Sevdiklerine bir bak, aralarında sen var mısın?
Yavuz ile günlük yürüyüş rutinimizi tamamlarken evlenmek için alıcı gözle baktığı onlarca kızla neden ‘olmadığını’ sıralıyor, “Bankaya yeni gelen afet, güzel olmasına güzel de fazla rahat, zaten şuralı, oradan düzgün kız çıkmaz! Annemin tanıştırdığı Hatice teyzenin yeğeni de çok rüküş, uymaz yani bana!”
Mürsel Çavuş
Duyduğum bahanelerin 59’uncusunda artık isyan bayrağını çekiyorum;
“Herkese bir kulp buluyorsun, senin evlenmeye niyetin yok! Gerçek neden ne?”
Bana kaçamak bir bakış atıp acı acı yutkunuyor, bir aydınlanma yaşadığı belli!
“Benimseyemiyorum, kolay mı birini içine sindirmek” diyor bezgin bir sesle.
Birden aydınlanma anı ve park, camdan bir fanus gibi etrafımı sarıyor.
Muhafazakar bir arkadaşımız eşini trafik kazasında kaybettikten sonra üç ve beş yaşındaki çocuklarına baksın diye bir kadınla evleniyor ve her fırsatta gerekçesini herkese açıklıyor. Gözümde sessiz, her şeyi kabullenen bir kadın canlanıyor. Belki yeni eşini benimseyememe hali eski eşine olan yasından… Gene de dayanamayıp yeni eşinin bu konuda ne hissettiğini soruyorum.
- Ne bileyim ne hissediyor, hiç konuşmadık, diye kestirip atıyor.
Bir gün ünlü bir dizi oyuncusu ile röportaj yapıyoruz. Anlattıklarından eşiyle aynı evde apayrı hayatlar yaşadıkları belli. Biraz deşince, “Böyle olduğu için evlenildi onunla” diyor. Evlendim değil, evlenildi! Konuştukça tek ortak noktalarının çocukları ve aynı evi paylaşmak olduğunu idrak ediyorum.
İlişkilerini ve evliliğini benimseyememe örnekleri çoğaldıkça çoğalıyor aklımda! İyi bir ilişki için sevme, sayma, güvenme ve ortak koşullar oluşturma gibi olmazsa olmazlar listesine ilişkiler için yeni bir madde ekleniyor; benimseyebilme.
Bazen evlenmiş olmak bile benimsemeye yetmiyor yada bir dönem benimsenen bir dönem sonra ‘benimsenmeyen’ olabiliyor.
İlişkide paylaşımları minimuma indirgemek… Ortak cüzdan kullanmamak… İlişkiye sadece karşı tarafın yarattığı imkanlar yada konfor gözüyle bakmak… Sadece görev kabul edilenleri yerine getirip üzerine bir tık bir şey koymadan ilişkiyi yaşarken o ilişkiden çekip gitmek… Önceliği ilişkiye değil de hep başka şeylere vermek… İlişkiyi boş zamanları dolduran bir şey gibi görmek veya yanında olması gereken zamanlarda –tatillerde, akraba ziyaretlerinde- yanında olan kişi boyutuna çekmek… Günlük rutinin dışına hiç çıkmayıp ilişkiyi ‘görünmez olana’ dönüşmek… Karşı cinsle ilgili arayışları sürdürmek…
Bunlar eşimizi benimsemekle mi yoksa insanın kendi seçimlerini, hatta kendisini benimsememesiyle mi alakalı?
Karşılıklı olarak, “O benim canımın içi, onu içime sokasım geliyor” veya “O olmasa yaptıklarımın ne anlamı olur ki” diyenlere, ilişkilerini doya doya yaşayanlara, yani benimseyenlere bakıyorum. Birbirleri için bir şeyler yapmaya hazırlar. Onlar için görev yok, içten gelme var. Katlanma yok, sevme var. Hizmet etme yok, sevgiyi mutlu etme var. Ev yok, yuva var. Konuşma yok, sohbet-muhabbet var. Gerilim yok, huzur var. “Bana bunu yaptı” yok, “Çok şükür iyiyiz biz” var. Mesele ne olursa olsun şikayet yok, birlikte göğüs germe var.
Benimsemeye kendimizden başlıyoruz ya, parktan eve doğru yürürken Yavuz’a, ilişkilerini bir türlü olduramayanlara veya bunu sürekli dert edinenlere sormak istiyorum, “Sevdiklerine bir bak bakalım, aralarında sen var mısın?”