Cüneyt Arkın'dan o fotoğrafın yürek burkan hikayesi
Sosyal medya hesaplarını aktif kullanan ve takipçilerine eski anılarını anlatan Cüneyt Arkın daha önce paylaştığı bir fotoğrafa gelen yorumlar üzerine, o fotoğrafın yürek burkan hikayesini de anlattı...
Cüneyt Arkın Instagram hesabından, eski bir fotoğrafını paylaştı, "İstanbul Bebek Koyu 1960’lı yıllar #tbt 📸 👌" notunu düştü. Usta oyuncu, 'Çok iyi yaşadınız' yorumu üzerine ise şunları yazdı:
Bu paylaşımın altına çok iyi yaşadınız demişsiniz öyle tabii. Anlatayım fotoğrafın çekildiği dönemi, fakülte yıllarımdı hep çalıştım. İstanbul’da Tıp Fakültesi’nde okurken ilk iki yılımı Sirkeci’de bir otel odasını iki inşaat işçisiyle paylaşarak geçirdim. Ders zamanı okula gider, kalan zamanda da onlarla inşaatlarda çalışırdım. Bir yanda anatomi dersi, öte yanda inşaat işçiliği.
Stajımı yaptıktan sonra az çok hasta tedavi edebilir duruma geldiğimde hocam Cihan Abaoğlu beni evlere hasta bakıcı olarak göndermeye başladı. Hastanın başında 24 saat bekleyip, acil durumda müdahale etmekti görevim. Fakat tabii yeri geldiğinde adamı tıraş da ediyordum, altını da temizliyordum.
Ayda burs parası olarak 60 lira alırdım. Hasta bakıcı olarak bir eve gittiğim zaman ise günde 15 lira kazanıyordum. Ama ev sahiplerinin artık yemeklerini önüme koymaları çok ağrıma giderdi. İlk paramı aldığımda fırına koşup paranın hepsiyle ekmek aldım. Çiğnemeden yuttum, patlayana kadar yedim. Sonunda da kustum. Ekmekleri görünce açlık korkumu yeniyor, huzur buluyordum. Yıllar sonra bile kaldığım otel odalarında baş ucumdaki komodinin üzerine bir somun ekmek koyar, ancak ona bakarak uyuyabiliyordum..."
1968 yılında Hacı Murat Geliyor filminin çekimlerinden de epey etkileyici ve heyecanlı bir anıyı paylaşmıştı bizlerle;
"Erzurum, yüreğine kadar kara batmış üşüyor. Tipi ortalığı savuruyor. Savaş atları yiğit mi yiğit. Kar fırtınası parçalanıp tepeye çıkıyorlar. Sonra uçarcasına köye dalıyorlar. Hacı Murat en önde düşmanın içine keskin bir bıçak gibi dalıyorlar. Karlı ova kıpkızıl kan oluyor.
Aynı anda General Yorgi kumandasındaki bir Rus kuvveti yamaçtaki kar altında kalmış Türk köyünü basıyor.
Katliam başlıyor.
Kadın, çocuk, yaşlı demeden kılıçtan geçiriyorlar. Kurbanların feryatları uçsuz bucaksız karlı ovanın üzerinde yankılanıp gidiyor.
General Yorgi’nin kocaman kara gözleri var. Her şeye korkunç bir hainlikle bakıyor.
Yere düşmüş Türklerin kanlı vücutlarını atıyla çiğniyor. Bebeklerin yüzlerine kılıç sallıyor, sonra sadist şeytanca gülüyor. Türkler, yaşlısı, genci ninesi, gelini, çocuğu yiğitçe karşı koyuyorlar.
Nur içinde yatsın bu rolü Erol Taş oynuyor. Erzurum’un misafirperver halkı bize canla başla yardım ediyorlar. Set, o soğuğun altında oldukça kalabalık. Erzurum’un yiğit halkı çekimi izliyor. Anası, bacası soğuğu yenelim diye toprak bir testi dolusu pekmezi çalışanlara büyük bir alçakgönüllülükle ikram ediyorlar. Kısa bir zamanda köy baştan aşağı Türk kanına bulanıyor. General Yorgi, genç kızlara, kadınlara tecavüze başlıyor. İşte o anda şaşırtıcı bir şey oldu. Otuz otuz beş yaşlarında kara kuru bir Erzurumlu erkek sete daldı. Elindeki silahı son anda fark ettik. Bir yay gibi kıvrılıp çelik gibi yaylanarak Erol Taş’a doğru uçtu. Bağırıyordu.
‘Zalim Moskof, yeter, bu zulüm.’ Silahını doğrulttu.
Bereket tam o sırada atlar Erol Taş’ı gizledi.
Koşuşturduk. Etrafını sardık. Fakat o kadar güçlü ve çevikti ki, baş edemiyorduk. Haykırıyordu.
‘Seni öldüreceğim alçak Moskof. Kıydığın bu masumların, öcünü alacağım senden.’
Çelik kıvraklığıyla elimizden kurtuldu. Çekimin kalabalığına daldı. Erol Taş’ı arıyordu. Yardıma gelenler oldu. Etrafına etten bir duvar ördük. Korkunç bir nara attı, bizi yarım geçti.
‘Hain Moskof’a ölüm.’
Canla başla rolünü oynamaya çalışan Erol Taş’a erişiyordu ki, yetiştik. Erol Taş’a doğrulttuğu silahın bileğini birkaç kişi kavradı. Üzerine abandık. Diz bile çökmedi. Baştan aşağı öfke ve kinle taş gibi ayakta duruyordu. İlk defa yüzünü gördüm. Bal rengi gözlerinde dehşetli bir kararlılık vardı. Ve mutlaka Erol Taş’ı öldürecekti. Yaşlı biri ‘Rıza kendine gel.’ dedi.
Göğsünü sardım. Kalbi deli gibi atıyordu. Bağırdım.
‘Rıza, bu bir film. Film çekiyoruz. Kimse ölmedi. Öldürmek istediğin Rus değil, Erol Taş. Erol Taş’ı tanırsın.’
Beni savurup attı.
Bal rengi gözleri kararmıştı. ‘Ben gördüğüme inanırım’ dedi. Mutlaka Erol Taş’ı öldürecekti. Bakışlarından anladım. Ayaklarından kavradık. Çekim de durmuştu. Erol Taş’ı uzaklaştırdılar. Rıza ‘Türkün öcünü Moskof’dan alacağım.’ dedi. Bir yılan gibi tıslamıştı. Silaha sarıldım.
Moskof’u ben öldüreceğim’ diye bağırdım. Bileğini dizime vurdum. Diğerleri yardım etti. Silahı aldım. Kalıp yürüdüm. Atıma bindim. Silahı kaldırdım. Gürledim.
‘Moskof’u ben öldüreceğim.’ Yönetmenin yanına vardım.
‘Başımız belada ağabey, bir öldürme sahnesi çekelim.’ dedim.
‘Yorgi’yi öldürecek misin’ diye sordu.
‘Evet, öldüreceğim’ dedim.
İşaret verildi. Herkes koşuşturdu. Rıza, o deli öfkesiyle bize bakıyordu. Belli ki, Moskof’u ben öldürmesem o öldürecekti.
Set hazırdı.
Dörtnala atımı Erol Taş’ın üzerine sürdüm.
Zalim general silahını çekti. Ateş etmeye başladı.
Haykırıyordu. ‘Geber Hacı Murat.’
Atın yanına yattım. Erol Taş, çılgın gibi ateş ediyordu.
Uçup yanına vardım
Doğruldum. Ateş ettim.
Erol Taş kanlar içinde yere düştü.
Atımı şöyle bir döndürdüm. Keyifle kişnedi.
Rıza’ya döndüm.
‘Rıza, Moskof’u öldürdüm.’
Gece he zaman olduğu gibi kahvede toplanıp çay içerek sohbet ediyorduk ki Rıza geldi.
Yanıma oturdu. Çay söyledik.
Bir ara sordum.
Rıza, eğer Moskof’u öldürmeseydim, sen öldürecek miydin?’
‘Mutlaka öldürürdüm’ dedi.
Onun bal gibi gözlerine baktım. Sözlerinde samimiydi.
O an sinemanın gücünü bir kere daha anladım...
Türk sinemasının tarihine ve Yeşilçam günlerine dair de paylaşımlar yapmış şu duygusal sözlere yer vermişti...
"Biz Yeşilçam'da büyük bir aileydik. Aile gibi olduğumuz için o filmler güzel oldu. Sabah sete gelir, hepimiz kucaklaşır, birinin yüzü gülmüyorsa, bir derdi varsa hemen çözmeye çalışırdık. Oyuncularla hep dostluğumuz oldu. Asla birbirimizi rakip olarak görmedik. Aklımıza bile gelmedi. Bir gün bile benim aklıma herhangi bir oyuncuyla rakip olduğum gelmedi. Nerde görsek birbirimize, öyle büyük sevgi ve saygıyla sarılırdık. Biz sinemanın büyük ve güzel günlerini, güzel insanlarla birlikte yaşadık."
Sadece duygusal ve hüzünlü anılarını anlattığını da düşünmeyin, komik anılarını da paylaşıyor takipçileriyle.
"İtalyan Türk ortak yapımı ‘Üç Süpermen’ filmini çekiyoruz. İki İtalyan Süpermen var, ben Türk Süpermen’im. Filmin ortak yapımcısı İtalya’da adaşı olan zengin bir avukat. Filmin yönetmeni de o. Film işine zevk olsun diye girmiş. Filmin ilk haftasında İtalyan Süpermen 3. Kattan atladı. Alkışlanınca gaza gelip bir daha atlamak istedi. Ona yere emniyet için döşenmiş karton kutuları gösterdim. ‘Bunlar Türk kartonları, İtalyan kartonlarına benzemez zaten çoğu zarar gördü. İstersen atlama’ dedim. Dinlemedi, atladı. Bileğini kırdı.
Yönetmen avukata geldi. ‘No problem’ dedi.
Bileği kırılan Süpermen’in Süpermen elbisesini giydi.
Çekime devam ettik. Beş gün sonra ikinci İtalyan Süpermen kaburgalarını çatlattı.
İtalyan avukat yönetmen yine ‘No problem’ dedi.
Süpermen elbisesini setten birine giydirdi. Çekimlere devam ettik. Birkaç gün sonra Emirgan korusunda kavga sahnesinde sağ elimin serçe kemiğini kırdım.
Avukat yine ‘ No problem’ dedi.
Alçılı elime eldiven giyip, filmi bitirdik. Filmin galası Pangaltı İnci Sineması’nda yapıldı. Gösterimin 20. dakikasına doğru seyirci oflayıp puflamaya başladı. Bazıları güldü. Çoğu salonu terk etmeye başladı. Avukat şakın gidenlerin arkasından baktı.
Sonra bana döndü. Yapıştırdım. ‘No problem.’ :))"