha az depresif
şikayetler yaşadıklarını ve genel sağlık durumlarının daha iyi olduğunu,
full-time çalışanlara oranla ise daha az ev ve iş arasında denge kurmakta
zorlandıklarını göstermektedir. Buna ek olarak aslında çalışmayı arzu eden
ancak evde kalan annelerle yapılan birçok çalışma ise bu annelerde depresif
duygu durumunun sıklıkla gözlemlendiğini bildirmektedir.
Çocukların en temel
ihtiyacı sevgi ve ilgi
Çocukların en temel ihtiyaçları sevgi, ilgi ve ihtiyaçlarının görüldüğü,
anlaşıldığı sıcak, güvenli ve tutarlı ilişkilerdir. Sağlıklı gelişimleri için
ise en temel mesele birlikte geçirilen süreden çok çocuğun sevildiğini, önemli
ve değerli olduğunu hissetmesidir. Kendi sağlığını, ihtiyaçlarını ve
mutluluğunu en az çocuğu kadar gözeten, çalışma yaşamıyla ilgili kaygıları ile
başa çıkabilen, çocukları ile kısıtlı da olsa doyurucu ve kaliteli zamanlar geçirebilen
anneler bu gelişime en güzel şekilde destekleyeceklerdir