Gidenler için
Bazen birisi gider.
Bazen biri, ötekindeki o değişimi anlamaz.
Onun aslında yanında da olsa, gittiğini fark
etmez. Farketse de görmek istemez.
Eğer aşk, gözlerimizi yalnızca biri için
kapamaksa... Başkalarının onda göremediğini
görmek ama gördüklerini görmemekse...
Bir gün gelir, sen de görmeye başlarsın.
Sanki gizli bir el, gizli bir yerde, belki senin
bile bilmediğin bir yerde saklanan o tılsımı
alıp gitmiştir. Ne zaman olduğunu, neden
olduğunu hiç bilmeden. Tıpkı başlangıçta
olduğu gibi. Neden başladığını, neden bir
başkası değil de o olduğunu bilemediğin gibi.
Yani geldiği gibi gider aslında...
Bazen iki kişi de farkındadır her şeyin. Zaman
geçip artık o büyüyü bulamadıklarının...
Ama onu neden ve nasıl yitirdiklerini
anlamazlar, nerede yitirdiklerini... Direnirler;
yeniden yeniden konuşurlar; bir şeyler
yapmaya, kaybolan tılsımı aramaya, bulmaya
çalışırlar.
Bir yerlere gidilir. Uçsuz bucaksız kar
örtüsünde izler bırakılır yeniden. Kara
yatıp yuvarlanırken kahkahalar atılır.
Ya da güneşin yaktığı sabahlarda yan
yana uzanıp denizin üzerindeki ışıltıların
eşsizliğine bakarlar birlikte. Yeniden baş
başa olmaya çalışırlar. Tıpkı en baştaki gibi.
Başkalarından, hayatlarını oluşturan en yakın
dostlarından kaçıp yalnız ikisi için gerçek
ya da yalan bir dünya kurmaya çalıştıkları
günlerdeki gibi.
Yazık ki artık boşunadır bu çaba.
Anılar, kimi zaman bir şarkıyla, kimi zaman
bir kokuyla, öylesine bir göz dalgınlığıyla
bellekte yeniden belirir; sanki canlanacak
gibi; sonra tutmaya çalıştığınız anda silinir
gider. Kurtulamadığınız bir burukluğa,
içinizde kapanmayan bir boşluğa dönüşür.
İlk başta, birbirlerinden çok uzaktayken bile
hep yan yana hissetmişlerdi. Şimdiyse tersine
yan yanayken bile uzakta...
Bazen birbirlerini sevmeye devam ederler.
Ama sevmekle, sabahları onu düşünerek
uyanmak ve geceleri onun yüzünü
hatırlayarak uyumak öyle farklıdır ki...
Hiç yanında yokken bile onun sıcaklığını
hissettiğin o günleri hatırlarsın. Şimdi
yanında ve sıcak güneşin altında neden böyle
hissetmediğini anlayamazsın. Ne tuhaf; çok
uzaklardayken aslında yanıbaşındaydı; şimdi
yanıbaşındayken göremeyeceğin kadar uzak.
En kötüsü, güneşin çıkmasıyla yavaş
yavaş gözlerimizin önünde eriyip giden
çocukluğumuzun kardanadamı gibi, bir
günün sakince azalması gibi, ipini elinden kaçırdığımız balonun yavaş yavaş yükselip
gözden yitmesi gibi, ellerimizin arasından
giden sevgiliye hala aşık olduğumuz
zamandır.
Sanki aklın artık işe yaramadığı bir yerdir
orası. Nereye gitsen, ne yapsan, kimlerle
birlikte olsan, herkesin ilk aklına gelen
eğlencelere de katılsan o içindeki burukluk
bir türlü seni bırakmaz.
İster, “I’ve got you under my skin” desin
şarkı, ister, “Sen gelmez oldun”
desin; sanki hepsi senin için
yazılmıştır. Her zaman dinlediğin
bu şarkılar birden bambaşka bir
anlam kazanır ve sanki seninle
o kimsenin hissetmediğini
düşündüğün hüznü paylaşır gizlice.
Çoğu kez öfkelisindir o anda.
Haksızlığa uğradığın için mi?
Seni aldattığı için mi? Sana yalan
söylediği için mi? Sana gerçeği
söylediği için mi? Hayal kırıklığına
uğradığın için mi? Aslında kötü
biri olduğunu düşündüğün
için mi artık? Birisi için boşa
zaman harcadığını, ona hak
etmediği bir değer verdiğine
inandığın için mi? Hayır, aslında hiçbiri
için değil. Ve bunlardan herhangi birinin
ya da hepsinin gerçek olmasının da hiçbir
önemi yoktur. Yalnızca artık yanında
olmadığı için öfkelisindir ona.
Gel-gitler yaşarsın. Aynı gecede. Aynı
saatin içinde. Kendi kendine onu
kötülersin, soğursun, kalbinin onun için
taş kesildiğine inanırsın. Birkaç dakika
sonra ona hak verecek şeyler bulursun.
Kendini suçlarsın. Kötü sözleri hatırlarken,
birden güzel anılar gelir aklına. Çaresizlikle
bir yol bulma umudu arasında gider
gelirsin. Gururunla, doğrularla kavga
edersin sonra. Doğru olanın seni mutlu
etmediğini anlarsın. Doğru olanı yapmak
istemediğini belki. Yeniden denemeyi,
her şeyi göze almayı, reddedilmeyi,
duymayı beklemediğin sözleri duymayı,
kabullenmeyi, bağışlanmayı istersin.
Zaman böyle geçer. Geçecek diye
düşünürsün. Geçecek der herkes. Bazen
birileriyle konuşursun; uzun uzun
anlatırsın; onlar da sana anlatırlar. Herkes
benzer şeyler yaşar; yaşamıştır ama yine de
bir şey değiştirmez senin için. Çünkü senin
yaşadığın, senin için biriciktir, eşsizdir.
Nasıl olup da böylesine inanılmaz bir şeyi
kaybettiğine inanmak istemezsin.
Zaman geçer. Sessizlik en kötüsüdür.
Ulaşmayı deneyip ulaşamamak daha da
kötü... Artık telefonların açılmaz belki.
Mesajlarına cevap gelmez. Beklediğin
telefon hiç çalmaz. Onun şimdi nerede,
kiminle olduğunu düşünmeye başlarsın.
En çok da kiminle...
Anlarsın ki artık yapacak fazla bir şey
kalmamıştır.
Belki bazen uzakta durup sessizliği
kabullenmek yerine bir şeyler yapmak
gerektiğine inanırsın. Bazen en olmadık
şeyleri yapmaya karar verirsin. Çılgınca
şeyler yaparsın bazen. Filmlerde olacak
şeyler...
Bazen de gerçeği kabullenmek zorunda
kalırsın. Söylemişsindir söyleyebileceğin
her şeyi çünkü. Cevaplardan ya
da söylemediklerinden onun ne
hissettiğini, ne hissetmediğini ya da,
anlamışsındır.
Bazen birisi gider.
Birine... Bir yere... Kendisine...
Özgürlüğe...
Büyük bir boşluk kalır içinde, bir
yorgunluk. Kimi zaman olup bitenlerin
içinde, başkalarının arasında, kalabalıkta,
eğlenirken, çalışırken, her şeyi unuturken
birdenbire içine düşeceğin bir boşluk.
Ve tıpkı bir boşluğa düşerken karnında
hissettiğin o hisse benzer. Gerçek bir
boşluğa düşer gibi...
Ne garip, onu gördüğün ilk günlerde de bir
buluşmaya yetişirken duyduğun heyecanın
sendeki fi ziki karşılığı tıpkı böyle bir şeydi...