Sosyalleşmenin ayrılık üzerinde etkisi

Ayrılık acısı konusunda uzman olduğumu düşünüyorum artık.

Pucca

Pucca


Sosyalleşmenin ayrılık üzerinde etkisi

‘Ayrılığı nasıl atlatırsınız?’ maddelerinin en başını sürekli daha fazla ‘sosyalleşme’ olayı çekiyor. Gerçekten işe yarıyor mu? Sosyalleşmenin ayrılığa bir katkısı var mı? Her insanın karakterine göre farklılık gösterse de sosyalleşme olayının sonrasında büyük yaralar açacağını düşünüyorum. Değil başkalarıyla tanışmak, etrafında var olan insanları acın geçene kadar, ağızlarını bantlayıp bodruma kilitlemek istiyorsun. Zaten yeni tanıştığın insanlara da o büyük, muhteşem, o sihirli aşk hikayeni anlatıp, beyinlerine tecavüz ediyorsun. Gerard Butler ağlaya ağlaya kapına gelse, ‘sana aşığım’ diye mahalleyi yaksa, ‘bunu ona anlatmalıyım’ diye yine aklın geçmişe gidiyor. Bir de tabii melankoli yapmak yerine kendini çevresine adayarak bu acıdan kurtulmanın yollarını arayanlar var... Başta evet, işe yarıyor gibi duruyor. Sonrası karabatak!
Ayrılık acısı konusunda uzman olduğumu düşünüyorum artık. İnsan acısıyla hava atar mı? Valla atarmış, yapacak bir şey yok. En çok ben aldatıldım, ben kandırıldım, ben kırıldım, ben ben ben!
Ayrıldıktan sonra kadınların ilk aklına gelen, ‘acımı daha kötü nasıl yaşarım?’ diye ortam hazırlamak. Erkeklerin derdi ise ‘nerede sürtsem?’ Biraz daha akıllı olanlarımız tabii bu acıyı sosyalleşerek atmaya çalışıyor. Doğrusunu yanlışını tartışacak değilim. Evde oturup, mide çapını zorlayacak derecede yemek yiyip, günlerce gecelerce ağlamaktan daha yararlı olacağı kesin. O konuda sosyalleşmenin hakkı yenilmez. Sonrası işte biraz muallak.
Ben genellikle kimseyle konuşmayarak atlatmaya çalışıyorum bu dönemi. O yüzden de uzadıkça uzuyor. Ara ara kendimi Funda Arar bile zannettiğim oluyor. Artık farkına varmadan o çektiğin acıdan zevk alış mıdır nedir, vallahi bilmiyorum. Yani bir insan günlerce evde oturup bekler mi derseniz, ‘niye olmasın?’ derim.
İnsanlar sanki anlamıyormuş gibi geliyor çünkü. Anlamamaktan öte aslında sorununu küçümsüyorlarmış gibi. Neymiş, dünyada açlık varmış, işte savaşlar oluyormuş. Ülkenin gidişatı belliymiş, bu kaosun arasında aşk neymiş... Hayır sanki zannedersin kendisi AB Barış Elçisi. Hayatını dünya gündemine adamış. Her gün bir ulusun hayatını kurtarıyor. Aynı anda işe gelip, aynı anda işten dönüyoruz. Benim artı olarak yaptığım tek bir şey var, senden mutsuz olmak. Şimdi oturup, dünyada olan başka acıları söyleyince, mutluluktan öldüğümü mü düşünüyorsun? Yani bu biraz saçma ve sadistçe değil mi? ‘Ohhhh çok şükür yarabbim dünyada açlık almış başını gitmiş, ben aşk acısı çekiyorum. Ay bir kendime geldim sanki, benden büyük acıları düşününce. Bir rahatladım.’ Bu mu yani beklenti? O yüzden başka acılarla kendi acınızı kıyaslamayın. Kimse sizin kırık kalbinizi, geçmişinizi, travmalarınızı, yüzleşmelerinizi, beklentilerinizi bilmiyor.
Aa tabii olayı abartanlardan değilseniz! Bazı arkadaşlarım böyle benim, konuşmaya başladıkları an, derilerini yüzmeye nereden başlasam diye düşünüyorum. Sadece sevgilisinden bahsediyor, sadece ondan konuşuyor, sadece onun için yaşıyor... Onunla beraber ayrılıp, onunla beraber barışıp; onunla unutmaya çalışıyorsun sen de. Sanki başka derdin yokmuş gibi.
Ben ise insanları acımla taciz ettiğimi düşündüğüm anda sosyal medya hesaplarıma sarıyorum. Oradan yardırdıkça yardırıyorum. Bunun da kötü yanı var tabii, karşı tarafa kendini güçlü göstermek istiyorsun. Daha doğrusu kafan allak bullak oluyor. Bir gün önce hastaneye yatsam, başımda bekler mi diye düşünürken; ertesi gün ‘arabamla onu ezip, bütün kemiklerini kırana kadar üstünden geçip duracağım’ diye düşünüyorsun.
Yeni insanlarla tanışma ise hep aynı çizelgede devam ediyor. İlk başta rahatsız oluyorsun. Yeni birine kendini anlat, onu anlamaya çalış, tanımak, tanıtmak. Öf zaten hazır olarak bu aşamaları geçtiğimiz biri var. E bütün problemim şu an o kişi ise... Neden yeni bir insanla enerjimi harcayayım? Bu kuvveti eski ilişkimi düzeltmek için veririm diye düşünüyorsun. Biraz zaman geçtikçe ise, yeni insanlar daha çekici geliyor. Kıyaslamaya gidiyorsun. ‘Daha önce bunları yapamadım’ diye kendine kızıyorsun. Sonra bu çizgi düşüyor, özlemek safhasında yanında olan insanların hiçbir anlamı yokmuş gibi geliyor.
Eğlenme olayı da öyle. Kendini fazla kaptırıp coştun mu, mutlaka sonrası acı acı koyuyor. Bir de böyle ayrılık lafını duyar duymaz kendini dışarı atanlar var. Hiç mi umudun kalmadı o ilişkiden de hemen attın kendini?
Yeni insanlarla tanışmak evet, başkalarıyla birlikte olmak, eğlenmek, geçmişe çizgi çekmek evet! Ama her şeyin bir zamanı olmalı bu noktada. Başta oturup, ‘gerçekten ben ne yaptım da bu oldu, o ne yaptı da böyle olduk?’ diye düşünmeli. O yüzleşmeyi yapmalısın ki sonraki ilişkin için daha sağlıklı kararlar verebilesin. ‘Her seferinde aynısı oluyor, aşk beni anlamıyor’ demek yerine, her seferinde bir öncekinden daha mutlu bir şekilde geçirebilirsin. Tek yapman gereken çektiğin acıyı yüzleşmenle birleştirmek bu kadar. Zaten insan suçlayacak birini bulduğu zaman hayat daha kolay oluyor. Hem kendini hem onu suçladığında ise, affetme önceliğini kendinden yana kullanacağın için kendini daha iyi hissediyorsun.
Tabii bunu yazması kolay, sor bakayım bana neyle ne kadar yüzleştim diye. İşte bundan öncekilerde yapamadık. Kalan sağlar bizimdir.