Milyarcamızdan bazıları: 7 ilham veren güçlü kadın
‘Güç’ kavramını sadece kendine hak gören düşüncelere inat gücünü, kendi gibi olma cesaretinden alan, gerçekleştirdikleri ve temsil ettikleriyle ilham veren kadınları hepimiz tanıyoruz. Milyarlarcamızdan bazılarını ise yeniden hatırlıyoruz.
WONDER WOMAN
Çizgi roman sayfalarında hayat bulan, 1941 yılında tanıştığımız süper kahramanımız Diana of Themyscira, bilinen adıyla Wonder Woman, döneminin kadınlara atfedilen normlarına karşı çıkan, güçlü (gerçekten!), cesur ve özgür bir karakter. ‘Güçlü kadın’ fikrini genetiğinde bulunduran kahraman, aynı zamanda özel güçlerinde mitolojik esintiler taşıyor. Afrodit, Athena, Artemis ve daha fazlasının güçlerinin bir araya geldiği bu yetenek paketiyle tanışmayı ise pek istemezsiniz… Tamamen ‘süper’ güçlere sahip Wonder Woman, adeta birden fazla yeteneğiyle yenilmez bir imaja sahip. Güçlerinin yanı sıra hayranlık uyandıran karizması ve görünümüyle de kalbimizin en özel köşesinde. O, muhtemelen aramızda bir yerde ve kesinlikle ruhumuzun derinlerinde.
Hazırlayan: Baran Alışkan
Lynda Carter, Wonder Woman (1975-1979) televizyon dizisinden.
MARIE CURIE
Marie Curie, 1903’te eşi Pierre Curie ile Nobel Fizik Ödülü’nü, 1911’de ise Nobel Kimya ödülünü kazanan tarihin en güçlü kadınlarından biri. Aynı zamanda Nobel ödülü alan ilk kadın ve bunu iki kez gerçekleştiren ilk bilim insanı kendisi. Uranyumla yaptığı çalışmalarla radyoaktiviteyi keşfederken dehasını cömertçe insanlığın hizmetine sunuyordu. Toryumun radyoaktif özelliğini keşfetti, radyum elementini ayrıştırdı. Eşi Pierre’in ölümünden sonra hayatını ve çalışmalarını tek başına sürdürmüş ama cinsiyetçi ve kötü niyetli çevreler tarafından sıklıkla rahatsız edilmiş ve baskı altına alınmıştı. Her şeye rağmen, modern dünyanın ve bilimin borçlu olduğu bir bilim insanı olan Curie, yoluna çıkan engelleri aşarak ilham veren kişiliğini ispatladı. Bilime adanmış bu hayat, radyoaktif maddelerle çalışırken alınmayan önlemlerin ve henüz bilinmeyen zararlı etkilerin de neden olduğu trajik bir sona doğru yavaşça ilerledi. Bize de onu ve dehasını her zaman hatırlamak kaldı.
KRALİÇE II. ELIZABETH
En az 70 yıldır tahtta ve dünyanın en çok tanınan siyasi figürlerinden biri. Birçok jenerasyonun ‘Kraliçe’ olarak tanıdığı II. Elizabeth, 26 yaşında giydiği kraliyet tacıyla İngiliz monarşisinin adeta sembolü haline geldi. Kraliyetin günümüzde bu kadar medyatik ve popüler olmasının ilk adımı da onun sayesinde atılmıştı. Taç giyme töreni televizyonda yayınlanan Kraliçe, şüphesiz devam eden yıllarda da büyüleyici etkisini sürdürdü. Bugün, konumu itibarıyla dünyanın en güçlü kadınlarından biri olan II. Elizabeth, aynı zamanda dünyanın en uzun süre görevde olan hükümdarı olarak gösterişli unvanının hakkını veriyor. Elbette, kendine has renkli stiliyle pek tabii moda ikonu da sayılabilir. Tüm ‘kraliçelik’ unsurlarının yanı sıra dünyanın gündemini meşgul eden aile içi meseleleri de onu göz önünden ayırmamıza fırsat tanımıyor. Boşuna dememişler: “God Save the Queen!”
ROSA PARKS
Yorgun bir gün sonunda bindiği otobüste, oturduğu koltuktan kalkmadığı için tutuklanan Rosa Parks, değişimin ilk adımıydı. Bu değişim, mutlaka sancılı olacaktı. Alabama/Montgomery’de 1900’lü yılların başından bu yana toplu taşıma araçlarında, beyazların üstünlüğü ve öncelikli oturma hakkı vardı. Öyle ki siyahiler, aynı hizada oturamaz, arka kapıdan biner veya yer kalmamışsa ayakta durur hatta araçtan inerdi. Rosa Parks, bir gün bu düzene karşı çıkarak yerinden kalkmayı reddetti. Sonrasında ise ‘kamu düzenini bozmak’ suçuyla tutuklandı. Bu sakin direnişin ardından, 40 bin kişi neredeyse bir yıl boyunca otobüslere binmeyi reddetti ve gösterişli bir boykot başlattı. Rosa Parks ve bağlı olduğu ‘Montgomery Improvement Association’ ve birliğin lideri Martin Luther King’in mücadelesi, 1964 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin ayrımcılığa son veren ‘Sivil Haklar Yasası’ ile son buldu. Rosa Parks ve o otobüs ise tarihe çok önemli bir an olarak silinmemek üzere yazıldı.