Rahmi Koç’un sofrasında…
Rahmi Koç’un gastronomi grubuna katıldım ve…
Mürsel Çavuş
Grubun adı Safari… Başkanları Rahmi Koç!
Grubun üyelerinin çoğu Koç’un üst düzey yöneticisi ya da yakın işadamı dostları ama organizasyonu Nuri Çolakoğlu yapıyor.
Restoranı buluyor, menüyü ayarlıyor, herkesin müsait olduğu tarihte dostlar bir araya geliyor. “Fiyatı makul ama keşfe değer yerler arıyoruz” demişti Nuri Bey aradıkları restoranı tarif ederken… Popüler olmamalıydı, kıyıda köşede kalmış gerçek lezzet vahaları arıyorlardı.
Birkaç yer önerdim.
Nuri Bey her zamanki titizliğiyle önerdiğim yerleri tek tek gezdi, tattı ve Kuzguncuk’taki Kosinitza’da karar kıldı.
Kosinitza’nın sahibi İbrahim Özyürük’ün İtalyan Trattoria tarzı ve deniz mahsulleri ağırlıklı menüsü
tatmış biri olarak, Rahmi Bey’in karşısında bile yüzümüzü kara çıkarmayacağını biliyordum.
Marsilyalı balıkçıların çorbası bouillabaisse’in ve hayatımın en iyi kalamar dolmasının tadı hala damağımdaydı.
Rahmi Bey ile uzun yıllar önce bir ödül töreninde tanışmıştık. Orhan Kural bizi tanıştırırken önce, “Tanışıyor musunuz?” diye sormuştu.
Rahmi Bey elimi büyük bir zarafetle sıkarken, “Daha önce bu güzel hanımefendiyle tanışma şansını yakalayamamıştım” demiş ve ödülümü kendi elleriyle takdim etmişti. Büyük gururdu.
Dünya seyahatinden yeni dönmüştü.
Orhan Bey’in, “Bu sabah Hollanda’daydım, bu törene yetişmek için sabah altıda kalktım” itirafına, Rahmi Bey, “Orhan Beeey, ben her sabah altıda kalkıyorum” deyince salon bir gevşemiş ve kikirdemelerle ortam ısınmıştı.
Seyahatte kaç ton domates, kaç ton patlıcan tükettiklerini sıraladığında, her şeyi işadamı kimliğiyle açıkladığını düşünüp epeyce bir şaşkınlık yaşadığımı ve gülümsediğimi itiraf etmeliyim. Gerçi çok nüktedandı bunu yaparken, hep tatlı sert çizgisini koruyarak aktarıyordu yaşadıklarını…
Bu yüzden onun “tadım ve keşif” grubuna katılmak ilginç bir deneyim oldu. Hangi şarabı içtiğini, neler yemeyi sevdiğini merak ediyordum doğrusu...
5-6 masalı restoranda başlayan koşuşturmadan Rahmi Bey’in geldiğini anladım. Korumalar, kapıyı tutanlar, tatlı bir telaş… Kapıdan girdiğinde yine elimi dostça sıktı ve “Restoranı siz önermişsiniz, hep böyle makul fiyatlı ve güzel yerler önerin bize” deyip gülümsedi.
“Domatesleri dışarıdan getirsek daha ucuza mal olur muydu?” gibi esprileri gene ihmal etmedi.
“Hiç değişmemiş” dedim içimden, dünya seyahatinde domatesin tonunu hesaplayan adam hala aynı tasarrufla bakıyor hayata...
Hiçbir şeye fiyatının üstüne bir bedel ödemeyecekti, hatta mümkünse en iyiyi en makul fiyata almalıydı ama kaliteden de taviz vermeyecekti.
Şarabı kendi getirmişti, ne içiyor acaba diye şişeyi inceledik.
“12 Euro’luk sofra şarabı, İtalya’dan aldım, şaraba asla fazla para vermem” deyip kestirip attı. Şarapla birlikte bir de simit cipsi getirmişti.
“Tadına bakın” dedi, “Hem lezzetli, hem de tok tutuyor. Gittiğim her yere götürüyorum. Ne de olsa en önemli sermaye sağlık!”
O gece her şeyden minik minik tadıldı, biraz şarap, biraz peynir, biraz balık… Birazcık da İbrahim Bey’in nefis mezeleri…
Sermaye sağlık olunca çok yememek ve sermayeyi korumak gerekiyordu.
Hayattan zevk almasını bilerek tabii…