4 / 5
‘İyi’ hissettirenler - Resim : 4

TUBA MÜFTÜOĞLU
MINDFULNESS VE ŞEFKAT MENTORU

“Bir iyileştiricinin en büyük gücü, danışanlarının karşısına çıkan zorluklarla yüzleşebilmeleri ve bu durumda yapılması gerekenleri bilgece yerine getirebilmeleri için ihtiyaçları olan yargısız kabulü ve desteği sağlamaktır.”

Modern insan, sizce neden ‘iyi hissetmek’ istiyor?
Dünya, son 25 yılda inanılmaz bir şekilde değişti. Baş döndürücü bir hıza ulaşan günlük hayat temposu, popüler kültürün pompaladığı mükemmel hayatlar, aile, arkadaşlık gibi destek sistemlerinin yavaş yavaş yok olmasıyla yalnızlaşan yaşam biçimleri, iş dışında rekabetin tüm alanlara yayılması, gün ışığı ve doğadan uzak, dört duvar arasında fizyolojimize ters düşen yaşam koşulları, bireysel, ekonomik ve sosyal sorunlar, şiddet, savaşlar, iklim krizleri, pandemiler… Tüm bunların sonucu olarak modern insan, hem bu hıza ayak uydurmakta zorlanıyor hem de kendini devamlı tehdit altında hissediyor. Bu şartlar altında hepimiz iyi hissetmenin peşinde koşuyoruz. Tam bu noktada yollar benimle kesişiyor; çünkü tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de oldukça revaçta olan eğitimlerini verdiğim mindfulness, şefkat ve pozitif nöroplastisite programları sistematik yaklaşımlarıyla zihni ve bedeni eğiterek pek çok kişinin duygu durumunu, psikolojisini, alışkanlıklarını sağlıklı bir şekilde dönüştürmek ve iç huzurunu yakalamak için kullandığı yöntemler.

Bu iyi hissetme yolculuğu sırasındaki rolünüz ile modern insanın kesişmesinde neler yaşanıyor?
Birçoğumuz, modern yaşamın içinde karşılaştığımız zorlu duygu ve durumların yıpratıcı etkilerini azaltmaya, onları sağlıklı bir biçimde yönetmeye yani esenlik ve refahı geliştirmeye ihtiyaç duyuyoruz. Esenlik veya refahtan kastımız, içsel kaynaklarımızın gücünü kullanarak mutluluğa ulaşmak. Peki, bu tür bir esenliği nasıl elde edebiliriz? Bu soru bizi sağlık hizmetlerinde ve sosyal bilimlerde kullanılan temel bir modele götürür. Bu model, bireyin günlük yaşamında veya hayatı boyunca ne kadar iyi olduğunun üç temel faktöre dayandığını söylüyor: Karşılaşılan zorluklar, bu zorlukların birey için yarattığı güvenlik açıkları ve bunlarla başa çıkmak için bireyin kullandığı kaynaklar. Bunların üzerinde çalışmak önemli. Ancak genel olarak en fazla geliştirme fırsatına sahip olduğumuz yer kaynaklarımızdır. Kaynaklarımızı büyütmek için başlangıç noktası ise kendimizle tekrar bağlantı kurmaktır. Yollarımızın kesiştiği çoğu danışanımda da aslında temel mesele bu olur; yani modern yaşama yetişmeye çalışırken kendileri ile bağları tamamen kopmuştur. Benim buradaki rolüm, danışanlarımın yaşamlarına öğretiler eşliğinde şefkat ve farkındalıkla bakmalarına, kendi bilgeliklerine, sezgilerine, kaynaklarına güvenmelerine rehberlik etmek ve zorlandıkları yerde el uzatmak.

İyi hissetme yolculuğunun sonunda karşınızdaki kişi nasıl kazanımlar elde ediyor? ‘Yeni’ bir bakış açısı kazanabilmek ne kadar mümkün?
Bilinçli farkındalık, şefkat ve pozitif nöroplastisite programları, doğuştan sahip olduğumuz kendi öz kaynaklarımızın farkına varmamızı sağlar. Mindfulness yani bilinçli farkındalık bizi kendimizle, bedenimizle ve duygularımızla bağlantıya geçirip, olanı olduğu gibi görmemizi sağlarken; şefkat bize ihtiyaç duyduğumuz desteği ve harekete geçme gücünü verir. Pozitif nöroplastisite ise farkındalık ve şefkat ile deneyimlediğimiz iyilik halini, sistemli bir şekilde hayatımıza yerleştirerek bir yaşam biçimi haline getirebilmeyi sağlar. Tüm bu programlar, fiziksel ve ruhsal dayanıklılığı artıyor ve acıya verdiğimiz duygusal tepkiyi azaltıyor. Tükenmişlik, depresyon, kaygı ile başa çıkmayı kolaylaştırıyor ve bağımlılık yapan, kişinin kendi kendine zarar veren davranışlarını azaltıyor. Kısaca, yeni bir bakış açısından çok daha öte yeni bir yaşam biçimi sağlıyor.

Bir ‘iyi hissettiren’ olarak, iyileştirici gücünüzü nasıl tarif edersiniz?
Bir iyileştiricinin en büyük gücü, danışanlarının karşısına çıkan zorluklarla yüzleşebilmeleri ve bu durumda yapılması gerekenleri bilgece yerine getirebilmeleri için ihtiyaçları olan yargısız kabulü ve desteği sağlamaktır. Bu noktada danışanlara müdahale etmeden yalnız olmadıklarını hissettirmek, anlatacaklarını dinlemek, yolculuklarına destek olmak en önemli şey.

“Varoluşun her halinin birbirine bağlı olduğu bütünle bağlantımızı kaybettiğimizde, yaşamın anlamını kaybederiz. Bu bütünle uyumlu olmak için bütünün en küçük parçası olan kendimizle ilişkide olmamız gerekir.”

5 / 5
‘İyi’ hissettirenler - Resim : 5

TUBA DADAŞOĞLU
KLİNİK PSİKOLOG

“İyileştiren ilişki, hem danışan hem de terapist tarafından birçok faktörün içinde bulunduğu bir durumdur. İçlerinde en önemlisi ise güvenli bir bağdır.”

Modern insan, sizce neden ‘iyi hissetmek’ istiyor?
Pandemi süreciyle insanlık hiç bilmediği duygular, durumlar ile yüzleşmek zorunda kaldı. Önce garipsedik, sonra uyum sağlamaya çalıştık ve bir o kadar zorlandık. En sonunda kaçtığımız benliğimizle yüzleşmek mecburiyetinde kaldık. Herkes, kaçtığı benliği ile yüzleşmek durumunda kalınca; yaşamın anlamı değişiklik göstermeye başladı. İnsanlar artık kötü hissetmek istemiyor. Acıdan kaçmak ve çaba sarf etmeden sahip olabileceği iyi anlarda bulunmak, iyi hissetmek istiyor. Aslında iyi hissetmek adı altında insanlar, kendine ütopik bir dünya kurmaya çalışıyor. Tabii ki iyi hissetmek önemli; ancak sürekli iyi hissetme hali insanın doğasına aykırı bir durum. İçerisinde bulunduğum sosyal mecralarda, psikoterapi verdiğim danışanlarımda, ‘iyi hissetme’ algısına gerçekçi bir duruş sergilemeyi daha sağlıklı buluyorum. Beyin, yalnızca gerçekleri bildiği zaman iyileşiyor. Kendimizi tek bir duyguya odaklamak veya kötü hissetmekten kaçmak amacıyla yaptığımız her şey, bizi daha da köşeye sıkıştırıyor. Gücü, huzuru, iyi hissetmeyi dışarıda aradığımız müddetçe asla bulamayacağız. Şunu asla unutmamalı ve hayat felsefesi haline getirmeliyiz: Güç dışarıdan değil, içeriden gelir.

Bu iyi hissetme yolculuğu sırasındaki rolünüz ile modern insanın kesişmesinde neler yaşanıyor?
İyi hissetme yolculuğuna, terapi sürecinin başlama hali diyebiliriz. Bu süreçte görevimiz, birçok alternatif yol sunmak ve karşı tarafı diğer bakış açıları ile farklı düşünmeye ve yeni yollar üretmesine teşvik etmektir. Terapi, bir şifalanma süreci ve kişinin kendini gerçek anlamda tanıma sürecidir. Bu süreçte kişi kendiyle ciddi bir yüzleşme yaşar. Terapi sanıldığı gibi iyi hissetme veya rahatlama alanı değildir. Tabii ki süreç zorlaştıkça ve siz kararlar alıp, hayatınıza uygulamaya başladıkça kendinizi iyi hissetmeye başlıyorsunuz.

İyi hissetme yolculuğunun sonunda karşınızdaki kişi nasıl kazanımlar elde ediyor? ‘Yeni’ bir bakış açısı kazanabilmek ne kadar mümkün?
Terapi sürecine her başvuran birey, yaşadığı sorunları çözecek demeyi inanın çok isterdim. Ancak ne yazık ki öyle olmuyor. Biz terapistlerin ellerinde bir sihirli değnek yok. Gelen bireyler, sadece terapiye gelmeleriyle yaşadıkları sorunların üstesinden gelemezler. Buradaki asıl amaç, kişinin terapi almak istemesi ve öğrendiklerini hayatına geçirebilmek için çaba sarf etmesidir. Hal böyle olunca tatmin edici sonuçlar mümkün oluyor. Burada ilk adım, başvuran kişinin önce kendisine inanması sonrasında ise emek vermesidir. Bakış açısı, her şeydir. Bakış açısı değişen ve iyileşen insanın dünyası da değişiyor, ruhu da. Emek verilen her şeyin sonu tatmin edici ve huzur verici oluyor.

Bir ‘iyi hissettiren’ olarak, iyileştirici gücünüzü nasıl tarif edersiniz?
Danışanın düşüncelerini, duygularını ve zorlu deneyimlerini paylaştığı terapi seansı hiç şüphesiz güvenli ve koşulsuz kabulün içerisinde olur. Güçlü bir bağ oluşmaya başlar. Danışanın sürecine yakından şahit olan ve bu süreçte ona fayda sağlayan, destek veren biri olarak danışan ve terapistin arasındaki o bağ oluştuğunda ilişkinin iyileştirdiğini belirtmek isterim. İyileştiren ilişki, hem danışan hem de terapist tarafından birçok faktörün içinde bulunduğu bir durumdur. İçlerinde en önemlisi ise güvenli bir bağdır.

“Umudunu yitirme! Daha nefes alıyorsun ve yaşam denen bu yolculukta her an, her şey değişebilir. Güzelliklere hazır ol.”