Okul onun alanı bırakın öyle kalsın

Her anne-baba çocuğunun okulda başarılı olmasını önemsiyor. Ancak bunun için ödevlere yardım edenler hatta çocuğun yerine oturup yapanlar bile var. Oysa araştırmalar gösteriyor ki eğitim hayatına aşırı müdahale çocukların akademik başarısını ne yazık ki beraberinde getirmiyor.

Okul onun alanı bırakın öyle kalsın

Yazı: Halime Sürek Kahveci

Okul çağında çocuğu olan anne-babaların en büyük açmazlarından biri de ‘okul, ödev, öğrenci, veli’ üçgeninin neresinde, ne kadar yer alacaklarını bilememek. Neredeyse her gün gidip öğretmenle görüşmek, en ufak bir sorunda bile soluğu rehberlik servisinde almak gerçekten doğru mu? Peki ya çocuğun ödevlerine yardımcı olmak, onun yapması gereken araştırmaları ve projeleri yapmak akademik başarılarını artırır mı? Çalışan anneler okul etkinliklerine katılamadıkları için çocuklarının başarısının olumsuz etkileneceğinden endişe etmeli mi? Milyonlarca anne-babayı ilgilendiren bu soruların cevapları aslında biraz şaşırtıcı. Önce ABD’de yapılan bir araştırmanın sonuçlarını vererek başlayalım, ardından da konuyu ülkemize uyarlamak için Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde yaptığı gelişim psikolojisi yüksek lisansını ‘Türkiye’de Lise Öğrencilerinin Okul Başarılarında Ebeveynlik Davranışlarının ve Öğrencilerin Okul Tutumlarının Rolü’ konulu mezuniyet teziyle tamamlayan Anne-Baba Koçu Ayşegül Cebenoyan’ın sözlerine kulak verelim. Teksas Üniversitesi sosyoloji profesörü Keith Robinson ve Duke Üniversitesi sosyoloji profesörü Angel L. Harris’in yaptığı araştırmada, ailelerle yapılan 30 yıllık anketler taranmış ve ebeveyn katılımının 63 farklı boyutu gözlenmiş. Araştırılan konular, çocukların ödevlerine yardım etmekten üniversite planları hakkında konuşmaya ve okullarında gönüllü olarak çalışmaya kadar değişiklik gösteriyor.

Ödev kontrolü pek işe yaramıyor
theatlantic.com sitesinde yayınlanan ve egitimpedia.com’da çevirisine yer verilen habere göre araştırmanın bulguları şaşırtıcı. Sonuçlara göre ebeveynlerin çocuklarının eğitim sürecine müdahil olmalarının ölçülebilir formları, çok az akademik katkı yapıyor. Çocukların ödevlerini kontrol etmek onların sınavlardan yüksek not almasını sağlamıyor. Hatta bu yardım ortaokul döneminde notların düşmesine bile yol açabiliyor. Robinson bunu anne-babaların çocuklarının okulda öğrendiklerini çoktan unutmuş ya da tam olarak anlayamamış olabilecekleri ihtimaliyle açıklıyor. Yine araştırma sonuçlarına göre aileleri düzenli olarak öğretmenlerle ve müdürlerle görüşen öğrenciler, aileleri okulda daha az varlık gösteren akranlarından akademik olarak daha hızlı bir gelişim göstermiyor. Kötü not aldıkları için çocukları cezalandırmak ya da ödevin ne zaman ve nasıl yapılması gerektiğine dair katı kurallar koymak da işe yaramayan ebeveyn müdahalelerinden... Robinson, bu durumun nedenleri hakkında şunları söylüyor: “Çocukların işlerine bu şekilde karışmak, çocukları okul hakkında heyecanlandırmak yerine daha çok endişelendiriyor. Onlara mutlaka şu tür sorular sorun: ‘Okulda daha fazla gönüllü olmamı ister misin? Ödevlerine yardım etmem işine yarıyor mu?’” Peki, anne-babalar çocuklarına yardımcı olabilmek ve akademik başarılarına katkı sunmak için ne yapmalı? Araştırmayla ortaya çıkan iki etkili yol, küçük çocuklara sesli kitap okumak ve ergenlerle üniversite planları hakkında konuşmak.

Beklentiyi söyle, kenara çekil
Ayrıca araştırma, anne-babaları eğitimleriyle ilgilenmediği için yoksul çocukların okulda daha başarısız olduğuna dair geleneksel kanının tam tersinin doğru olduğunu gösteriyor. Araştırmanın bir parçası olarak Teksas Üniversitesi’ndeki istatistik bölümü öğrencilerinden oluşturulan gruba, ailelerinin akademik başarılarına nasıl bir katkıda bulundukları sorulmuş. Robinson, öğrencilerin çoğunun, ailelerinin onlara baskı yaptığına, teşvik ettiğine ya da okulda resmi yollarla varlık gösterdiklerine dair neredeyse hiç hatırası bulunmadığını ortaya çıkarmış. Bunun yerine öğrenciler anne-babalarını tarif ederken, ‘yüksek beklentiler ortaya koyup kenara çekildikleri’ tanımını kullanmış. “Ve bu çocuklar başardı!” diyor Robinson. Araştırmada anne-babaların okul seçimleri dikkate alınmamış ancak araştırmacılara göre çocukların akademik performanslarını artırmanın en önemli yollarından biri de bu konuyla bağlantılı: Anne- babaların çocuklarını, iyi bir ünü olan bir öğretmenin sınıfına yerleştirmesi.

Ona sorumluluğu geri verin
Tüm bu satırları okuduktan sonra kafanız daha çok karıştıysa gelin bir uzmana danışalım. Hem bu araştırmayı hem de ülkemizin eğitim sistemine göre dengeli bir okul-veli ilişkisinin nasıl olabileceğini konuştuğumuz Ayşegül Cebenoyan, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden mezun olduktan sonra bilgi teknoloji şirketlerinde çalışmış ve emekli olmuş. Kızı üç yaşına gelince Boğaziçi Üniversitesi’nde gelişim psikolojisi alanında yüksek lisans yapmış. 2010 yılından bu yana da Doğan Kitap’ın Anne Baba Akademisi dizisinden çıkan kitaplarda adı çevirmen olarak yer alıyor. Anne-baba koçu Cebenoyan, ebeveynleri hayatlarının her alanına müdahale eden, gidecekleri kurstan üniversiteye kadar tüm seçimleri onlar adına yapan çocukların üniversite yıllarına geldiğinde ‘dağıldığını’ gösteren araştırma sonuçlarına da değiniyor: “Bu çocuklara sorumluluk verilmiyor. O yaşa kadar tamamen anne-babaları tarafından kontrol edilen, ödevleri yapılan öğrenciler, evden uzağa okumaya gidince kendilerini kontrol edemiyor. Ben, çocukların sorumluluk almaları ve kendi alanlarını belirlemeleri gerekiyor diye düşünüyorum. Biz onlara hiç alan bırakmıyoruz. Dolayısıyla tamamen teslim oluyorlar. Çok pasifize oluyorlar ve bizim için yani anne-baba için okumaya başlıyorlar. Kendilerine bir hedef, amaç koyamıyorlar. Bütün amaç, anne-babayı idare etmek haline geliyor.”

Hangi tip ebeveynsiniz
Ayşegül Cebenoyan, ebeveynlik tutumlarının üç boyutta incelendiğini söylüyor: Hangi tip ebeveynsiniz?
“Ebeveynin çocuğu ne kadar kabul ettiği ve ilgi gösterdiği, çocuğa ne kadar psikolojik özerklik verdiği (birey olarak kabul edip etmediği) ve davranışlarını ne kadar kontrol ettiği ve denetlediği.” Bu üç boyutta yapılan değerlendirmelere göre ebeveynlik tutumları da üç ana kategoriye ayrılıyor: “Otoriter ebeveynlik, müsamahakar ebeveynlik ve otoritatif (demokratik) ebeveynlik.” Otoriter ebeveynler, çocuğu olduğu gibi kabul etmiyor, fazla ilgi göstermiyor, ona psikolojik özerklik vermiyor ve davranışlarını sıkı bir şekilde denetliyor. Müsamahakar ebeveynler ise, çocuğu olduğu gibi kabul ediyor, ona ilgi gösteriyor, psikolojik özerklik veriyor ama kontrol etmiyor, denetlemiyor. Çocuktan beklentileri de düşük. Otoritatif ebeveynler ise bir yandan çocuğu olduğu gibi kabul edip psikolojik özerklik verirken diğer yandan davranışlarını denetliyor. Cebenoyan, bu tipteki ebeveynlerin çocuktan birtakım standartlara uygun davranmasını beklediğini anlatarak şunları söylüyor: “Batı’da yapılan araştırmalarda, otoritatif e eveynlerin çocuklarının akademik başarılarının, diğer gruplardaki ebeveynlerin çocuklarından daha yüksek olduğu bulunmuş. Aslında Robinson ve Harris’in araştırması da benzer bir noktaya dikkat çekiyor. Başarılı çocuklar, anne-babalarının kendilerine yüksek standartlar belirleyip, kenara çekildiklerini söylemiş. Muhtemelen çocukların, anne-babalarının davranışlarını kenara çekilme olarak algılamalarının nedeni bu ebeveynlerin çocuklarına psikolojik özerklik veriyor olmaları. Anne-babalar, çocuğunun davranışlarını izler ve denetlerken bir yandan da onu birey olarak kabul edip, düşüncelerine ve tercihlerine saygı gösterirlerse çocuk bu denetimi hayatına bir müdahale olarak değil, ilgi olarak algılar ve anne-babasının ‘standartlar koyup, kenara çekildiğini’ düşünür.”

Hem özerklik hem sorumluluk
Bu değerlendirmenin ardından anne-babalara yönelik tavsiyelere sıra geliyor. Çocukların kendi hayatları üzerinde bir miktar kontrol sahibi olmalarına izin verilmesini öneren Cebenoyan, “Bir yandan da sorumluluk vermeli. İkisini birlikte götürmek lazım. Eğitim sistemi çocukları köreltebiliyor. Ama bütün çocukların özellikle küçükken başarılı olma isteği olduğunu düşünüyorum. Çocuklar iyi ve başarılı olmak ister. Eğer ilk yıllarda o başarılı olma duygusunu kaybeder, başarısızlığı giyinirse o duyguyu düzeltmek zor oluyor” diyor. Bunun için çocuğun başarılı olduğu alanın bulunması gerektiğini vurgulayan Cebenoyan, şunları söylüyor: “Kendini iyi hissedeceği bu alanı kaldıraç olarak kullanıp diğer alanlara da destek vermek gerektiğini düşünüyorum. Okula başlarken birlikte heyecan, coşku duyulması önemli. Çocuğun ‘sınıfın tembeli’ etiketini kabul etmemesi lazım. Çünkü bu etiketle uzlaştığı zaman ilgi çekmek için yaramazlık, komiklik yapmayı tercih edebiliyor.”

“Ben olmadan başaramazsın” mesajı...
Çocuğun ödevlerinin anne-baba tarafından kontrol edilmesinin uygun olmadığının altını çizen Cebenoyan, “Ödevlerin okul tarafından kontrol edilmesi sağlanmalı. Çünkü okul çocuğun kendi alanı. Ödev konusu kimi zaman ebeveyn ve çocuk ilişkisine gereksiz bir sürtüşme ve yük bindiriyor. Ayrıca biz bazı şeyleri bilemeyebiliriz ya da yanlış yönlendirebiliriz. Ödeve velinin doğrudan müdahalesinin çocuğa verdiği mesaj ise, ‘Çocuğum benim desteğim olmadan sen bunu yapamazsın, beceremezsin’, ‘Bu benim için bir şey, beni mutlu etmek için yapıyorsun!’ oluyor” uyarısında bulunuyor.

Her çocuğun ihtiyacı başka
Çocuğu mutlu edecek, başarma duygusunu tattıracak alanın bulunmasında onu iyi tanımanın önemi büyük elbette. Bunun için de bir heykeltıraş gibi çocuğu anne-babanın kafasındaki kalıba göre yontmak yerine bahçıvan gibi olmak gerekiyor. Yani her çiçeğin ihtiyacı olan ısı-ışık-su miktarının türüne göre değiştiği bilgisini çocuk büyütürken de hep akılda tutmalı. “Siz anne-baba olarak çocuğun gelişimine uygun ortamı oluşturmaya çalışırsınız. Ona ‘Şu alanda niye iyi değilsin?’ diye hesap sormazsınız, kendi doğasının gelişmesine fırsat verirsiniz ve beslersiniz” diyen Cebenoyan, ödev konusunda uygulaması son derece kolay önerilerde bulunuyor. Okula yeni başlayan çocuğun ödevlerini yaparken yanında bir büyüğün bulunabileceğini söyleyen Cebenoyan, eve gelir gelmez masa başına geçilmesini doğru bulmuyor. Ona göre, “Çocuk okuldan gelsin, dinlensin, sonra ödevini yapsın. Ardından da sevdiği bir şeyi yapabilir. Ama bunu ‘Ödevini yaparsan, istediğin çizgi filmi seyredebilirsin’ demek yerine ‘Ödevini yapınca televizyon izleyebilirsin’ diye anlatmak gerekli. Ödevi ne zaman yapacağına dair planlamada çocuğun da söz hakkı olması önemli.” Ödev sürelerine gelince; Cebenoyan, ilk yıl 20 dakika ve artan her sınıf için 10’ar dakikalık eklemelerin yeterli olduğunu söylüyor. Burada da ‘kilit’ öneme sahip bir durum var: “Çocuğa ödevini yapması gereken süreyi belirtin. Bu 20 dakikayı her gün aynı yerde, aynı saatte ayırın. Bazı çocuklar bir türlü başlayamıyor. Eğer çocuğunuz süresi dolduğu halde ödevini bitiremediyse de kalksın masadan. Verilen sürede ödevini yapmamanın bedelini görmesi önemli. Diyelim ki çabucak bitsin diye hızlı hızlı yaptı ve ödevini bitirmesi 20 dakika sürmedi. O zaman da dersle ilgili ek uğraşlar verin ve 20 dakika dolsun. Yani o süre kesinlikle çalışmaya ayrılsın.” Okul ve aile arasındaki en dengeli ilişki modelinin bir reçetesi yok. Çünkü burada hem okulun yapısı hem de ebeveynlerin beklentileri devreye giriyor. Cebenoyan son olarak, “Okula ve çocuğa karşı karşıya değil, yan yana olduğumuzu gösterebilmemiz önemli. Çocuğumuza da, okula da birtakım beklentilerimizin, standartlarımızın olduğu mesajını da vermek gerekiyor. ‘Sen ne yaparsan yap, kabulüm’ demek doğru değil. Ayrıca çocuğun okulda yaşadığı en ufak bir sorunla ilgili hemen müdahale etmek de doğru değil. Problem çözme becerisini geliştirebilmeli” önerisinde bulunuyor.

Annelerin etkisi nedir?
Ayşegül Cebenoyan, yüksek lisans tezi için lise öğrencilerinin başarılarında ebeveyn tutumunun etkisini gözlemlediği araştırma için İstanbul’da aileleriyle birlikte yaşayan 805 lise öğrencisi üzerinde çalışma yapmış. Yarısı devlet liselerinde yarısı da yabancı okullarda okuyan öğrencilerle ilgili bulgularını anlatırken şu noktalara değiniyor: “Bulgular, üst gelir grubuna dahil öğrencilerde anne tarafından verilen psikolojik özerkliğin ve ebeveyn kontrol ve denetiminin, orta gelir grubuna dahil öğrencilerde ise yalnızca annenin kontrol ve denetiminin okul başarısıyla ilişkilendirilebileceğini gösterdi.”