“Biri” Olarak Kabul Edilmenin Şartları
“Biri” olmak toplumumuzda var olmanın önemli şartı olarak kabul ediliyor.
Feyza Bayraktar
Çevre tarafından kabul görüyor, takdir ediliyor, kitabına uygun davranıyor, kıskanılıyorsanız “Biri” olmuşsunuzdur çoğunluğun gözünde. Yalnız bu o kadar kolay bir iş değildir; çünkü olduğunuz kişi, kendi varlığınız, hayalleriniz, yaptığınız ve yapmak istedikleriniz sizi her zaman o “biri” yapmaya yetmeyebilir. Her ne kadar insanın en temel isteklerinden bir tanesi hayatta mutluluğu yakalamak olsa da insan kendi isteklerinin peşinden özgürce gidip mutlu olduğu şekilde yaşamayı seçmeyi tercih etmeyebilir. Özgür olmak, sorumluluk almaktır, risk almaktır. Özgürce istediği gibi varlığını ortaya koyabilmek cesaret gerektirir. Örneğin; bir kadın olarak evlenmek istemiyor, kendinize yetebiliyor, işinizle ve sosyal çevrenizle mutlu bir şekilde yaşayabiliyorsunuz diyelim. Bu yaşam biçimini devam ettirmek isteseniz bile bir süre sonra kendinizi o en karşı olduğunuz “Bu kadar paraya bir çocuk okuturum” dediğiniz ihtişamlı bir düğünün gelini olarak bulabilirsiniz. Üstelik evlilik kararını, ihtişamlı düğün davetiyelerini gözleriniz aşktan kör olmuş, ayaklarınız yerden kesilmiş bir Juliet haline geldiğiniz için değil, sadece kendi varoluş biçiminizle çevre tarafından kabul edilmeye uğraşmaktan çok yorulmuş olduğunuz için vermişsinizdir. Tabii ki insan âşık olabilir, evlenip çocuk yapmak isteyebilir, sonuçta evrimsel süreçte içimizde taşıdığımız neslin devamlılığını sağlama güdüsü yok sayılamaz. Yalnız benim sözüm bunu sadece kabul görmek için yapanlara, evlendiğini tüm dünyaya duyurmak için sosyal medyada “dünyada yalnız ben evlendim” edasıyla 1500 fotoğraf ve sayısız albümle paylaşanlara. Bu gösterinin altında yatan tetikleyicilerden bir tanesi kişinin bir yarış içinde olduğunu sandığı hemcinslerine “Ben başardım” diye haykırma isteği olabilir. Birçok kişi için var olabilmenin tek yolu, toplumun yap dediklerini sorgusuz sualsiz, üzerinde düşünmeden, ne hissettiğini önemsemeden yapmaktır. Yapılacaklar listesine ne kadar çok tik atılmışsa kişi o kadar “biri” olarak kabul göreceğini düşünür. Mutluluk ise nasıl olsa sonradan gelecektir. Gelmediği zaman ise kişi konfor alanı denilen alanda daireler çizerken bulur kendisini.
Tabii ki çoğunluk tarafından onaylanmanın tek şartı evlenmek ve çocuk yapmak değildir. Bu yeterli değildir. Evlendiğiniz kişinin ideal olması oldukça önemlidir. Kadınlar için evleneceği erkeğin iyi bir işinin olması, çok parasının olması “ideal” ölçütleri yaratır, hele de erkek yaptığı işle, soyadıyla tanınmış biri ise daha da “ideal” hale gelir! Yalnız, bir erkeği tavlamak öyle kolay iş değildir, onun da kuralları vardır. Öncelikle bir erkeği kesinlikle kovalamayacaksın ve aşkından ölsen bayılsan da belli etmeyeceksin, yoksa seni “kolay kadın” sanır. Erkek kadını kovalar. Olması gereken budur! Yalnız, işin kötüsü çevrede o kadar çok kadın varken bu iş risklidir, o nedenle abartmamak ve “Akıllı” olmak gerekir. Bu bir oyun değil mi? Oyunu kazanmak için doğru hamle gerek! Aşka gelince... Erkek ne kadar zengin, işi gücü yerinde, ne kadar tanınmışsa kadın o kadar âşık olmalıdır zaten, sorgulamasına gerek yoktur. Erkeğin davranışları, tutumu önemlidir ama daha önemlisi amaca ulaşmak, çoğunluğun “ideal” olarak belirlediği ile birlikte olabilmektir.
Tabii ki her kadın aynı değil ve her kadın bu tür hesapların peşinde koşmuyor. Yalnız etiketlere olan ilgi, ilişkilenme tutumlarını da etkisi altına almaya başladığından olsa gerek ilişkilerin içeriğinden çok dışarıdan nasıl görüneceğine odaklanan kişi sayısı artıyor. Yalnız her zamanki gibi kurunun yanında yaş da yanıyor. Samimiyet arayanlar farklı rollerle karşılık buluyor. Samimiyetsizlik artıkça sevgi, saygı, değer bulunmaz oluyor.
“Biri” olarak kabul edilmeniz için yanında durduğunuz kişi önemli dedik. Sadece romantik ilişkilerde değil sosyal hayatınızda da zaman geçirdiğiniz kişilerin bir markası olması önemli. Sırf bu yüzden bazı insanların kişiliğine tahammül edemediği halde sırf “tanındığı” için arkadaşlık yaptığı kişiler var. Bu gerçeği inkar edemeyiz.
İş hayatında çizdiğiniz profili de unutmamak gerek. “Biri” olarak kabul edilmek için işinizde çok iyi olmanız yeterli değil. Kendinizi ne kadar gösterebilirseniz o kadar oyundasınız demektir. 1500 sene okula gitmeniz, kendinizi geliştirmeniz yetmez, reytinginiz olmalı. Mesleğinize bağlı bu reyting türü değişiklik gösterebilir. Örneğin, eğer televizyona çıkacaksanız seçici davranmadan, bol ajitasyon, bol drama içeren TV programlarına çıkmalısınız ki çok izleyeniniz olsun. Eğer sosyal medyada boy gösterecekseniz bol bol fotoğraf çektirip koymalı, bolca paylaşımda bulunmalısınız. Ne kadar modadan anladığınızı, ne kadar stil sahibi olduğunuzu ya da ne kadar entelektüelsiniz görmeli herkes. O nedenle işiniz ne olursa olsun kendinize bir çizgi belirlemeniz gerekir. O çizgi “ideal” olmalı. Sizi yansıtması o kadar önemli değil!
Çizgi demişken; tabii ki “Biri” olmak için öyle kendinize özgü zevkleriniz falan olamaz. Bir gruba dahil olmanız gerekir. Son dönemde sosyal medyada bir gruba dahil olmanın yolu ya modaya ilgi duymak, ya sporu hayat tarzı olarak benimsemek, ya sanat aşkı ile yanıp tutuşmak ya da bir gezgin, gurme olmak olsa gerek ki bir çok paylaşım bu yönde. O kadar çok giyinip kuşanıp fotoğraf çektiren, koşu bandı üzerinde dakikalarını paylaşan, gittiği galeri ve müzelere dair yorumlar yapan, yediği yiyecekleri gezi notları ile süsleyen insan var ki kim tüm bunlarla gerçekten ilgileniyor, kim sadece “görün de beni” diye yapıyor anlamak oldukça güç. Bu işleri tutkuyla yapan, üzerinde çalışan, emek harcayan insanlar bir yana sadece “dâhil olmak” için yapanlar kendilerini sorgulasalar, belki gerçekten geliştirmeye değer başka becerileri olduğunu görecekler ama kopyala yapıştır hayatlar sorgulamayı barındırmaz içinde.
Aşk için evlenenlerle evliliği statü olarak görüp evlenenler, konumu için birinin peşine düşenlerle gerçekten o kişiye âşık olup onun yanında olmak isteyenler, spor, sanat, gezi, modayla gerçekten ilgilenenlerle sadece bir gruba dâhil olmak için ilgilenenler birbirlerinden ayırt edilemez oldu günümüz toplumunda. Kendi varlığına değer vermeyen, kim olduğunu, ne istediğini sorgulamayan, becerilerini keşfetmek için uğraşmayan, risk almaktan korkan ve “Ben buyum. Bir şey, bir kişi, bir olay üzerinden “biri” olarak kabul edilmeye ihtiyaç duymuyorum. Mutluluğum da bana ait mutsuzluğum da” diyemeyen o kadar çok insan var ki etrafta… Çevreden etkilenmemek zordur. İnsan her ne kadar samimiyetinden ödün vermese de, her ne kadar kendi varlığıyla olduğu gibi, kendi yaşam biçimini oluşturmaya çalışsa da kendisini başkalarının atfettiği sahte değer yargılarından her zaman korumayı başaramayabilir. İnsan olmanın doğasında var; onaylanmak, alkışlanmak isteğine karşı durmak zor. O kadar gelişmiş varlıklar değiliz maalesef. Bazen kendimizi yetersiz hissedip etiketlerle var olma yolunu seçebiliyoruz. Yalnız, bunu yaparken mutluluğun en samimi anlarda saklı olduğunu unutuyoruz. Tüm etiketlerden kurtulup kendi varlığımızla zaten biri olduğunuzu, değerli olduğumuzu unutuveriyoruz. İnsan kendisini keşfetmekten korkmadığı zaman sandığından daha fazlasına sahip olduğunu görebilir. Yeter ki ilk önce kendisine karşı samimi olabilsin. Bunu yapabilmek de cesaret gerektirir.