Mutluluk konusu
Bu ay olayımız yine bir Yonca kalbi açma seansı olsun mu?
Yonca Tokbaş
Olsun.
Neden buraya çok rahat yazdığımı anladım.
Birinci derece çekirdek ailem okuyamıyor. He he...
Bu da bana daha daha büyük bir özgürlük veriyor. Aman o alınır mı, bu gocunur mu, beriki sitem eder mi, yetmez kimi zaman gocunup gücenip bir de tavır yapabiliyorlar.
Haydaaa... Yazmak özgür bir eylemdir diyenlere Türk aile yapısından bildiriyorum.
Affedersiniz nah özgür bir eylem.
Gizli saklı ama dünyayla paylaştığım günlüğüm Elele.
Aç kızım kalbini ahanda gani gani Elele okurlarına.
Yaz bakalım;
MUTLULUK NASIL OLUR BİLİYOR MUSUNUZ?
Çok çalışmakla.
Tıpkı bir spor gibi. Antrenman yaparsın. Kısa, orta, uzun süren antrenmanlar.
Her biri seni daha güçlü kılar. Dayanıklı kılar.
Dayanıklılık demek, sağlıklı ve uzun ömürlü olmak demek.
Küçük mutluluk antrenmanları seni daha büyük mutluluklara, kısa sürenler daha uzun sürenlere hazırlar.
Mutluluk antrenmanını çok istemesen de yapmalısındır. Çünkü yaptıkça sever, sevdikçe alışırsın.
Üstelik bir yapmaya başla, bitirince senden alası yok asla.
Güldükçe gülesin gelir.
Ve fakat ama lakin... Bir de çevre var.
Çevrende herkes sabah akşam mutsuz olmaktan mutluysa, mutsuzlukla besleniyorsa, haklısın işin zor. Kendimden biliyorum.
Yanındaki mutsuzluktan patlarken kalkıp eller havaya nasıl yapacaksın? Veya ay bak şu minicik karınca ne güzel kırıntı taşıyor, diye nasıl mutluluk paylaşacaksın. Keza, bunu dediğin anda karşındaki surat beton gibi.
‘Ben burada ölüyorum sen karınca diyorsun yaaaa’ suratı.
Yetmez bir de dalga geçilmeye mazur kalma, azarlanma, gücenilme ve hayatı yeterince ciddiye almamakla damgalanma risklerin var. Ha bir de empatiden yoksun anlayışsız bencil ve aklını saçma şeylerle bozmuş insan olarak mimlenmen de söz konusu.
Bakınız ben!
Ve ben, bu durumdan çok sıkıldım.
DUYGUSAL DENEY
Geçen sabah o kadar yalnız hissettim ki kendimi.
Yalnızlık hapsine çarptırılmış gibiyim.
Yaşadığım mutluluğu benimle bir paylaşacak (hor görmeden, dalga geçmeden, anlamsız hissetmeden, abartı bulmadan) kimsem yok çoğu zaman.
Hani dedim ya mutluluk bir antrenman gibi yaptıkça gelişen, oluşan, alışkanlık kazanılan, başarılı olunan, varılan bir şey diye...
Gel gör ki bir de paylaştıkça büyütebiliyorsun, karşılık buldukça daha çok almak-vermek-olmak istiyorsun.
Ama sen antrenman yapamadıkça veya paylaşıp alışveriş yapamadıkça çürüyorsun, yalnız kalıyorsun.
Antrenman yapamadıkça yetini kaybediyorsun.
Bunu bir tespit olarak görüyorum.
Fizik-kimya deneyi gibi olmasa da, duygusal deneyimlerimin sonucunda vardığım kanı bu.
DEREOTU ÖRENEĞİ
Örnek vereyim.
Dereotu ekmiştim büyüdü, yedim.
Çiçek açtı. Çiçekler tohum verdi. Yaşama tanıklık ettiğim için büyülendim. Böyle çıldırmış bir mutluluk düştü içime paylaşasım geldi.
Genelde, bu duygularımı paylaştığımda garipsendiğim oluyor, abartılı olduğum düşünülüyor. Hatta bir keresinde ailem kendilerini kötü hissettiklerini söyledi. “Sen nasıl böyle küçücük şeyden mutlu hissediyorsun? Biz aynı sevinci yaşayamadığımızdan kendimizi hem suçlu hem kötü hissediyoruz” dediler iyi mi!
Al buradan yak işte. Ayol dereotunun tohumlanmasının neresi küçük?
Hançer gibi saplandı içime.
Onlar üzülecek diye ben mi duracağım yani! Yooo.
Ben böyleyim. Duramam ki! Ama ister istemez yavaşlarım. Ya da sesim kısılır... Elimde olmadan sesim kısılır.
Senin mutluluğunu yaşama şeklin canının parçasını acıtıyorsa kısılır yani...
Bunlar da gerçek işte. Hayatın gerçekleri.
Kocama gitsem işi, aklı, ruhu yoğun. Aklında kim bilir neler var o sırada… Söylesem duymayacak, o duymayınca ben kırılacağım.
Anneme gitsem, şu anda sırası mı Yonca diyecek, bozulacağım.
E abi ben hep herkesin keyfini beklersem abooo, mutluluk ölür gider yahu!
Sosyal medyadaki takipçi, yazımı okuyan okur, beni tanımayan insanlar benle bir mutlu oluyor, şifa buluyor, ilham alıyor; yakınlarım benim bu halimden yorgun düşüyor. Hemen paylaştım Instagram’da.
Ve işte bir şenlik havası! Tam ihtiyacım olan tantana!
Allah bin razı olsun.
Hemen gittim benim gibi benle bir zıplayacak arkadaşlarıma da yazdım. WhatsApp’da çığlık attık.
Hale bak. Yonca’nın mutlulukla sınavı bu yani.
Paylaşacak yer ara, bul, paylaş, eşittir dediğim o antrenman.
Ey sevgili hayat, tezatlara gel beri beri.
Yazmasam, paylaşmasam guatr olurum be yahu. Boğazım düğüm düğüm dediğimiz şey bu işte.
Hani siz “Ay ben senin enerjine hayranım, hayat sevincine bayılıyorum” diyorsunuz ya, ailem de bayılmış durumda bilin yani. Nerede mutlu olacağımı bulmak için debeleniyorum.
Burada bir gülme tuttu beni.
Her şey uzaktan göründüğü gibi değil bazen.
O yüzden okur-yazar ilişkisi feci şahane bir şey.
Hem içimdesiniz hem yanımda.
Hem de bir o kadar nefis bir mesafede uzağımda.
Ben sizden güç alıyorum, mutluluk antrenmanlarımı sayenizde en şahane alışverişle besliyorum, dayanıklılığımı arttırıyorum.
Bu yazı, bir dereotu tohumundan yola çıkarak yazılmıştır.
Mutluluğumun nedeni de, vazgeçmemem de o dereotundan ötürü yani.
Ve arılara sağlık!
Afiyet olsun.