'Kadının adı yok' diyeli kaç yıl geçti?
Kadına neden değer verilmiyor?
Kürşat Başar
Sevgili Duygu Asena, ‘Kadının Adı Yok’u yazalı ne çok zaman geçmiş.
Bu ülkede kız çocukları yıllarca sayılmadı, adları anılmadı. ‘Kaç çocuğun var?’ denildiğinde babalar yalnızca oğlanların sayısını söyledi. Daha 16 yaşındaki oğlan çocukları ‘ailenin namusu’ diyerek olur olmaz sebeplerle kız kardeşlerini öldürmeye devam ediyor töre cinayeti adıyla. Duygu, o günlerde yazdıkları yüzünden epeyce fırça da yemişti ama şimdi dönüp bakıyorum da aradan geçen bunca yılda kadınlar en azından teoride edindikleri hakları bile kaybetmiş gibi görünüyor bana. Feminizmle alay ederken aslında feminizmin getirdiği kazanımları kaybetmişler gibi geliyor. Ne zaman ki, anneleri gibi giyinip annelerinin gittiği kulüplere gitmeye başlayan kızları gördüm, o zaman bir şeylerin değiştiğini düşündüm. Benim ilk gençlik yıllarımda hiçbirimiz annelerimizin, babalarımızın gittiği yere gitmez, hiçbirimiz onlara benzemek istemezdik. Tam tersine onların giydiklerini eleştirir, yaptıklarına burun bükerdik.
Doğru muydu yanlış mıydı önemli değil, genç olmanın özelliği bu. 16 yaşındaki kız annesinin aldığı çantayı, ayakkabıyı almaya çalışıyorsa bunda bir gariplik vardır çünkü. 17 yaşındaki çocuk, babasının arabasına binip onun gittiği yerlerde hava atmaya çalışıyorsa bunda da bir gariplik vardır. Aynı biçimde annesi, anneannesi gibi davranmaya çalışan bir başka gençlik var. Babaları, dedeleri gibi geleneksel hayatı sürdüren erkek çocukları..
Bütün bunları niye yazıyorum bir nisan ayında?
Çünkü geçen ay yaşanan bir tecavüz ve cinayet olayı bana yeniden nereden nereye geldiğimizi düşündürmeye başladı.
‘Biz ne zaman böyle bir toplum haline geldik?’ diye bir yazı yazmıştım yıllar önce. İkiyüzlülüğümüzün aileden, çevreden, okuldan başladığını anlatan bir yazıydı. Türkiye’de kabul görmek için çocukların yapması gerekenler belli. Anne-babaları gibi olacaklar. Büyüklerinin dediklerini dinleyecekler. Kız çocuğuysa önce babasının dediklerini yapacak, ağabeylerinin dediklerini yapacak sonra da kocasının... Geleneklere, adetlere, örflere, törelere karşı çıkmayacaklar. O zaman ilerliyorlar, o zaman çatışma yaşamıyorlar, o zaman işleri yolunda gidiyor. Ama kendileri olamıyorlar. Türkiye’de en zor şey ‘kendin olmak’. Hele ki bir kadın olarak. Bir erkek olarak Türkiye’de bir kadının neler yaşadığını anlamak o kadar kolay değil. İstanbul’da, büyük kentlerde bile bu sıkıntı hiç bitmez ama bir de kenar semtlerde, kasabalarda, köylerde yaşayanları düşünün. Daha erkeklere sıra gelmeden her yaptığınıza onlar adına bekçilik edecek anneler, teyzeler, anneanneler, babaanneler var. Neden böyle yapıyorlar? Kendileri bilmediği için değil. Başka çare bulamadıkları için. Başkaldırırsanız neler çekeceğinizi çok iyi bildikleri için.
Kadınlara önerilen roller ortada. Ya evlenip çocuklarını büyüten ev kadını olacaksın ve kocan öküz de olsa katlanacaksın ya da ‘bu tarz benim’ türünden garip bir mahluk olarak ortada dolaşacaksın. En iyi eğitimi de alsan, en modern biçimde de yetiştirilsen, iş güç, kariyer sahibi de olsan, nasıl oluyorsa gerizekalının birine katlanacaksın. Üstelik kimse kusura bakmasın bu katlanma durumu yalnızca erkeklerin suçu değil. Kadınların da çoğu buna hazır. Birlikte olduğu adam maç seviyor diye hayatında ilgisi olmayan futbol maçlarında bağırıp çağıran, nefret ettiği müzikleri dinleyen, bütün öğrendiklerini unutup kocası, sevgilisi ne istiyorsa onu yapmaya çalışan o kadar çok kız tanıyorum ki... Çünkü burası aslında bütün dünyada olduğu gibi ama biraz daha fazla ataerkil bir ülke. Bizim erkeklerimiz kadınlarını yanlarında görmekten bile hoşlanmaz. Hayatı onlarla değil erkek arkadaşlarıyla paylaşmayı tercih eder. Kadın onların ancak hayatının bir bölümünü, ev ve çocuklar bölümünü paylaşabilir. Ne giydiği meseledir. Ne söylediği meseledir. Nasıl davrandığı meseledir. Nereye baktığı meseledir. En modern görünen adam için bile bu böyledir. Ama biz yaptığımız her şeyi kendimize hak görürüz. İstediğimizi giyeriz, istediğimizi yaparız, istediğimize bakarız.
Peki ama başka bir soru sormanın zamanı değil mi?
Bu manyakları, bu sapıkları, bu ruh hastası adamları yetiştiren kim?
Babaları mı?
Hiç sanmam.
Mersin’deki minübüs şoförü veya İstanbul’un zengin ailelerinden birinde en iyi okullarda okutulmuş ve sevgilisini kesip bavula koyan oğlanın farkı var mı? Milyonlarca insanın içinde birkaç ruh hastası, psikopat çıkabilir mi diyelim? Hayır demeyelim. Çünkü, küçük kızlara aylarca topluca tecavüz eden devlet memurları da gördük. Kendi kızlarına yıllarca tecavüz eden babalar da... Peki ama bu oğlanlara deli gibi düşkün anneler nerede? Birkaç yıl önce bir televizyon programında seyircilerin askerdeki oğullarını bağladılar telefona... Askerlik çağındaki oğluna yazdığı şiiri ağlayarak okuyan başörtülü anneler, annesiyle telefonda konuşurken asker ocağından ağlayan oğlanlar... Hepimiz bilmiyor muyuz? Benim kız kardeşim yok. Ama gayet iyi biliyorum ki olsaydı, bütün gençliğinde ona karışıp hayatı zehir edecektim. Peki aynı ailenin iki ferdi olarak bu hakkı nereden buluyorum? Annem, babam izin vermese bulabilir miyim? Neye sürüklüyoruz bu çocukları? Yalan söylemeye, ikiyüzlü olmaya, kendilerini gerçekleştirebilmek için her şeyi gizli saklı yapmaya ya da kesinlikle itaat etmeye...
Bu ülkede sevgilisini öldürüp aslanlar gibi teslim olan ve ‘namusum için öldürdüm’ diyen bir sürü manyak yok mu?
Aşk cinayeti diye bir zırvalık yok mu? Tecavüz haberlerini yapan gazeteler olayı ayrıntılarıyla ballandıra ballandıra anlatmaya, hele ki kız güzelse oldukça büyük görmeye meraklı değiller mi? Bütün dünyada böyleymiş. Hayır, öyle değil. Bütün dünyada manyaklar var. En gelişmiş ülkelerde psikopatlar var. Kendi kızlarını hamile bırakan babaların en çok olduğu ülkelerden biri İngiltere örneğin. Ama bu ülkelerde komşunuz, ‘adam karısını dövüyor’ diye polisi ararsa kadın, ‘hayır, tartışıyoruz’ dese bile kelepçeleri takıp adamı karakola götürüyorlar. Karakoldaki polisler de, ‘kocana iyi davransaydın’ demiyor. Birtakım adamlar çıkıp ‘dinimizde bunlar var’ veya kadın da kendine dikkat etsin diye abuklamıyor. Abuklarsa onun da canına okunuyor. Ne yazık ki bir biçimde rol model olmuş birtakım ünlü kadınlar çıkıp ‘kocamdır döver’ gibi açıklamalar yapmıyor. Oynadıkları dizi filmlerde her şeye boyun eğen, ‘istenen’ kadın tipini canlandırıp sonra da Twitter’da aslan kesilmiyorlar. Ve tabii bir de, kız çocuklar da erkek çocuklar da ‘sen benimsin, yoksa toprağınsın’ mantığıyla yetiştirilmiyor...