Sevgilisine evcil hayvan eğitimi veren kadınlar
Evde hayvan besleme modası...
Oben Budak
Yaklaşık bir 10 yıl öncesine kadar evde hayvan beslemek bu kadar moda değildi. Sokak kedilerine bile mama veren 3-5 kişiydik. Sonra ne olduysa bir furya başladı ve herkes hayvanseverliğin bir ucundan tuttu. Tabii ucundan tutanların büyük çoğunluğu işin markasına/şeceresine/cinsine önem verir oldu ama hayvan sevmek hayvan sevmektir öyle değil mi? Bu sevda birçok kız arkadaşıma da yaradı mesela. 35’e girdikleri son düzlükte evlilik ve çocuk için deliren hormonlarını kedi ya da köpek yavrusu ile sakinleştirip, içlerindeki hırsı törpüleyen çok arkadaşım oldu. Hayatına bir adam sokmaktansa köpek yavrusunu eğiterek kendini tatmin eden arkadaşlarıma da laf etmiyorum. Hoş, olan zavallı yavrulara oluyor ama neyse, o konuyu geçelim. Benim asıl bulaşmak istediğim, hükmetme zevkini köpek yavrusu yerine insan yavrusunda deneyerek rahatlayan kadınlar. Bu kadınlar günümüzde ‘güçlü kadın’ damgası yemiş, sarhoş olduğunda eve yalnız gitmeyi başarabilen kadınlar. Hayatlarını istedikleri gibi bir gün orada, bir gün burada geçirirlerken yolda karşılarına çıkan yakışıklıları alıp keyiflerine göre beslemeye başlarlar. Yolculuğa mı çıkılacak onu da götürürler, diyete mi başlanacak çocuğu da sürüklerler. Sanatçıların çantacıları neyse kadınların da sevgilileri budur aslında. Beraber oldukları süre boyunca sevgililerini gazlayıp onlara kendilerine bağımlı bir sosyal yaşam verirler. Ama sonunda bomba patlar! Artık pet sevgilisinden sıkılan kadın çocuğu bir çöp tenekesine bırakıverir. Üstelik kimsenin gidip mama vermesine de izin vermez. Ne de olsa o çevreyi kadın yaratmıştır ve aynı kadın elinden alacaktır. Bir de bu kadınlar kendilerini her konuda haklı görürler. Tanrıcılık psikolojisinin dibine vurup sosyal çevresine ‘Benim bu petle işim bitti, sakın onunla görüşmeyin’ mesajını da vererek olayı bir ego patlamasına dönüştüren de aynı kadınlar. Her ilişkisine yeni bir proje olara bakan kadınların bu tutumları nereye varacak acaba?
Nefret etmek tercihtir
Uluslararası Af Örgütü’nün yayına verdiği ‘Gay Kaplumbağa’ isimli çarpıcı kısa filmi izlemişsinizdir. Bir petshop’ta başlayan film minicik su kaplumbağalarını almaya gelenler arasında yaşanıyor. Müşteriler ilk önce akvaryumdaki kaplumbağalardan bir tanesine bayılıyor ama satıcının hayvanın gay olduğunu söylemesiyle birlikte her şey değişiyor. İnsanların çoğunluğu ilk önce aşırı derece sevimli bulduğu kaplumbağanın cinsel tercihini öğrenince soğuyor. Sanki hatalı üretimmiş gibi ‘Düzgünü yok mu?’ diye soruyorlar. ‘Hiç hoşlanmadım bu işten’ diyenleri oluyor. ‘Gay’lik bulaşıcı mı?’ diye cahilliklerini ortaya koyan sorular bile soruyorlar. Ülkemizdeki transfobi ve homofobi etkilerini küçücük bir hayvanı kullanarak gözümüze sokuyor yani. Son beş yılda homofobi ve transfobi nedeniyle yüzlerce nefret suçu işlenmiş. En az 41 kişi nefret cinayeti sonucunda hayatını kaybetmiş. Bu açıklamaların ardından ‘Sevgi kalpten gelir, nefret etmek ise tercihtir’ yazılı mesaj geliyor. Mesaj geliyor gelmesine de yerine nasıl ulaşır o mesaj onu bilemiyorum.
Aynı gün yaşanıp biten ilişkiler
Çevremde hız sınırına takılıp ilk günden duvara toslayan o kadar çok ilişki var ki! İnsanlar sahiplenme olayını abartmakta uzay moduna geldiler. Dakikalar içinde tanışıp birbiri üzerinde hak iddia etmeye, hesap sormaya başlıyorlar. İlişki yaşayacak adam değil de isteklerini tatmin edecek eğitimli adaylar arıyorlar sanki. Hoşlarına gitmeyen en ufak bir şey için kavga edebiliyorlar. Bu hikayede her şeyi anlayabilirim ama yeni tanıştığın biriyle ilk günden kavga etmeyi nasıl becerirsin onu kafamda oturtamam. Hani iyi-kötü her ilişkinin cicim ayı denilen bir bölümü vardır. Eskiden adından da anlaşılacağı gibi aylar süren ilgi-alaka dolu tanışma günleri artık yerini dakikalara bırakmış olmalı. Yoksa ilk günden afra tafra olayına girmenin ne gibi bir açıklaması olabilir ki?
Moda mı dediniz?
Hani siz kadınlar sürekli biz erkeklerin giyimini eleştirirsiniz ya, bu sefer konu hakkında benim ufak bir sorum olacak; babouches ayakkabıları nasıl kullanabiliyorsunuz? Hani yumurta topuk olsa üzerine basılmış ayakkabılardan hiçbir farkı kalmayacak, biz giysek kıro diye dalga geçeceksiniz! Ama kadınlara gelince moda olduğu iddia edilebiliyor mu? Yok öyle yağma, eşitlik isteniyorsa ayrımcılığa hayır…
Gencim genç kalırım!
Bazı diziler efsanelerini yıllar içinde bile kaybetmiyor. Darren Star’ın ellerinden çıkan ‘Sex&The City’ bunun iyi bir örneği. Yıllar geçse de o tatta bir dizi karşımıza çıkmadı. Fakat Darren Star bu gidişe bir dur demek için ‘Younger’ isimli diziyi piyasaya sürdü. Bu sefer dizinin kahramanı da ‘Sex&The City’ hayranlarının büyüdüğü göz önüne alınarak 40’lı yaşlarını geçmiş biri olarak belirlenmiş. 40 civarının bunalımlarıyla uğraşıp bir yandan da yeni bir hayat kurmaya çalışan kahramanımız Liza, yaşı nedeniyle birçok işten geri çevriliyor. Bir barda tanıştığı 20’li yaşlarda bir gencin kendisine en fazla 26 yaşında gözüktüğünü söylemesi üzerine o yaşa geri dönmek için dış görünüşünü değiştiriyor. Gündelik hayatta kıyafetleri nedeniyle babaanneme benzeyen 20’li yaşlardaki gençlere ve 45 üzeri olmasına rağmen genç kız edası ile giyinen kadınlara alışkın olduğum için çok daha fazla güldüm bu diziye. Bölümlerin 20’şer dakika olması ise tarifsiz bir mutluluk verdi.
Alaçatı yeni sezona hazırlanıyor
Tren, Alaçatı merkezden Aya Yorgi’de Marrakesh’in yerine taşınıyor. Tren’in merkezdeki yeri ise kebapçı olacakmış. Bir diğer kebapçı ise Curcuna’nın yerine açılacak olan Adana İl Sınırı. Curcuna bu sezon sadece otel olarak hayatına devam ediyormuş. Ev yemeği isteyenler için Esnaf adında bir lokanta açılıyor. Özellikle sürekli Alaçatı’da yaşayanlar için güzel bir alternatif olacak. Emre Altuğ, otelinin işletmesini La Maison’a vermiş. Yeni sezonda karşımıza La Maison by Sako olarak çıkacak. İstanbul sezonuna iddialı bir giriş yapan 5 Cocktails&More da Alaçatı merkezde yerini alacakmış. Otto, Propaganda Beach’in yerine kuruluyormuş. Hacımemiş’e ise bir Göz Lounge daha açılıyormuş, bu sefer tapas üzerine yoğunlaşacaklarmış. Göz’ün merkezdeki şubesinin girişi ise söğüş ve midye satan küçük tatlı bir dükkan haline geliyor.
Erkeklere totem!
Eski dostumuz Kenzo yeniden bir parfümle aramızda. Totem adındaki yeni serinin üç ayrı rengi bulunuyor. Bu üç ayrı rengin amacı, farklı ruh halinize göre kullanabilmeniz için. Ben tabii ki hemen odunsu turunçgil notalarında gezen sarı rengi seçip enerji depoladım. İlk anda acı portakal ile açılan ve yerini deri, odunsu notalara bırakan parfüm yaz üzeri fazla kalıcı parfümlerden hoşlanmayanlar için üretilmiş. Parfümün yaratıcısı Christophe Raynaud’nun ürettiği unisex parfüm, ayrı bedenlerde aynı kalp ile atan sevgililere önerilir.