Yatağa öz güvenli girin
Sevdiğiniz adamın yanında çok mutlusunuz, birlikte çok güzel vakit geçiriyorsunuz ama ne zaman küçük cilveleşmeler başlıyor, işte o an size bir haller oluyor...
Kendinizi mutsuz, kasılmış ya da rahatsız hissediyorsanız belli ki öz güveninizi yatak odasının dışında bırakıyorsunuz.
Karşınızda sizi çok seven, sizin de aşık olduğunuz ve çekici bir erkek var. Birlikteliğinize seviye atlatma zamanı geldi. Sanki hissetmişçesine o geceye hazırlandınız. Her şey çok güzel... Baş başa akşam yemeğinin ardından, bir kulüpte eğlendiniz ve evet bu gece birlikte olacaksınız. Derken tüm hayalleriniz suya düşüyor. Çünkü partnerinizin tüm çabalarına rağmen bir türlü kendinizi açamıyorsunuz. Bunun pek çok nedeni olabilir. Bunlardan biri de cinsel açıdan öz güveninizin yetersiz olması. Peki her şey iyiyken neden bunu yaşıyorsunuz? Bu sorunun cevabını bugünde değil de geçmişte mi aramak gerekiyor?
Öz güven duygusunun temellerinin çocukluk yaşlarında, kişiliğimizin çekirdeğinin oluştuğu 0-3 yaş arasında atıldığını söyleyen Uzman Psikolog-Psikoterapist Esra Erdoğan, “Güven ya da güvensizlik, öncelikle bağlanmayla oluşuyor. Anne-çocuk ilişkisi yetişkinlik için temel oluşturuyor ve burada yapılan hataların sonuçları yaşamın tümünü etkiliyor” diyor.
Kişilik gelişiminin özellikle cinsel kimlik açısından keskin virajlarından biri de ergenlik yani 13-21 yaş arası dönem olarak kabul ediliyor. Bu dönemde dengeli bir kimlik ve sevme erdemi oluşuyor. Böylece gerçekten sevip, kabul etmek duygusu ve bilinci sağlanıyor. Çocuk bu evrede sevmenin bir meziyet olduğunu ve kimlik oluşumundaki önemini kavrıyor.
Cinselliğin en hararetli olmaya başladığı ve kimlik bunalımının dış görünüşle giderilmeye çalıştığı günler de bu döneme denk geliyor. Bu dönemdeki çocuklar sürekli kabul görmeyi, beğenilmeyi istiyor. Ergenlikte arkadaş çevresi ergene “Değersizsin” mesajını veriyor, daha da kötüsü bu mesaj ailenin çocukluktan beri üstü kapalı ya da açık verdiği mesajla örtüşüyorsa, bu durum onun tüm yaşamına kaçınılmaz biçimde yansıyor. Bu yansımanın cinsel yaşamdaki yeri ise cinsel soğukluk, kullanılıyormuş duygusu, orgazm olamama, kendini beğenmeme ve karşı tarafı hak etmediği inancı ile yatağa girmemeye kadar gidebiliyor. Beğenilmeyen kişi kendini de beğenmemeye başlayarak, bir kısır döngü içine giriyor.
İLK AŞAMA KENDİNİ KABUL!
Psikolog Esra Erdoğan, yatakta özgüven sahibi olmanın, kişinin kendilik kabulünün tam olması anlamına geldiğini belirterek, “Eğer kişi vücudunu beğeniyorsa, bu durumu kolaylaştırıyor. Lakin bahsettiğimiz kişinin güzel ya da çirkin olmasıyla değil, kendini nasıl gördüğüyle ilgili. Örneğin çok güzel ama kendini çirkin görebilen biri kendiyle barışık değilken, kilolu olmasına rağmen bedenini çok beğenen biri kendiyle barışık olabiliyor. Öte yandan kendini güvende hissetmesi de gerekiyor. İster partneri ister eşi... Karşısındakine güven duyması, onu kabul etmesi ve kabul gördüğünü bilmesi önem taşıyor. Ama bu bencilce bir sevgi de olmamalı tabii... Çünkü, kişi kendiyle mutsuzsa karşısındakine verdiği ve aldığı da hep mutsuzluk, huzursuzluk oluyor. Unutmayın, ileride partneriz değişebilir; o yatakta değiştiremeyeceğiniz tek kişi sizsiniz. Dolayısıyla yatağa bu düşüncelerle, karşılıklı kabul, sevme, biricik olduğunu hissetme gibi duygularla giren insan iyi bir seks hayatına kavuşuyor.”
BEDENİNİZLE BARIŞIN
Kendi bedeniyle barışık olmak mutluluğun en önemli anahtarlarından biri. “Önemli olan fiziki olarak dışarıdan nasıl göründüğü değil, kişinin kendisini aynada nasıl gördüğü ve hissettiğidir” diyen Psikolog Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çok güzel bir fiziği olmayan ama aynaya baktığında bedenini beğenen biri olabildiği gibi, tam tersi kendiyle barışık olmayan insanlar da çok güzel olmasına rağmen kendinde eksiklikler görebiliyor. Hatta kendilerini çirkin bile bulabiliyorlar. Dolayısıyla kendiyle barışık olmayan kişi yatakta da kasılıyor. Bu da doğal olarak kasılmış bir beden ve ruh halini beraberinde getiriyor. Gergin bir beden ve ruh ile orgazm olmak zordur. Çünkü orgazm bir zirveyi ve sonrasında rahatlayabilmeyi gerektiriyor. O rahatlamaya gelebilmek için de kadının kendini bırakmayı, teslimiyeti yaşayabilmesi gerekiyor.”
Çok sayıda kişi tarafından arzulanmasına ve eşi de bir o kadar istek duyulan bir erkek olmasına rağmen Angelina Jolie’nin geçirdiği depresyon nedeniyle çiftin evliliği önemli sorunlar atlattı. Psikolog Erdoğan, o günlerde Brad Pitt’in bir söyleşisinde söylediklerinin bu tür sorunlar yaşayan tüm eşlere örnek olması gerektiğini belirterek, şunları söylüyor: “Brad Pitt, o günlerde eşine nasıl şefkatle yaklaştığını, Angelina Jolie’yi içine düştüğü depresyondan nasıl kurtardığını anlatıyordu. Eğer bir erkek eşini gerçekten seviyor ve onu kazanmak istiyorsa Brad Pitt’in yaptığı gibi davranması gerekiyor.
Burada kadına düşen önemli roller de var. Öncelikle insanların evlendikten sonra asla kendine bakmayı bırakmaması gerekiyor. Her iki taraf da incelendiğinde flört döneminde en şık, en bakımlı haliyle sevgilisinin karşısındayken, evlendikten sonra bir tişört, bir eşofmanla evde dolaştıkları görülüyor. Bu da karşı cinsin gözünde cinsel imajının yavaş yavaş sönmesine neden oluyor. Anlattığım durum depresyon yaşamayan kişiler için de geçerli. Sosyal öğrenmeyle geçen bu durumu kişi ailesinde gözlemliyor ama bunun değişmesi gerekiyor. Özellikle kadınların önce ben demeyi öğrenmesi şart! Sevişirken yatakta kendi bedeninden keyif alması gerekiyor. Birçoğunun söylediği ‘Ben orgazmı bilmiyorum’ demek okuma yazma bilmiyorum demekle aynı anlama geliyor.”
GEÇMİŞ TRAVMALAR SU YÜZÜNE ÇIKIYOR
Partnerlerden birinde cinsel anlamda özgüven eksikliği olması ilişkinin gidişatını derinden etkiliyor. Örneğin vajinismus, cinsel soğukluk gibi bir durum varsa bu noktada kadının geçmişine bakmak gerekiyor. Tacize uğramış bir kadın bu durumu bilinçaltına itebiliyor. Psikolog Esra Erdoğan kadının yaşadığı bu olayın yıllar sonra, evlenmesinin ardından eşiyle birlikte olacağı zaman ağrılı cinsel ilişkiyle kendini gösterebildiğini belirtiyor: “Bu kişiler terapiye geldiğinde görünürde hiçbir şey olmuyor. İlişkileri güzel bir flörtle başlamış, içinde aşk, sevgi, iletişim, bağlılık var. Ancak bu tür sorunların kökeninde eğer fiziksel bir sorun yoksa yüzde 75-80 gibi ciddi bir oranda hatırlanan ya da hatırlanmayan bir ya da birden fazla travma yatıyor. Bunların çözümünde yoğun psikoterapi gerekiyor.”
TEDAVİDE EĞİTİM ŞART!
İlişkilerin bitmesine dahi yol açabilen güven eksikliğinin cinsel hayata yansımasının tedavisinde psikoterapi ve eğitim büyük önem taşıyor. Psikolog Erdoğan, kişinin kendi seçtiği bir terapistle görüşüp, ondan aldığı bilgileri bir sonraki seansa dek uygulaması ve verilen ödevleri hayata geçirmesi gerektiğini belirterek, bunun kısa zamanda sonuç alınacak bir sorun olmadığının da altını çiziyor: “Bir anda özgüven sahibi olunmaz. Bu bir süreç. Önce öğrenme, ardından eğitim gerekiyor. Ne farkı var derseniz; öğrenmek için okumak ya da konuşmak gerekiyor. Ama bunu davranışa döküp, hayata geçirmek eğitim sürecini oluşturuyor. Dolayısıyla kişi öğrendiklerini hayata geçirebildiği, davranışa dökebildiği, içsel olarak oturtabildiği zaman eğitimini tamamlamış oluyor.”
Yatakta öz güven eksikliğinin erkeklerdeki yansıması performans kaygısı şeklinde olabiliyor. Bu durumun temelinde eğer fiziksel bir sorun yoksa ve psikolojik birtakım problemlerden kaynaklanıyorsa yine mutlaka çocukluk, ilk ergenliğe bakmak gerekiyor. Psikolog Erdoğan, erkeklerin ilk deneyimlerinin çevrenin de baskısıyla genellikle bir profesyonelle birlikte olarak başladığına değinerek, “Ama bu, bir ilişkiden çok karşı tarafın onunla birlikte olmasına izin vermesi şeklinde gelişiyor. Bu da genç erkeklerde, kendilerini kötü hissetmekle beraber, ilk kurulan ilişki biçimini genelleyerek sadece kendi doyumlarının yeterli olduğu inancının yaygınlaşmasına sebep oluyor. İlişki kurmayı yanlış öğrenen erkek, cinselliği yapması gereken bir vazife olarak değerlendirirken kendi ejekülasyonunu da yeterli görüyor. Durum bu kadar basite indirgendiğinde birlikteliklerinde kadının mutluluğunu nasıl sağlayacağını öğrenemeyen erkek cinselliği vajina-penis düzleminde değerlendiriyor, ki bu da kadın orgazmını çoğu zaman yaptığı role inanmaktan öteye taşıyamıyor” diyor.
* Formsanté dergisinden alınmıştır.