Dan Brown’ın izinde Sultanahmet
İstanbul’da sıradan bir yaz sabahı…
Mürsel Çavuş
Birazdan Dan Brown’ın yeni kitabı Cehennem’in roman kahramanı Mirsad ile buluşmaya gideceğim.
Bir Pazar sabahı yolunuz Sultanahmet’e düşecekse Türk kahvenizi nerede alacağınıza dair aklınız karışabilir.
Gölge- ışık oyunlarıyla hep biraz zamanın dışındaymış hissi yaratan Çorlulu Ali Paşa’nın nohuttan yapılma bol köpüklü kahvesi “geeel, gel” çağırısı yaparken, daha aristokrat tarafınız İslam Eserleri Müzesi’ndeki tarçınlı, sakızlı, kakuleli kahveleri kulağınıza fısıldar.
Fakat o ne? Mirsad’a geç kalmamak için hemen toparlanıp çıkmam lazım. Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde buluşuyoruz. Hedefimiz Cehennem kitabına giren tarihi yarımadayı gezmek. Mirsad başlıyor söze, “Dan Brown 2009 yılında Altın Kitaplar’ın davetlisi olarak İstanbul’a gelmişti. Dan Brown’a İstanbul’u gezdirmekle görevlendirildiğimde onu etkilemeyi kafama koymuştum. Ne de olsa bu şehir gizemlerle doluydu. Sonrasında Cehennem’de Türk adıyla yer alan tek kahraman olan Mirsad’ı benden esinlenerek yazdığını açıkladı.”
Evet, rehberimiz Serhan Güngör günün ilk kahvesini yudumladığımız heykellerle ağaçların güzellikte yarıştığı Arkeoloji Müzesi’nin serin bahçesinde böyle diyordu.
Floransa, Venedik ve İstanbul’da devam eden hikayenin başkahramanı yine Harvard’ın ünlü Simgebilim Profesörü Robert Langdon. Kitap aynı anda 12 dilde yayınlandı ve bunlar arasında Türkçe de var.
Fest Travel’ın organize ettiği “Dan Brown'un İzinde Tarihi Yarımada” turu Langdon’un izinde bambaşka bir tarihi yarımada portresi çiziyor. Önce Arkeoloji Müzesi’ni, sonra düğümün çözüldüğü Ayasofya’yı ve Yerebatan Sarnıcı’nı geziyoruz, kitaptan paragraflar eşliğinde… Daha önce defalarca gezdiğim ve her seferinde yepyeni şeyler keşfettiğim bu tarihi mekanların gizemleri hiç bitmiyor. Burada çekilen filmleri, burayı konu eden kitapları konuşuyoruz.
Mirsad, “Bu kitabın en önemli taraflarından biri son Bond filmi Skyfall’daki gibi İstanbul’un sadece oryantal yönünü ele almaması” diyor.
Yeşil Ev’in yanından geçerken rehberimize nerede yemek yiyebileceğimizi soruyoruz, “Dan Brown Kariye’nin hemen yanındaki Osmanlı mutfağı yapan Asitane’ye bayılmıştı” diyor. “Eğer yakın bir yer isterseniz Vedat Başaran’ın Nar Lokantası’nı ya da Yeşil Ev’in körili kuzusunu tavsiye ederim.”
Tur, Four Season Hotel’de kokteylle son buluyor ve kokteylde Cehennem kitabı hediye ediliyor. Çatı katında bir yanda Boğaz’a, diğer yanda Ayasofya’ya bakıyorum. Aklıma Ernest Hemingway’in İstanbul’da kaldığı ve Orient Bar’da içkisini yudumlarken hakkımızda pek de hoş izlenimler aktarmadığı “İşgal İstanbul'u ve İkinci Dünya Savaşı” kitabı geliyor. Onun en sevdiği kokteyllerden biri olan Daiquiri’yi söylüyorum, lime limonlu değil ama ananaslı…
Kokteyl o kadar serinletici ve manzara öyle büyüleyici ki Hamingway’i eğer Mirsad gezdirmiş olsaydı, burada bu kokteyli bizimle yudumlasaydı muhtemelen “Paris Bir Şenliktir” yazacağına “İstanbul’un Büyüsü”nü kaleme alırdı herhalde diye düşünmeden edemiyorum.
Tıpkı Dan Brown gibi…