“İdeal” Etiketi ve Sonsuz Mutluluk Yanılgısı
Etiket üzerinden yakalamaya çalıştığımız “ideal” mutluluğumuz...
Feyza Bayraktar
Son yıllarda, bir çoğumuzun belki de en fazla önemsediği şeylerden bir tanesi, dışarıdan nasıl göründüğümüz… Bedensel özelliklerimizden, kıyafetlerimize kadar; kısaca dış görünüşümüz… İşimizde ne kadar başarılı olduğumuzdan, sosyal hayatımızda kimlerle görüştüğümüze kadar; özetle yaşam tarzımız… Hepsini bir başlık altında toplayacak olursak; etiketimiz…
”İdeal kişi”, “ideal yaşam tarzı” kriterlerini kim, ne şekilde belirledi ve hangi yollarla bir “yapılması gerekenler” listesi çıkartıp, bu listenin de “sonsuz mutluluğun” kapılarını açacağına dair insanları inandırdı bilemiyorum. Yalnız, tüm bu süreci, bu yazı kapsamında bir kenara bırakıp sonuca bakacak olursak; “ideal” etiketini üzerimizde taşımak için yapılması gerekenler listesindekileri gerçekleştirme peşinde koşarken, aslında kim olduğumuzu, hayattan neler beklediğimizi, nasıl mutlu olabileceğimizi göz ardı ettiğimiz gerçeğidir.
İş yaşamında başarılı olmak; sayısız titre sahip olmak, çok para kazanmak, tanınmak, sözünü geçirebilmek... Bu liste, daha bir çok kriterin “ve/veya” lar ile birleşmesinden oluşabilir. Tabii ki insanın, iş yaşamından tüm bunları beklemesi kadar doğal bir şey olamaz. Öte yandan, insan tüm bu özelliklere sahip olsa bile, yaptığı işi sevip sevmediğini sorgulamadan, üretip katkıda bulunmanın keyfini almadan, sadece “ideal” başarı etiketine sahip olmak için, bir o yana, bir bu yana nefes almadan koşuyorsa, kaybetme endişesi ile kendisini daha çok çalışmak zorunda hissediyorsa, gerçekten “başarılı” hissedebilir mi ki? Katılması zorunlu bir yarıştaymışçasına, kaybetme olasılığının soluğu her an ensesinde iken, insan başarıyı yakalasa bile, “başarılı olmanın” keyfini sürebilir mi ki? Peki, işini gerçekten severek yapıyorsa bir insan, başarı zaten kendiliğinden gelmez mi ki eninde sonunda? Oysa, ideal etiketine sahip olabilmek için yapılması gereken; işini severek yapmak değil, hızlı bir şekilde “başarıya ulaşmak” tır.
İdeal bedene sahip olmak... “İdeal” hedefine ulaşmak için koşulan yarışta, rakiplerin önüne geçmenin en zor olduğu kulvarlardan bir tanesidir. Kilolu olmak, “ideal” değildir; çünkü kilolu isen iradesizlik etiketi yapıştırılır üstüne. Zayıf isen, “yemek ve kilo ile takıntılı” olduğuna karar verilir ve bu da ideal değildir. Ayrıca, her ikisi de ideal güzellik kriterlerine uymaz. İdeal beden için ilk önce “fit” olmak gerekir. Öte yandan, sadece “fit” olmak, ideal için yeterli değildir. İdeal bacaklar, ideal burun, ideal dudaklar, ideal gözler, ideal kaş ve kirpikler... Bu liste uzadıkça uzar. Bir kadın, ideal bedene sahip olmaya ne kadar yakınsa, o kadar güzel sayılır çevre tarafından. Güzel olmak ise “ideal” olmanın olmazsa olmazlarındandır. Erkekler için ise kaslı ve sportif bir vücuda sahip olmak, uzun boylu olmak ideal bedensel özellikler arasında sayılabilir. Yalnız, göz ardı edilmemesi gereken bir durum var, o da; ideal beden etiketine sahip olmak, kadın için erkeğe kıyasla, daha büyük bir baskı unsurudur toplumda. Çoğu kadın, bu baskı ile bedenini değiştirmeye çalışırken, değiştiremediği her şey için öfkelenir, kendisini çaresiz, bazen de yetersiz hissedebilir. Kendi bedenini yeterince “iyi” bulmaz, ideal değildir çünkü... Oysa, bedenin sınırları vardır ve o “ideal”e asla ulaşılamaz. İdeal beden, ulaşılması imkansız kriterlerin toplamıdır.
İş hayatında “ideal başarıyı” yakalamak, ideal bedene sahip olmak; ideal yaşam tarzının sadece bir kısmıdır. Sosyal olmak, ideal yaşam tarzının olmazsa olmazlarındandır. Sosyalleşmenin de kendi içinde kuralları vardır tabii ki… Belli mekanlara gitmek, “hatırı sayılır” dostlarının olması, olabildiğince “görünmek”… Sonra mutlaka evli olmak ve çocuk sahibi olmak…Tabii ki evlenip çocuk sahibi olmayı istemek, insanın en doğal hakkı. Yalnız, sadece “ideal” etiketine sahip olmak için, kişinin kendisini evlenmek ve çocuk sahibi olmak zorunda hissetmesi, eş seçimini yaparken, karşısındaki kişinin kendisine uygun olup olmadığını sorgulamadan, “ideal” etiketine yakın birisini seçmeye çalışması ve çocuklarını da çocukların istek ve becerilerini, özetle kim olduklarını göz ardı ederek, “ideal” etiketini taşıyabilme kriterlerine göre yetiştirmeye çalışması; ideal bir aile değil, mutsuz bir aile hayatına sahip olmasına sebep olabilir. Yalnız, bu sonuç çoğunlukla hesaba katılmaz.
“İdeal” etiketini taşıyabilme kriterlerini tamamladıkça, kişinin büyük bir haz duyduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bu haz, kişinin çevresine nelere sahip olduğunu gösterme çabası sonucunda, onaylanma duygusunu yaşamasının getirdiği hazdır. Yalnız, günün sonunda, kişi kendisi ile baş başa kaldığında, “ideal” olmak için sahip olması gereken tüm o kriterleri tamamlamış olsa bile, ona vaat edilen mutluluğa ulaşamamış olduğu gerçeği ile baş başa kalır. Belki hayatında hiç bir zaman, ne isteyip ne istemediğine, nasıl mutlu olup olmayacağına dair kendisini sorgulamamıştır. Belki de sorgulamaktan özellikle kaçınmıştır. Ya kendi istekleri hiçbir ideal ölçüsü ile örtüşmezse, ya kendi seçtiği yol, diğerleri tarafından onaylanmazsa, ya bu onaylanmama sonucunda yalnız kalırsa, ya “kaybeden” olarak etiketlenirse, ya sonunda mutsuz olursa... Çoğu insana, kendi seçimleri yüzünden mutsuz olmanın sorumluluğunu taşımaktansa, diğer bir çok kişinin “doğru bildiğini” uygulamak daha konforlu gelir. Kişi, günün birinde, “ideal” olmaya çalışmanın sonsuz mutluluğun kapılarını açmadığını fark etse bile, o yolda harcadığı onca emek ve zaman ile yüzleşmek istemeyebilir; çünkü boşa harcanan bir ömür düşüncesinin acısı oturacaktır yüreğine. O yüzden de sahip olduklarını çevreye “daha fazla göstermeye” çalışarak, duyduğu haz ile ayakta kalmaya çalışır. Haz, onun mutluluk tanımı olur artık.
Bu noktadan sonra, kişi kendisinin ne istediğini bulmak için çaba harcamayı ve onun peşinden gitmeyi çoğunlukla göze alamaz. Olduğu yerde kalır. Değişim zordur. Kendi kararlarının sorumluluğunu taşımak zordur. Öte yandan, farkında olmadığı bir şey vardır; o da insanın sadece bir yaşamı olduğu ve o yaşamı, geç kalmış olduğuna inansa bile, kendi istediği gibi yaşayabilmenin verdiği özgürlük hissinin getirdiği mutluluğun “gerçek” olduğudur. Altının “yaşamla” dopdolu olduğu bir mutluluk... Tüm o kriterlere baş kaldırarak, özgürce yaşayabilmek, bir çok insan tarafından onaylanmayabilir; çünkü cesaret, cesareti olmayanların yok etmeye çalıştığı bir tehdittir. Yalnız, bu başkaldırının, bir çok kişiye ilham kaynağı olacağını da unutmamak gerekir.
”İdeal” değil, kendi gerçekliğiniz üzerine kurduğunuz bir hayat yaşayabilmeniz dileğiyle...Sonuçları ne olursa olsun...