Hepimiz özeliz

Herkes evindeki ortamı her yerde yaşamak istiyor.

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Hepimiz özeliz

Geçenlerde kalabalık bir topluluk halinde kahvaltıya gittik. Hava güzel, keyifler yerinde, gittiğimiz yer harika... Garsonlar koşturuyor. Son yıllarda pazar kahvaltısı, brunch olayı malum iyice abartılmış olduğundan masada kuş sütü eksik desem yalan olmaz.
Ama buna rağmen özellikle kadınlar, sürekli olmayan bir şeyler istemekte kararlı. Diyelim sekiz çeşit peynir varsa orada olmayan bir peynir istiyorlar. Domates, salatalık söğüş doğranmışsa salata halinde yapılmasını rica ediyorlar. Eminim salata olarak konsa da söğüş isteyen çıkacak.
Bitki çayı isteyen, tek tek bitkileri sayan hatta içine limon bir de tarçın çubuğu koyun diyen var.
En son annemin bile masadaki 10 çeşit ekmeği elleyip, “Çocuklar normal beyaz ekmek yok mu ondan getirseniz...” demesiyle gülmeye başladım.
Eskiden bu adet var mıydı diye merak ettim.

Benim hatırladığım bizde bir yere misafir gidildiğinde ‘misafir umduğunu değil bulduğunu yer’ diye bir söz vardı ve masaya ne konursa teşekkür edilir, ‘elinize sağlık’ denirdi.
Çocuklar bazen alışık olmadıkları bir şey gelip yiyemeyince, anne hemen devreye girer, bir biçimde durumu idare etmeye çalışırdı.
Misafirlikte, ‘ben bunu yemem, bunu sevmem, onu istemem, şunu isterim’ gibi şeyler söylemek ayıptı. Kaldı ki zaten güzel, keyifli bir ortamsa yemeklerle çok da fazla ilgilenilmezdi. Hatta evde annemizin yaptığı yemeğe bile burun kıvırmak görgüsüzlük sayılırdı.
Ben zayıf bir çocuk olduğum için ailede her zaman ne yemek yapılacağını bana sorarlardı ama özellikle teyzemlerde, halamlarda misafirlikteysem asla ağzımı açıp şunu isterim, bunu istemem demezdim.
Hala, bugün bile gittiğim lokantada istediğim yemek yanlış gelse çok garip bir durum yoksa sesimi çıkartmam veya çaktırmadan başka bir şey daha isterim. Ona verilen emeğe saygısızlık yapmak veya basit bir yemek için aşçıyı, garsonu kırmak istemem. Tanıdığım, sık gittiğim bir yerse bir ara belli etmeden uyarırım belki.

Şimdi bu adetler değişti.
Herkes kendi alıştıklarını, istediklerini, evindeki ortamı her yerde yaşamak istiyor.
Gittiği yerin özellikleriyle, oradaki ortamla ilgilenmek yerine her zaman zaten yaptığı şeyleri yapmaya çalışıyor.
Çocukların misafirlikte ya da bir lokantada yemeğe oturup, ‘ben bunu yemem, bundan nefret ederim’ gibi şeyler söylemesi normal karşılanıyor artık. Çünkü anneleri de böyle davranıyor.

Bir kadını yemeğe davet ediyorsunuz, mönüyü uzun uzun inceleyip garsona sorular soruyor, sonra da olmayan bir şeyi istiyor. 10 çeşit salata görüp 11’inciyi soran veya ‘o salataya şunu da koyamaz mıyız?’ diyen çok.
Bir keresinde bir arkadaşımla yemeğe gitmiştik. İş konuşuyoruz, acelemiz de var, zaten öyle çok havalı bir yer değil, basit bir brasserie... “Kuzu pirzolası var mı?” diye sordu garsona. Var deyince “süt kuzusu mu?” diye sordu. Garsonun yüz ifadesini unutamıyorum.
Benimle yemeğe mi çıkıyorsun yoksa lokantaları denetleyen gurme yazarı mısın?
Gerçi son yıllarda erkeklerde de bu huy başladı. Omletine konacak malzemeyi bile tek tek sayıyor millet.
Hepimiz özeliz, her şey bize göre özel olacak havasındayız. Neyse ki lokantalar bu konuda ‘müşteri ne isterse haklıdır’ havasında da fırça yemiyoruz.
Ben bu konuyu açınca masa ikiye bölündü. Bir kısım bana hak verirken bir kısım da ‘niye gittiğimiz yerde istediğimiz olmasın, yoksa da yapılsın’ diyerek kendilerini haklı buldu.
Yabancı misafirlerim geldiğinde ya da yurt dışında onlarla yemeğe çıktığımda, hele ki benim davetlim olduklarında, bugüne kadar hiç arıza çıkartan, yemekten şikayet eden, gittiği yerde söylenip duran görmedim.

Ama en yakın arkadaşlarım da dahil bizde durum tam tersi.
Üstelik en olmadık yerde en olmayacak şeyleri isteyenler de az değil.
Kır gazinosu gibi bir yerde espresso isteyip bulamayınca söylenenleri bile gördüm.
Tabii bu talepler nedeniyle bizde servis sektörü çağ atladı. Özellikle kadınların her şeye bir kulp bulması, mönüde ne yoksa onu istemesi, ıvıra zıvıra arıza çıkarması nedeniyle artık dağın başında köy kahvaltısı ederken bile somon füme getiriliyor onu da itiraf etmeliyim.
Ama bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi karar veremiyorum.

Bir keresinde davetli olarak Urfa’ya gitmiştik. Bir grup yazar, kitap fuarı için misafiriz. Takdir edersiniz ki özellikle Anadolu’da misafir ağırlamak için herkes deli gibi çırpınır, akla hayale gelmedik yemekler yapılır, masa kelimenin tam anlamıyla donatılır.
Yine böyle bir durumda yemek yiyoruz. Yanımızda Urfalı ev sahiplerimiz de var. Yazar arkadaşlardan biri durdu durdu, “Yahu siz hep böyle kebap mı yersiniz, iki gündür içimiz dışımız kebap oldu, başka yemek yok mu?” deyiverdi.
Bir dönem her yıl Frankfurt Kitap Fuarı’na giderdim. Tabii birçok Türk yazar, gazeteci de geliyor. Başka ülkelerden gelenler Alman yemekleri yemek için yerel mutfak peşinde gezerken, bizimkiler ya bir Türk ya da Yunan meyhanesi bulup aynen İstanbul’daki gibi akşam çilingir sofrasını kurdururlardı. Hatta yanında buradan peynir, rakı götürenleri de biliyorum.

Özellikle dikkat ettim, ünlü, ünsüz, zengin, yoksul, şuralı buralı olmak fark etmiyor. Hepimizde, gittiğimiz yeri kendimize benzetmek, kendi istediğimiz şekle sokmak, alıştığımız neyse onu orada bulmak saplantı haline gelmiş.
Bir keresinde bir Brezilya restoranında balık istemiştim. Garip bir sosla geliyor balık. Ben de tarif edip ızgara balık istediğimi söyledim. Aşçıyla lokantanın sahibi biraz sonra birlikte geldiler, hayretler içinde ve yeniden ne istediğimi anlamaya çalıştılar. Adam aylarca uğraşmış mönü yapmış biz gidip anında mönüyü değiştiriveriyoruz.  
Biz böyleyiz.

İsviçre’de küçücük dağ otelinde akşam saat 10’da bar filan kapandığı için anahtarını alıp üç gece boyunca kendi kendimize barı açıp oturduğumuzu bilirim.
Avrupa’da iki günlüğüne gittiği otel odalarında çiğ köfte yoğuran ünlülerimizi filan hatırlarsınız herhalde.
Yani elin Danimarkalısı, İzlandalısı gelip burada hayatında görmediği yemekleri bayıla bayıla yiyor, ertesi gün enfeksiyondan kırılsa bile hala teşekkür ediyor da biz niye bu durumdayız bilemiyorum.
Ben bu konuyu yazacağımı söylediğimde masada tartışma hala devam ediyor ve ‘Tatlı olarak ne gelecek? Nar suyu değil de taze nar var mı?’ gibi sorular soruluyordu.