Yanlış zaman, yanlış insan
Hepimiz hayatımızın bir bölümünde muhakkak yanlış bir adama gönül vermişizdir.
Pucca
İşin sonu ilişkiye varamasa da o flört aşamasında bile inanılmaz acılar çekip kendi kendimizi yediğimiz zamanlar olmuştur muhakkak. Kaldı ki benim hep öyle oluyor, nerede 'birlikte olmamamız lazım' denilen bir adam var ben onun peşindeyim.
Patron
Hiyerarşinin dayanılmaz tuhaf çekiciliğinin baş gösterdiği noktalardan bir tanesi. Zaten patronundan ya nefret edersin, ya aşık olursun. İkisi de birbiriyle eş değer duygular olduğu için bir şeyler hissetmen en normali. Neticede nefrette de, aşkta da bir süre sonra karşı tarafa zarar vermek kaçınılmaz sondur. Her sabah kapıdan içeri girişiyle bedenine korku salan hormonu yanlış anlaman çok normal. Özellikle de bekarsan ya da bir ilişkinin pençesinden yeni kurtulmuşsan. Tabii çıkarlar da işin içine giriyor, sen farkında olmadan beynin o kişinin senin için 'iyi' olduğuna inandırıyor. Aslında iyi falan değil, aksine boğucu, sıkıcı, kasvetli... Beraber olduğun adamın iş yerinde sana emir verme pozisyonunda olması kadar kötü bir şey olabilir mi? Bir de sen hadi inandın diyelim iş ile aşkın karışmayacağına, ya onun o taraklarda bezi yoksa. İş arkadaşların tarafından da ispiyoncu, yanında konuşulmaması gereken 'adamı kaptı' durumunda olmak ister misin peki? Yani nerden tutsan orada elinde kalan bir durum bu olay...
Arkadaşımın aşkısın
Ortaokuldan itibaren, yani sütyeni keşfettiğimizle beraber etrafımızdaki insanlara da bakarak kendimize hayatımızın aşkını aramaya başladık. Bu noktada hazıra konmak en tembellerin görevi oldu. Elimizin altında hazır yapılmış bir arkadaş aşkı varken uzağa gitmeye gerek var mı? Onla yaşadığı ilişki seninkiyle yaşayacağının fragmanı gibi bir şey oluyor. İyi mi, kötü mü, kibar mı, hayvan mı, sonradan değişecek mi, sekste nasıl her şeyini bildiğin bu adama aşık olmamak elde değil. Yani kendim böyle bir adilik yaptım diye söylemiyorum ama o vicdan karmaşasıyla, ego patlaması arasında olan duygu başlarda güzel gibi duruyor. En basitinden anlatmak gerekirse, onun beğendiği elbiseyi sen alacakmışsın gibi hissediyorsun. Ama sonra o elbisenin aslında onun eskisi olduğunun farkına varıyorsun, ikisinin anıları arasında sıkışıp kalıyorsun.
Tatil aşkları
İsminden belli olduğu üzere başlangıcı ve sonu belli olan bir durum. Bütün sene canın çıkmış gibi çalıştın ve tam kendini hiçbir şey yapmamanın kollarına bırakmışken o çıktı karşına. Bütün gün dolaştınız, sabahlara kadar içtiniz, temiz hava, bol oksijen geziler, kahkahalar, ulu orta sevişmeler... Her şey mükemmel giderken tatilde bitti, otobüse atlayıp eski hayatına geri döndün. Bir defa diğer tatile kadar oradaki gibi eğlenmeyeceksin, hatta diğerinde de, çünkü artık adamı tanıyorsun. Sorumluluk denilen yük omuzlarını acıtmaya başladı ve senin bu serseri aşkına dair düşüncelerin bir bir yerine geldi. İlk başta işini, gücünü umursamadan sadece dudakları ve adonis kaslarıyla seni etkileyen bu adam şimdi bir sünepeye dönüşmeye başladı. Genelde hep ama hep öyle olur, mekan değişince bir taraf diğer taraftan adım adım kaçar.
Mesafeli ilişki
Anayasa maddelerinden birisi olarak kabul edildi deseler, hiç şaşırmayacağım bir olay. Göz göze bakacak; ten tene değecek. Yani ne kadar saatlerce telefonda konuşsan da gecelerini bilgisayar karşısında ona şarkı yollamakla geçirsen de bu ilişkinin varacağı nokta maalesefki 'Bir tek dileğim var, mutlu ol yeter' Beklemek hiçbir şey yapmadığın halde çok kalori harcatan bir eylem... Sürekli olarak, 'sonu ne olacak?' diye düşünmek zorunda kalıyorsun. Aynı adam dibinde yaşasa belki iki gün tahammül edemeyeceksin ama başka şehirde olunca ille bir sona varmalı gibi düşünüyorsun. Hep bir şeyler bekliyorsun, gelmesini, çırpınmasını, daha fazla sevgisini göstermesini. Sonra beklediklerin gerçekleşmiyor, sinirleniyorsun, bozuluyorsun ama hep daha fazlasını istiyorsun karşı taraftan. Derken bir gün 'olmayacağını' söylüyor sana, kabul etmekten başka çaren kalmıyor. Ama işin iyi yanı, en kolay da bu ilişki unutuluyor. Hatta birileri sorduğu zaman 'Zaten toplasan kaç kez görüştük' diyorsun...
İnternet aşkları
Hiç anlam veremediğim olaylardan bir tanesi. Özellikle de aylarca hiç birbirini görmeden ilişki yaşayanlar. Ekranın diğer ucundaki adamın fotoğraflarını görsen bile o, o kişi değil sanki. Zaten ilk buluşmada da hep bir geri çekilme oluyor ya, kafanda yarattığın adamla uyuşmuyor. Nasıl uyuşsun zaten sana yazdığı şeylerin çoğu sadece 'nasıl etkilerim' kafasıyla yazılmış. Yüzyüzeyken bir insanın yalan söyleyip söylemediğini çok kolay anlıyorsun ama orada nasıl anlayacaksın? Tabii benim paranoyaklıklarım yüzünden de bu duruma hep mesafeliyim ama başaranlar da yok değil. Hatta şu anda tanıdığım kim varsa birbirlerini internetin herhangi bir alanı sayesinde bulmuşlar. Allah yollarını açık etsin ne diyeyim...