Nedir bu mutluluk dediğimiz şey?
“Mutluluğu karşımızdakinin bize vermesi gereken bir şey gibi düşününce hayal kırıklığımız da büyüyor.
Kürşat Başar
“Ölü bir deniz yıldızıdır mutluluk / O
nedensiz mutluluk olsa da olur, olmasa
da...” yazmıştı Edip Cansever bir şiirinde...
Sahi nedir bu mutluluk dediğimiz şey?
Hayalini kurduğumuz, planladığımız, bir
gün, bilinmez bir gelecekte yaşayacağımız
bir rüya mı?
Bir gün içine girip ondan sonra artık hep
orada yaşayacağımız gizli bir cennet mi?
Elde edilebilecek en iyi şeylere sahip
olmak mı?
İstediğimizi yapmamızı, başkalarının
sözümüzü dinlemesini sağlayacak güç ve
iktidar mı?
Herkesin bizi beğenmesi mi yoksa?
Baş döndürücü bir başarıyla yükselmek mi?
Nereye koyacağımızı bilemediğimiz kadar
çok para mı?
Kadınların ya da erkeklerin peşimizden
koşması mı?
Alkışlar mı?
Mutluluk fotoğrafları vardır...
El ele, güzel bir havada, deniz kenarında
yürüyen sevgililer.
Neşeli çocukların koşturduğu güzel bir evin
bahçesi...
Sabah evinden güler yüzlü karısı ve
kuyruğunu sallayan köpeği tarafından işe
uğurlanan şık giyimli bir adam...
Kalabalık bir ailede, güven içinde yaşayan
bir çocuğun neşesi...
Merdivenlerden gelinliğiyle inerken bütün
gözlerin kendisine çevrildiği genç, güzel bir
kız...
Bebeğini emziren annenin yüzündeki
huzur...
Bazıları için okyanus kıyısında şezlonga
uzanmış küçük şemsiyeli kokteylini
yudumlayan bir adam...
Kıskanılan mutluluklar vardır örneğin...
Piyangodan büyük ikramiyeyi kazanan
adam...
Genç yaşta kazanılmış büyük bir şöhretin
ışıltısı...
Hem alkışları hem parayı toplayan
futbolcunun hayatı...
Üniversiteyi birincilikle kazanan öğrenci...
Uluslararası bir başarıya imza atan doktor...
Pek az kişinin başına gelen şeyler olduğu
halde bizim başımıza gelse sahiden mutlu
olur muyuz?
Ya da o mutluluğu koruyabilir miyiz?
Yaşadığı zamanın değerini bilip yaptığı her
şeyin keyfini çıkartmak mıdır mutluluk?
Yoksa başkalarına yardım etmenin,
başkalarının mutluluğunu görmenin
getirdiği özel bir duygu mudur?
Bir şeyler üretmenin, bir şeyler bulmanın,
bir şeyler yaratmanın getirdiği
tatmin midir?
Belki de bir akşam vakti güneş batarken
sevdiği insana sarılıp onun kokusunu
almak ve böyle bir an yaşadığı için teşekkür
etmek midir?
Kimi insan hayatının her anında eksikleri
bulur, neden onların eksik olduğunu sorar.
O bir anlık mutluluğu bulsa bile neden daha
fazlası olmadığını, neden hep sürmediğini
sorgular.
Mutlu olmak zor mu? Belki...
Ama mutsuz olmak çok kolaydır.
Değiştiremeyeceğiniz şeylere kafanızı takıp
mutsuz olabilirsiniz. Bilmediğiniz bir
gelecekte başınıza geleceklere kaygılanıp
mutsuz olabilirsiniz. İçinde bulunduğunuz
durumu bozacağını düşündüğünüz
olasılıkları kurup mutsuz olabilirsiniz.
Olmayacak beklentiler, gerçekleşmeyecek
hayaller kurarak da mutsuz olabilirsiniz.
Sizden çok daha zor koşullarda yaşayan
sayısız insanı düşünmek yerine sizden
daha iyi koşullardaki az sayıda insanı
kıskanarak da mutsuz olabilirsiniz.
Sevdiklerinizin güzel yönlerini görmek
yerine eleştirerek onları da mutsuz
edebilirsiniz.
Olumsuzlukların altını çizerek, gereğinden
fazla abartarak her ortamı mutsuz
kılabilirsiniz...
İşinizde geçirdiğiniz saatlerde işinizi ne
kadar sevmediğinizi anlatmak yerine severek
yapsanız çok daha keyif almaz mısınız?
Geçenlerde, uzun sürmüş kışın ardından
ilk güzel bahar gününde bir lokantada
oturuyordum. Yanımızdaki masaya bir
çift geldi. Adam, manzaranın güzelliğini,
havanın ne kadar olağanüstü olduğunu
söylerken karşısındaki kız, neden cam
kenarında bir masaya oturamadıklarına
taktı. Garsonla tartıştı. Biraz sonra da kalkıp
gittiler.
Sonra yıllar önce ABD’de dinlediğim bir
radyo programı geldi aklıma.
Sabah erken saatteki programın sunucusu,
kabus gibi trafikte işe gidenlere sesleniyordu.
Onlara, iki seçenekleri olduğunu
söylüyordu. Ya arabanın içinde sinir harbi
yaşayarak, yanındaki araçların sürücülerine
bağırıp çağıracak ya da trafikte geçeceği
kesin olan bu zamanı bir şekilde iyi
değerlendireceklerdi...
Örneğin, arabada güzel bir müzik dinlemek,
bir sesli kitap okumak mümkündü.
Gün içinde vakit bulunmayan bazı işleri
arabada yapmak olasıydı. Herhangi bir
konuda almaya çalıştığınız bir kararla ilgili
detaylı düşünmek için bir fırsat olabilirdi
örneğin trafikte geçirilen zaman...
O günü, işinizi, evinizi, kendinizle ilgili
yanlışları, doğruları düşünmek için yalnız
kaldığınız bir zamandı aslında...
Eğer her sabah ve akşam yoğun trafikte
bulunmak zorundaysanız her gün bu
duruma yeniden sinirlenmek ve sonrasında
da o stresi başkalarına aktarmak yerine
kendinize göre böyle bir yol bulmak
mümkün diyordu sunucu...
O zamanlar gazetede çalışıyordum ve
her gün İkitelli’ye gitmek zorundaydım.
Programı dinledikten sonra söylenip
durmak yerine arabada her sabah ve akşam
kendime göre bir program yaparak o saatleri
değerlendirmenin yolunu bulmuştum.
İkili ilişkilerde, mutluluk çoğu zaman sürekli
bir şey, olması gereken zorunlu bir şey gibi
algılanır.
Mutluluk büyük bir aşk, tutku,
vazgeçememe, saplantılı bir sevgiden çok
aslında anlayışlı olmakla ilgili bir şey.
Mutluluğu karşımızdakinin bize vermesi
gereken bir şey gibi düşününce hayal
kırıklığımız da büyüyor.
Birinin yapmadıklarını düşünüp üzülmek,
söylenmek yerine yaptıklarıyla ilgilenmek
mi acaba daha doğru olan?
Sürekli kendi yaptıklarımızla
karşımızdakinin yaptıklarını karşılaştırıp
haklı, haksız hesaplaşmasına girmek
yerine herkesin kendi gibi olmasını
kabullenmek mi?
Özellikle kadınlardan çok duyduğum bir
şikayettir, “Ama ben bütün hayatımı ona
göre kurdum, hep ben veriyorum, o çok
daha rahat ve aldırışsız...”
Peki ama istediklerinizi birinin zorla
yapması sizi mutlu eder mi gerçekten?