Eski aşklar, mutluluk, hüzün ve bir bahar akşamı
Bir şarkının hikayesinde gizlidir, eski aşkların başkalığı...
Kürşat Başar
Acaba sahiden de eski aşklar başka mıydı? Yoksa geçmişe bakarken biz mi öyle sanıyoruz?
Geçmişin aşklarını ancak efsaneleşmiş biçimleriyle okuyup izlediğimiz ve ayrıntılarını bilmediğimiz için mi bize öyle geliyor?
Bir bahar daha başlarken bir şarkının öyküsünü anlatsam belki de gerçekten ne büyük farklar olduğunu düşünebiliriz... Sayısız kez seslendirilen, Zeki Müren’den Barış Manço’ya kadar pek çok ünlünün söylediği bir Selahattin Pınar bestesi...
Adı: ‘Bir Bahar Akşamı’.
Aslında Fuat Edip Baksı’nın 1963 yılında yayınlanan kitabında yer alan bir şiir. Fuat Edip Bey öğretmen. Aynı zamanda birkaç şiir kitabı yazmış ve şiirleri pek çok besteye güfte olmuş.
‘Bir Bahar Akşamı’nın hikayesi oldukça ilginç. Fuat Bey 18-19 yaşlarındayken rüyasında çok güzel bir kız görmüş. Uzun zaman etkisinden kurtulamamış bu rüyanın ve bu genç kızı aramış durmuş. Ama tabii öyle bir kıza rastlamamış. Ailesi onu bu garip platonik aşktan kurtarmak için mi bilinmez biraz da zoraki evlendirmiş. Uzun yıllar öğretmenlik yapan Fuat Edip Bey’in yaşlılık günlerinde yolu bir akşamüstü Çamlıca Kız Lisesi’ne düşmüş. O yoldan geçerken öğrenciler de dağılmaktaymış. Birdenbire karşısında yıllar önce rüyasında gördüğü kızı görüp kalakalmış. Genç öğrenci de bu yaşlı adamın kendisine bakışından şaşkın, utanarak uzaklaşmış. İşte o unutulmaz şarkının güftesi bunun üzerine yazılmış.
“Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz?
İçimde uyanan eski bir arzu
Dedi ki yıllardır aradığın işte bu
Şimdi soruyorum büküp boynumu
Daha önceleri neredeydiniz?
İnsanın gerçek değil de bir Türk filmi öyküsü olduğunu düşüneceği türden bir şey değil mi? Bugünlerde rüyasındaki bir sevgiliye tutulup yıllarca onu unutmayan kimse kalmış mıdır? Herkesin birbirine internetten hazır aşk mesajları yolladığı, balonlar ve kalp logolarıyla ilan-ı aşk ediverdiği, gecenin bir saatinde başlayıp bir hafta sonra bir başka gece biten ilişkilerin büyük aşk diye manşetlere taşındığı, ‘aşkım’ sözcüğünün artık içimizi kıydığı bugünlerde bunları anlamak biraz zor...
İşin ilginç yanı, bu şiiri besteleyen ünlü besteci Selahattin Pınar’ın da hayatının büyük bir aşkın peşinde solup gitmiş olmasıdır.
Babası tarafından ‘çalgıcı’ olmak istediği için evden kovulan bestekar, udi ve tanburi Selahattin Pınar, yıllar sonra 25 yaşında, bu kez de tiyatro oyuncusu olmak istediği için ailesi tarafından dışlanan Afife Jale ile tanışır ve evlenir.
Müslüman kadınların sahneye çıkmasının yasak olduğu 1920’li yıllarda, içindeki tiyatro aşkını öldüremeyen Afife, önceleri Selahattin Pınar’la çocukluğunu, gençliğini ve aşkı yaşasa da bu yoksunluğu bir türlü ideremeyecektir.
Önce Taksim’de sonra Fatih’e bahçeli bir evde otururlar. Bahçede saklambaç oynarlar, balığa çıkarlar... Afife’nin yazdığı şiirler için Selahattin Bey sonraları, ‘çocuk resimleri gibi şiirlerdi...’ diyecektir.
Kavga ettikleri zaman bile, ‘ben haklıyım’ yerine ‘sen haklısın’ demeyi tercih ederler.
Hayatında hepi topu birkaç kez sahneye çıkabilen Afife için bu evlilik belki sakin ve korunaklı bir limandır ama içindeki aşk, ilk sahneye çıktığında oynadığı sahne için söylediği gibi ‘o unutulmaz saadet’ kesin yasaklar nedeniyle artık asla geri gelmeyecektir.
Bu Afife’yi, ne kadar gizlemeye çalışsa da yiyip bitirmektedir. Tiyatro aşkı yüzünden hem ailesi tarafından reddedilmiş hem devletin tokadını yiyip ahlaksızlıkla yaftalanmıştır. Üstelik bütün bunların sonunda, ilk oyun gecesi bir yazarın onu alnından öperek söylediği, “Bizim tiyatromuza bir fedai lazımdı, işte sen o fedaisin” cümlesi ne yazık ki hüsranla sonuçlanmıştır.
İşin garip tarafı, Cumhuriyet’ten sonra Türk kadınlarının sahneye çıkması desteklenmiş ve Bedia Muvahhit gibi pek çok isim üne kavuşmuştur. Ama bu küskünlük döneminde Afife, morfin denen bir illete bulaşmış ve bu kez de onun acılarıyla boğuşmaktadır.
Bu nedenle de, Darülbedayi’de iş bulamayacak, birtakım özel kumpanyalarda sahneye çıkmaya çalışacaktır.
Yazık ki bütün bunlar da işe yaramaz ve morfin iptilası bütün hayatını ele geçirir. Hatta sırf bu nedenle aşkını, sevgilisini aldatıp kendisini bu illete alıştıran bir eczacıyla birlikte olur.
Sonunda onu anlamaya, belki onu bu durumdan kurtarmaya çalışan bestecinin de morfine başlaması nedeniyle artık ondan kesin olarak ayrılmaya karar verir. Selahattin Bey’e sonunda, “En azından seni bu bataklığa sürüklemek istemem” diyecektir.
Büyük bir coşkuyla başlayan sanat hayatı da kendisine kol kanat geren aşkı da onu kurtaramayacak ve sonunda Bakırköy’e yatıp son günlerini bu hastanede geçirecektir.
Selahattin Pınar’ın ‘Nereden sevdim o zalim kadını’ gibi eserleri kuşkusuz ona yazılmıştır ve sonradan mutsuz bir evlilik yapıp geçmişinden kurtulmuş görünse de ünlü besteci onu asla unutmayacak ve son olarak ‘Hatıralar’ adlı şarkıyı da ona söyleyecektir.
‘Beni de alın koynunuza hatıralar/dolanıp kalayım bir an boynunuza hatıralar...’
Aşk büyük bir mutlulukla büyük bir hüznü birlikte taşıyor bazen.
Bir rastlantının, bir bahar akşamının size ne getireceğini, nasıl bir hayata sürükleyeceğini bilmek gerçekten de imkansız.