Paptırcem & Kaan Arslan
Modern insanın tüm dünyaya haykıracağı bir marş olmaya aday ‘Sen Sorma’ teklisinin yaratıcıları Sena Gül (namıdiğer Paptırcem) ve Kaan Arslan ile çok sesli bir diyalog.
Röportaj: BARAN ALIŞKAN
Elele Ağustos sayısından
Müziği hayatının önemli bir noktasında tutan iki isim olarak, bugün müziğinizin hangi evresinde olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Sena Gül: Bir yerden bir yere kulaklıksız gidemeyen, yemek yaparken şarkılar mırıldanan, sevdiği grubun konserine gitmek için tüm planlarını iptal eden insanlardan biri olarak, müzik hep hayatımdaydı. Ancak kendi söyleyeceklerimi şarkılarla anlatmaya yeni başladım. Deneme-yanılma evresi diyebilirim. İçimden ne gelirse yazıp çizip, bir müzik türünde uzmanlaşamayacağım diye korkmadan, beğenilmeyecek bir şey yapma korkumu yenmeye ve sadece üretmeye çalıştığım bir dönemdeyim. Müziğimi de tam bu samimiyetten beslendiği için birilerinin iyisiyle kötüsüyle sevdiği yakın bir arkadaşı gibi görüyorum. Bence dinleyenler de o samimiyeti duyabiliyordur, inanıyorum.
Kaan Arslan: Müzik hayatımın her evresinde vardı. İlkokul yıllarımdan beri evimizdeki enstrümanlar en çok zaman geçirdiğim, oynadığım şeylerdi. O tutkunun hiç azalmadığını hissediyorum. Aynı heyecanla oturuyorum her gün enstrümanlarımın, bilgisayarımın başına. Eğer müziğin hayatıma etki ettiği noktaları birer evre olarak düşünürsek; yıllarca çalışmanın ardından artık çocukluk hayalim olan kendime ait stüdyoma kavuştuğum, içinde özgürce müzik yaptığım, kısaca sefasını sürdüğüm evredeyim diyebilirim. Şarkı yazarı olarak ise aynı şeyi söylemek çok zor. Çünkü müzisyen olmanın içinde olduğu kadar dışında, sanatın birçok alanından beslenen başka bir boyutmuş şarkı yazarlığı. Ben de bu boyutun bilinmezliği ve güzelliği karşısında hayrete düştüğüm ve keşfetmeye çalıştığım evresindeyim.
Eğer ‘Sen Sorma’ demezseniz; şarkının hikayesini, birlikte çalışmanın sizde yarattığı motivasyonu ve dönüşümleri dinlemek isteriz…
Sormaması gereken kişinin kim olduğuyla başlayabiliriz, öncelikle siz değilsiniz. Tüm kuşağımızın yakındığı o yapaylık, iki yüzlülük, ‘oyunu kuralına göre oynamak’ gibi artık günümüzde -ne komik ki- ‘evrimsel’ sayılabilecek kriterler, kendini sürekli yetersiz ve bir şeylerin gerisinde kalmış hissetmek; ailemize oynadığımız iyi evlat, arkadaşlarımıza oynadığımız vefalı dost, iş yerinde büründüğümüz çalışkan iş arkadaşı rolleri… O kadar sıkışmış, tatminsiz ve içimizde bağıran ve kimseye sesini duyuramayan kendimize yabancı, yalnız kişilere dönüştük ki; bu şarkı aslında tam da o kişinin isyanını anlatan bir şarkı. Hayatını umarsızca yaşayan, materyalistik dünyasından kafasını hiç çıkarmamış, hep daha fazlasını isteyen, kendini ya da bir başkasını tanımaya bile uğraşmayı külfet gören, dinlemek ister gibi yapan, ancak aslında tek derdi belki de ağına katacağı bir başka kartvizit daha olan insanlara bu şarkı. Onlar sormasın, çünkü artık dünya yansa oturup izleyecek kadar sıkıldık tüm olan bitenlerden. Eminim böyle hisseden çok fazla dinleyici var!
Farklı tınılar ve insan sesleriyle hazırlanmış bir koroya ev sahipliği yapan eserinizin yaratım sürecinde neler yaşandı?
Birlikte bir evi paylaşma hayalleri kurarken, tam da şu an yaptığımız şeyleri rahatça yapabilmenin detaylarıyla şekillendirdik tüm planlarımızı. Evimizin minik bir stüdyosu var ve her şey bu stüdyodan çıkıyor. Evimize çok fazla arkadaşımız geldiği için de her gelenden bir vokal kaydı isteye isteye, 50 küsur insandan kayıt alıvermişiz. Hepsi de çok yakın arkadaşlarımız, zaten klibimizde de onlar var. Böyle organik, kendiliğinden büyüyen ve samimiyet içeren şeyler yapmak çok umut verici. Kendi müziğini yapmak isteyen dinleyiciler için de umut olabilme ihtimali de işi çok büyüleyici kılıyor.
“Yansa dünya, oturur izlerim.”
Sena Gül & Kaan Arslan