Kadının varlığı erkekten mi geçer?

Kadın, erkek, statü, mutluluk ve ilişki üzerine bir yazı...

Feyza Bayraktar

Feyza Bayraktar


Kadının varlığı erkekten mi geçer?
İlkokul dönemi:
- Anneciğim Kerem gelebilir mi bize oynamaya?
- Keremler nerede oturuyor? Annesi, babası ne iş yapıyor?

Lise dönemi:
- Anne ben çıkıyorum Ali ile buluşacağım dershaneden. Ders çalışacağız.
- Ali hangi okulda okuyor? Dersleri nasıl? Hangi üniversiteyi hedefliyor?

Üniversite dönemi:
- Anne ben Can'la sinemaya gidiyorum.
- Can hangi bölümde okuyor? Arabası var mı?

İş hayatı:
- Anne ben Mert ile çıkıyorum. Sizinle tanıştırmak istiyorum.
- Mert ne iş yapıyor? Maaşı nasıl? Hangi okulları bitirmiş?

Evlenme arifesinde:
- Anne biz önümüzdeki yaz evleniriz artık.
- Düğünü nerede yapacaklar? Terfi alacak mı yakında? Evi var mı?

İlkokul döneminden başlayan ve ömür boyu devam eden bu sorular, sorgular toplumumuzda kadının özgürleşmesini engelleyen en önemli faktörlerden biri olarak tanımlanabilir. Diyeceksiniz ki ne ilgisi var kadın özgürlüğü ile yukarıdaki kısa diyalogların; o zaman şöyle açalım bu meseleyi tüm yönleriyle ve kadının kendi kıstırılmışlığına bir göz atalım…

Türkiye gelişmekte olan bir ülke, kadınlar okuyor, iş hayatında yükseliyor, erkeklerle aynı sahada varlıklarını ortaya koyabiliyorlar. Yeni Türkiye’nin okumuş, çalışan kadını kendisini batıya yakın hissediyor, kendi ayakları üzerinde durmayı, birey olmayı esas alıyor hayatında. Bir erkeğe muhtaç olma fikrini küçümsüyor. Yalnız öyle anlar geliyor ki tüm bu eğitimini, bireyselleşme çabasını, entelektüel kapasitesini unutuveriyor ve toplumun ona giydirmeye çalıştığı “var olmanın yegane kuralları” korsesinin içine girmeye çalışıyor farkında olmadan. Bir kadın ince, güzel, bakımlı olmalı ve maddi durumu, işi iyi olan bir kocası olmalı; kadının var olmasının tek yolu bu ve bunu yapamayan kadın hem cinslerine göre başarısız sayılabiliyor. Kadın doktor olmuş, şirkette yönetici olmuş ama kilolu ise yeterince başarılı değildir, evlenmemiş ise ya da kocasının dolgun maaşlı bir işi yoksa kadının başarısı bir anda değersizleştirilebiliyor. Kadın dış görünüşüne dikkat etsin ki iyi bir eş bulsun, güzel olsun ki bulduğu eşi başkasına kaptırmasın! Diğer yaptığı şeyler de önemli tamam ama eğer dış görünüş ve eş meselesi toplum beklentilerini karşılamıyorsa o zaman “başarılı ama güzel değil” “başarılı ama iyi koca bulamamış” etiketi yapıştırılıveriyor. Diğer bir deyişle kadın ancak bir erkek üzerinden varlığını ortaya koyabiliyor, kendi başına yaptıkları tamam ama yetersiz! Neden mi? Çünkü bir kadın ancak güzelse ve iyi bir kocası varsa başarılıdır, hemcinslerinin önüne geçmiştir, e mutluluk dediğin şey de başka ne olabilir ki?! El alemin yarattığı bu yarışı kazanmaktan başka mutlu olma yöntemi var mıdır ki? Hem sen el alemden daha iyi bilecek değilsin ya?!

Güzel kadınların hepsi mutlu olsaydı bu kadar basit bir mutluluk formülü varken eminim plastik cerrahinin nimetlerinden herkes faydalanır ve mutsuz kadın kalmazdı dünyada. İşi, kariyeri, parası olan her erkek kadını mutlu edebilecek kadar ilişki becerisine sahip olsaydı eminim böyle eşleri olan kadınlar hiç boşanmazlardı. Kadın ilişkiye arka çıkacak, sorumluluk sahibi, iletişim kurabileceği bir erkek mi arıyor yoksa sponsor mu ya da eşe dosta gösterebileceği şık bir tablo mu? Tüm bunları eminim bir çok kadın zaman zaman kendisine soruyor ve kendi varlığı ile huzur bulmaya çalışıyordur ama o başkalarının yazdığı senaryonun her sosyal ortamda kafasına vurulmasından olsa gerek bir süre sonra dini sorgulamaktan korkar gibi korkmaya başlıyor kadın el alemin doğrularını sorgulamaya. Olduğu gibi kabul ediyor, o şekilde yaşamaya çalışıyor. 

Kaşım, saçım, kilom  diyaloglarını olası sevgili, eş adayının parası, arabası, evi, kariyeri izliyor. Ne var ki kadının bu durumdan edindiği duygusal kazanç konusunu kimse dürüstçe konuşamıyor. Kadın güzel o kısmı tamam; zengin, başarılı adamla da beraber o da tamam fakat güzel kıyafetlerle ortada salınmak, güzel bir evde oturmak nereye kadar bir kadının duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilir burası da tamam mı? Rahat bir hayat sürmeyi herkes ister yalnız çalışan kadın zaten kendi başına üç aşağı beş yukarı rahat bir hayat kurabilir kendisi için. Mesele kadının bir ilişkiden ne beklediğini tanımlaması; ev, araba, mal, mülk, dostlar alışverişte görsün ve duygusal boşluğu dışarıda flört ederek kapatmak mı yoksa gerçekten iyi günde kötü günde birbirinin yanında olabilecek bir hayat arkadaşı yaşlanmak mı? 

Tabii tüm bunlardan zengin, başarılı erkeklerin duygusal ve ilişkisel olarak kadına bir şey veremeyeceği anlamı çıkartılmamalı. Sadece bir çok kadının ilişki yaşamak yerine erkeği sığınak olarak kullanmak veya topluma göstermek için bir sevgili, eş aradığı gerçeği yok sayılamaz ve bu illüzyon içinde kadın kendisi için ne istediğini, kendisini neyin mutlu edebileceğini göz ardı edebiliyor. Erkekler ise kadınların çoğunluğunun gösterdiği bu tutuma o kadar alışmış durumdalar ki farklı olan bir tutum onlarda kaygı yaratabiliyor. Bir kadının maddi, sosyal, toplumsal kaygıları olmadan bir erkekle sadece sohbet etmekten, baş başa zaman geçirmekten hoşlandığı için birlikte olmak isteyebileceğini düşünemiyor. İçten içe erkek böyle bir kadın hayali kursa bile var olmak için kendisine ihtiyaç duymayan sadece kendi varlığı ile onunla ilişki içinde olmak isteyen bir kadın erkeğe yabancı gelebiliyor. Bazen bu durum erkeği tedirgin edebiliyor. Bunun sebebi ise erkek sahip olduğu statü, para yani hediye paketi olmadan sadece kendisinin yalın bir şekilde yetersiz kalabileceği endişesinden başka bir şey değil. Her zaman alışık olduğu, deneyimleriyle sabit “kadınları ancak statünle bir paket halinde etkileyebilirsin” inanışı sarsıldığı an kendi güvenli alanına dönmek için kendi üzerinden var olabilecek bir kadını tercih edebiliyor. Kendi yansımasını bir kadın üzerinden görmeye alışık olmayan bir erkek için salt varlığı, kadının yanında kendisini savunmasız hissetmesine sebep olabiliyor. Bu tür durumlarda genelde erkekler güçlü kadını sevmez klişesi tez olarak ortaya konuyor ama asıl problem daha çok kadınların bir çoğunun bugüne dek toplumdan satın aldığı düşünce, tutumlarla erkeği getirdiği noktada yani kadının “varlığımın odağı, dış görünüşüm ve statü sahibi bir eştir” mesajlarında...

Günümüz eğitimli kadınları yalnız kalma korkuları ile girdikleri eş, sevgili arayışlarında erkeği sanki işe alacakmış gibi kariyeri, maddi durumu ile değerlendirip ilişkisel tutumunu tartmaya, onu tanımaya, tanışık olmaya gerek görmeden o adama yapışıp kalma yanlışını yapabiliyorlar.  Erkek ise kadından gördüğü bu genel tutumdan dolayı sadece kendisi ile ilgilenen, onu sadece kendi varlığından dolayı tanımaya çalışan ve paketine ihtiyaç duymayan kadını anlamakta güçlük çekebiliyor. Genel durum böyle olunca da ne kadın erkek üzerinden var olmaktan kendisini alabiliyor ne de erkek kendisini her şeyden bağımsız olarak isteyecek bir kadınla birlikte olmaya yanaşabiliyor. 

Toplumsal mesajlara kulak tıkayıp iç sesi bulmak, ona inanmak ve o doğrultuda ilerlemek kolay değil ama bir masalın “sonsuza kadar mutlu yaşadılar” ile bitmesi için güzel prenses ve beyaz atlı prens şartı gerçek hayatta yok. Sonsuza kadar olmasa da mutlu ilişkinin olmazsa olmazlarından birisi kadının kendi varlığını kendisi üzerinden gerçekleştirip kendi bütünlüğü ile erkeğini bulması, erkeğin ise ona kendi yansımasını gösterecek kadar yalın bir şekilde onunla olmak isteyen kadına mal varlığı ile değil kendi varlığı ile sahip çıkmasıdır.