Değişmek neden zor?
Konfor alanında kalmak mı; değişmenin zorluğunu göze alabilmek mi?
Feyza Bayraktar
"Değişmek zordur”; insanın kulağına klişe bir söz gibi geliyor. O kadar fazla kullanılıyor ki, bazen anlamını yitiriyor bu söz; altı boş kalıyor. Çoğu zaman değişimden anlaşılan, sanki kişi başına gelen bir olay sonucu birden bire aydınlanacak ve o aydınlanmanın verdiği güçle tüm zorluğuna rağmen, birden değişecek oluyor. O aydınlanma kolay kolay yaşanamadığı ve doğa üstü bir güç de gelmediği için o değişim bir türlü gerçekleşemiyor. Kişi aynı yerde, aynı kısır döngüde kalakalıyor; ağzında ise “Değişmek zordur” cümlesi dolanıp duruyor.
Aslında değişmenin zorluğundan önce gerekliliğini anlamak gerek. Evet, ağaç yaşken eğilir, belli bir yaştan sonra değişmek kolay değildir de değişmekten ne anlaşıldığına bir bakmak gerek, değişimi gerçekleştirmek için. Değişmek bir kişinin yapısının tamamen değişmesi demek değildir. Örneğin; kaygıya eğilimi olan bir kişinin “Dünya yansa hasırı yanmaz” şeklinde tanımlanabilecek kadar rahat bir insana dönüşmesini beklemek gerçekçi olmaz. Değişmek, kişinin bambaşka bir insan olması demek değil, kişiye acı veren, onu mutsuz eden düşünce sistemini ve bu sistemle paralel gelişen tutum ve davranışlarını değiştirmesidir. Bu durumda şu soruları sormak gerekir; madem değişim sonucunda kişinin hayatındaki acı azalacak, o zaman neden değişmek istemez insan? Neden değişmek, değişmemekten daha zor gelir? Değişmek ne zaman gereklidir ve şart mıdır?
Hepimiz yıllar içinde deneyimlerimizi baz alarak çeşitli düşünce ve inanç kalıpları ediniriz. O kalıplar o kadar köklü hale gelir ki, o düşünce ve inançların sadece bize ait olduğu gerçekliğinden uzaklaşır, onların evrensel doğrular olduğuna inanmaya başlarız. Bunun sonucunda da biz doğruymuşuz diğerleri yanlışmış, başımıza gelen tüm felaketler, sıkıntılar ise durumların veya başkalarının suçuymuş gibi gelebilir bize. Eğer başımıza gelenlerin sadece bizim suçumuz olduğuna inanıyorsak da geri dönüşün imkansız olduğunu düşünebilir, çaresizlik duygusuna mahkum edebiliriz kendimizi. İşte o anda, sıkıntı vardır, acı vardır ve mutsuzluk bir rutin haline gelmiştir çoktan. Tüm bu döngüden çıkmak için ise bir mucize beklenilmeye başlanır; bir gün gelecek, bir şey olacak ve her şey değişecek. Kişi değişecek. Hayat değişecek. O an beklenilirken ise yıllar geçer. Ömür biter. İşte bu bekleme anını kırmak için gereklidir değişim, kontrolsüz hissedilen anda kontrolü ele alabilmek için gereklidir. Kararlar vermek ve kararların sonuçları ile baş edebilecek kadar sağlam durabilmek için gereklidir. Değişmek, yaşanılan tek bir hayatta değiştirilebilecek şeyleri değiştirmek, değiştirilemeyecek şeyleri de kabul ederek önüne bakabilmesi için insanın, gereklidir. Düşünün; hayatınızdan mutlu değilsiniz, kıstırılmışlık duygusu ile rutininizi yaşıyorsunuz. Peki, bu mahkumiyetten kurtulmak mümkün mü? Gerçekten özgürleşebilir mi insan? Cevap ise; evet. Yeter ki değişimin zorluğunu göze alabilsin, “Yapamam” deyip kestirip atmasın ve tabii yapamamayı “Doğru olan bu, o yüzden aynı yerdeyim” gibi bahanelerle ört bas etmesin...
Diyelim ki geçmişte yaptığınız seçimlerden dolayı pişmanlık duyuyorsunuz. O seçimlerin sonuçları da size acı veriyor. Öte yandan aslında ne yapacağınızı biliyorsunuz, tek yapmanız gereken hareket etmek, ama siz duruyorsunuz, bekliyorsunuz. Neden mi? Çünkü insanın bildiği mutsuzluk, belirsizliğin risklerinden ve olası mutsuzluklarından daha güvenli geliyor insana da ondan! Sonuçta siz beklediğiniz o noktaya yapışıyorsunuz. Senelerce aynı noktada kalıyor, sonrasında da onca yatırım yaptığınız konfor alanından çıkmaktan korkuyorsunuz. Mutsuz da etse, konfor alanı tanıdık, olası acılar belli, o acılarla baş etme yöntemleri de belli; başkalarını suçlamak, hayata öfke duymak, kendini kurban ilan edip bu döngüde çaresizlik duygusuyla acıya yatırım yapmak. Tabii bunu yaparken de kişinin kendi acı çekme kapasitesini yüceleştirmesi, bu düşünceden beslenmesi, tüm bu döngüyü “kabullenmek” sanması da var. Oysa insan mutsuz olduğu hayatında biraz cesur olabilse kendisini mutsuz eden durumları değiştirebilmenin illa ki bir yolunu bulur. Öte yandan değiştirmek, oldurtmaya çalışmak demek değildir, kişi bir şeyin olması için şartları zorlamaktan vazgeçtiği ve yeni bir yol çizdiği noktada değişime adım atmış sayabilir kendisini. Sonuçta değişimin amacı, sıkıntı yaratan düşünce, tutum, davranış ve durumlardan özgürleşmek; daha mutlu bir yaşama adım atmaktır.
Bazen kişi mutsuz olduğu halde kariyerini ya da iş yerini değiştiremez, bazen çok mutsuz olduğu bir evlilikte kalmayı seçer, bazen de oldurtmaya çalıştığı bir ilişkinin, kişinin peşinden koşar durur. Hepsinde bir yatırım vardır, harcanan zaman vardır, o alandan çıkmaya çalışmak demek hata yapmış olmayı kabul etmek olacaktır. Kişi mutsuz olduğu rutinden çıkmaya çalıştığı an belirsizliğin kaygısı ile yüzleşecek ve yeni gidilen yolun ebedi mutluluğu getireceğinden emin olamayacak, daha da mutsuz olmaktan korkacaktır. Oysa mükemmel karar yoktur ve her kararın çeşitli sonuçları olacaktır. Eğer kişi mutsuz da olsa tanıdık gelen alanda kalmayı seçiyorsa, o zaman o şartlarda yaşamayı öğrenip başkalarını ya da kendisini acımasızca suçlamayı bırakıp içinde bulunduğu koşullarda hem kendisine hem de çevresine zarar vermekten vazgeçmelidir. Kişi, acıyla beslendiği için değil, kendisini kurban ilan edip o çaresizlik yanılgısına kapıldığı için değil, değişmek istemediğini kabul ettiği için o alanda kalmalıdır ve o şartlar içinde mutsuz olmamak için çaba harcamalıdır. Değişmemekte ısrar etmek, hareket etmektense başkalarını ve koşulları suçlamak, kendine öfkelenip hayatından durmadan şikayet etmek kabullenmek değildir; bu tamamen konfor alanından çıkmaktan korkmak, değişmek için çaba harcamamak ve bir şeyler kendiliğinden değişmediği için hayıflanmaktır. Bu durumda ise özgürleşme asla mümkün olmaz.
İnsan hayatından şikayet ettiği noktada durup bir bakmalı; düşünmeli, kendisini mutsuz eden durumları, kişileri belirlemeli. Sonra neden o durumda olduğunu bir gözden geçirmeli, o duruma nasıl geldi, neden hala o durumda olmakta ısrarcı anlamaya çalışmalı. Düşünce sistemini gözden geçirmeli, düşünceleri ne kadarı gerçek, ne kadarını kendi deneyimleri doğrultusunda genelleştirmiş ve kendi gerçekliği haline getirmiş ayrıştırmalı. Yalnız kişi tüm suçu başkalarına ve durumlara yüklemeden, kendi inanç sisteminin tek gerçeklik olmadığını göz önünde bulundurarak, kendisini acımasızca eleştirmeden ve acıya yatırım yapmadan değerlendirmeli içinde bulunduğu durumu. Kişi içinde bulunduğu durumdan mutsuz olduğu gerçekliğini kabul ettiği, tüm hesaplaşmalarını yaptığı an değişim için adım atmaya karar vermeli ve bu kararın arkasında durabilmesi gerekir. Belirsizlik risklidir. İnsanda kaygı yaratır. Yalnız mükemmel karar olmadığını anlayarak atılan adımların yaratacağı sıkıntıları kabul etmek, tüm bu sıkıntılara rağmen, mutlu olabilme olasılığının varlığını bilmek, insana değişimin arkasında durabilmesi için güç verir. Unutulmamalıdır ki; sıkıntı içinde, mutsuz sürdürülmeye çalışan bir hayattansa, geleceğin belirsizliği ve yaratabileceği olası problemler ile baş etmeyi göze almak mutlu olmak adına daha fazla umut vadeder. Eğer kişi kendisine değer veriyorsa değişimin zorluğunun üstesinden gelip illa ki mutlu olabilme olasılığının peşinden gidecektir. Konfor alanındaki acıyla beslenmektense mutlu olmayı hak ettiğini düşündüğü için durmayı bir kenara bırakacak ve ileri doğru hareket edecektir. Değişim bunu gerektirir...