Robin Williams’ın Ardından
“Hayatın kendisi bir maceradır.”
Feyza Bayraktar
Robin Williams, Hollywood’da en sevdiğim aktördü. Ölümü özellikle de intihar ederek ölmesi beni gerçekten çok üzdü. Aslında bir yandan da çok şaşırmadım çünkü komedyenlerin genelde bir çoğu kendi içlerinde kaygılı ve/veya depresif insanlardır. Komedi bir anlamda onların hayatla başa çıkma yöntemidir, içlerindeki acının dengelenme biçimidir. Yalnız dışarı karşı devamlı çok eğlenceli ve mutlu gözüktükleri için insanlar onları kendi hayatlarında da öyle sanırlar. Günlük yaşamlarında bile çok az insana kendilerini açabilirler çünkü onlardan beklenen her zaman mutlu, komik ve hareketli olmalarıdır. Onlar sosyal hayatlarını da bir anlamda şov kalıbında yaşarlar ki bu oldukça yorucudur. Bir noktada o içlerindeki gerçek benlikleri isyan ederek ortaya çıkabilir, alkol, uyuşturucu, depresyon ve intihara gidebilecek olan yol görünüverir. Robin Williams oynadığı filmler, söylediği sözler, canlandırdığı karakterler ile bir çok insanın hafızasına kazındı, birçok insanın hayatına dokunmayı başarabildi yalnız kendi hayatı avuçlarının arasından kayıverdi.
“Ölü Ozanlar Derneği” ile, “Carpe Diem” anı yaşa, hayatı kaçırma dedi bizlere; biz ne kadar anı yaşadık, o zamandan bu zamana geçen süre içinde, ne kadar bulunduğumuz anlara tutunabildik? Planlarımız, sorumluluklarımız, yapmamız gerekenler, başkalarının beklentilerini karşılama çabalarımız…Kaç tane gerçekten bize ait “an” ımız oldu? Bir düşünün. Gelecekteki belirsiz bir “an” ı daha iyi yapma çabalarında iken şimdikini gözden çıkartmadık mı? Hayatı durmadan erteleyip sonra da “ne çabuk geçti yıllar” demedik mi hiç? Bir düşünün. Carpe Diem dedik ama yapabildik mi?
“Can Dostum” da tüm hırslarını, markaları bir kenara bırakmış, hayatın ve insanın gerçeğini, doğallığını anlatan bir terapist olarak çıktı karşımıza. Gerçekten sevmeyi anlattı, tüm doğallığı ile ilişkileri, deneyimleyerek öğrenmeyi aktarmaya çalıştı. Biz ne kadar sıyrılabildik tüm markalardan, anlamsız hırslardan, olmak yerine “mış gibi” yapmaktan ve ilişkileri satranç oyunu zannetmekten… Gerçekten sevebilecek kadar yüreğimizi açabildik mi? O kadar net ve gerçek olabilmeyi öğrendik mi?
“Patch Adams” filminde Robin Williams aykırı bir doktor oldu. Hastalıkları tedavi etmeye odaklanmanın insanları tedavi etmekten geçtiğine inandı. Bağ kurmaya, karşımızdakini tanımaya, onu mutlu etmeye, hayatına dokunmaya teşvik ettik bizleri. Yeryüzünde sevginin zor bulunabilir bir şey olması durumundan çıkması için herkesin bir şeyler yapabileceğini, küçük bir dokunuşun bunu sağlayabileceğini anlattı. Biz kaç kişiyi gerçekten tanımaya çalıştık, beklentisiz hayatına dokunmak istedik ya da cimrileşmeden sevebildik? “Ben ve Diğerleri” olmaktansa “Hepimiz” olabilmeye çalıştık? Yoksa hala kendi eksenimizde kendimiz için sevgi, mutluluk mu bekliyoruz, arıyoruz? Vermeden, sadece almaya çalışarak…
Robin Williams tüm bu filmlerde hep normların dışında bir insandı. Kendi inandıkları için savaştı. Kendi özel hayatında ne oldu bitti ayrıntılı bilemiyoruz ama her ne kadar hayatına son vermiş olsa da o tamamen bu dünyadan kopup gitmedi. Filmlerinde canlandırdığı karakterler ile bize anı yaşayın, hayatı kaçırmayın, kendi isteklerinize kulak verin, başkalarının ne istediğini, beklentilerini kendi hayatınız gibi yaşamayın, markalardan sıyrılın, kendiniz olun, sevgi için mücadele edin, kendi içinizdeki çocuğu öldürmeyin, hayal etmekten vazgeçmeyin dedi. Aynı “Peter Pan” ın içindeki çocuğu öldürmediği gibi, o da bize “Yaşamın kendisi bir maceradır” gerçeğini anlatmaya çalıştı. Macerayı uzaklarda aramayın çünkü o sizin kendi anınızda saklı, yeter ki siz kendiniz olmaya cesaret edebilin. Hayatın avuçlarınızın içinden kayıp gitmesine izin vermeyin.