Akıntıya kürek çeken adam
Hayatın her anında aklımıza düşebilen, ‘Her şey başka türlü olabilir miydi?’ sorusuna ilk kitabıyla Türkiye özelinde bir cevap arayan Mirgün Cabas ile bir yandan son 15 yılın altını üstüne getirirken diğer yandan onu bu kadar özel bir adam yapan özelliklerini keşfe çıktık.
Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Fırat Koçak
DOĞRU. DÜRÜST. GERÇEK. ARAŞTIRMACI. RASYONEL. AKILCI. Kaç tane kaldılar ki? Kaç taneydiler ki zaten? Gazetecilerden bahsediyorum dememe gerek bile yok sanırım çünkü onlar kadar darbe alan bir koloni daha yok. Cesaretini sükunetiyle harmanlayan, bir o kadar da doğal bir karizmaya sahip olan gazeteci, haberci, sunucu, aynı zamanda da eski bir yayın yönetmeni olan Mirgün Cabas tam da bu sıraladığım niteliklere sahip bir insan. Tüm bunların yanı sıra sahip olduğu güzel ailesiyle de her zaman takip edilen bir isim. Eşi Tuba Ünsal ile birbirlerine ilham verdikleri bir ilişkiye sahip, üç çocuğu içinse harika bir oyun arkadaşı... İlk kitabına gelince, oldukça meşakkatli bir işin altından kalktığının bilincine varmak gerek. Tek bir konuda araştırma yapmak ya da tek bir alanda uzmanlaşmak yerine milletçe kültür olarak ‘her şeyden biraz bileyim anlamasam da olur, konuşurken ortaya karışık yaparım’ zihniyetine muktedir olduğumuzu hatırlatarak Mirgün Cabas’ın yeni kitabının bir meydan okuma olduğunu söylemek isterim. ‘Gazetecilik yapmanın anlamı ve önemi her zamankinden daha fazla’ diyen birinin işsiz hatta kendi deyimiyle mesleksiz bırakılması bu ülkenin ne yazık ki içinde yaşamakta olduğu reality şovun bir sonucu. Ama fark etmez. Çünkü bu insanlar yok edilemez. Silinemez. Her çaba beyhude, her serzeniş fısıltıdan ibaret kalır. Çünkü her ne yapılırsa yapılsın onlar kendini baştan yaratır. Yeniden doğar. Yenilenerek ilerler. Sıfırdan yükselirler. Anlayacağınız, Mirgün Cabas, ‘2001 Eski Türkiye’nin Son Yılı’ kitabı ile Türkiye’de eşi benzeri zor bulunur bir işe imzasını atıyor. Her zaman hakikatin peşinde olan ve bu arayıştan asla vazgeçmeyen biri için daha fazlası her zaman vardır ve olacaktır. ‘Her Şey’ isimli programı yayından kaldırılsa da onun için her şey esas şimdi başlıyor. Çünkü o artık akıntıya karşı kürek çekiyor.
Ufo’ya taş atan köylü bile 2001 yılıymış. Nedir sizce bu yılın özelliği?
2001 büyük bir ekonomik krizin yaşandığı, seçmenin siyasete ve siyasetçilere güveninin sıfırlandığı bir yıl. Siyasi kavgalar, büyük yolsuzluklar, batan bankalar filan… İnsanlar şans vermek için yeni yüzler arıyordu, bu ortamdan da AKP çıktı. Yılın en temel özelliği bu. Ama UFO’yla köylülerin karşılaşması o yılın en tatlı olayı, güzel bir tesadüf. Gerçi o olay da medyaya dair bir hikaye, onu anlatıyorum o bölümde. 2001 kitabının sadece siyasal ya da ekonomik olaylardan ibaret olmasını istemiyordum. Sosyal, kültürel, polisiye bir çok başlık var kitapta. Türkiye’nin en çalkantılı dönemlerinden birini anlatırken o yıla damgasını vurmuş yığınla olay çıktı karşıma. Kapkaç suçlarındaki patlama, mafyanın her alandaki hakimiyeti, televizyonlarda reality şovlar ve Televole kültürü, Reha Muhtar haberciliğinin altın çağı, Fatih Terim’in Milan macerası…
Zaman makinasıyla o yıla geri dönsek, bugün hem siyasi hem ekonomik anlamda daha iyi sonuç elde etmek için hangi olayların düzenini ya da sırasını değiştirmek gerekir?
Her şeyden önce Başbakanla Cumhurbaşkanı’nın kapıştığı MGK toplantısına izin vermemek gerekir. Askerlerin siyasetçileri irtica yüzünden bu kadar köşeye sıkıştırmasını engellemek gerekir, Erbakan’ın partilerinin ikide bir kapatılmasını önlemek gerekir, dönemin cevval savcılarını yavaşlatmak gerekir. Özetle toplumun ve siyasetin kendi mecrasında akmasının önündeki her engeli kaldırmak gerekir.
Kitabın kapağında ‘Eski Türkiye’nin Son Yılı’ yazıyor. Bu ayrıma neden ihtiyaç duyuyoruz?
Çünkü Türkiye son 15 yılda bambaşka bir ülke haline geldi. Rejim, kurumlar, bürokrasi, siyasetçiler hatta toplum her şeyiyle değişti. Bu değişim kimilerine iyi geliyor, kimileri ise tahammül edilmez buluyor. Ama öyle ya da böyle bu değişim yaşandı. Ben de buraya nereden geldiğimizi anlatmak için oturdum masa başına. Yaşayıp da unutanlara, o yılları yaşamayan kuşağa eski Türkiye’nin neye benzediğini anlatmak istedim.
Sizce yeni Türkiye ile arasındaki en dramatik fark ne?
Girişte, “Eski Türkiye de çok matah bir yer değildi” diyorum. Ama bugüne kıyasla daha iyi olduğu pek çok yön varmış. Toplum üzerindeki iktidar baskısının böyle yaşanmadığı, medyanın çok kutuplu olduğu, gazetecilerin böylesine düşmanca muamele görmediği bir yermiş eski Türkiye. Elbette askerlerin açtığı dertler, ekonomik sıkıntılar da vardı. Ama bunların hepsi daha katlanılabilir düzeydeymiş. Bir de ‘düzeltiyoruz’ denilen pek çok şey de iyice bozulmuş.
Bu ülkede gazetecilik, habercilik yapmanın sizce bir anlamı ve keyfi kaldı mı?
Gazetecilik yapmanın anlamı ve önemi her zamankinden daha fazla. Yalanların, çarpıtmaların, sırların ortaya konmasına her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Çünkü demokrasinin sağlıklı işlemesinin en önemli koşulu şeffaflık. İnsanların doğru tercihler yapabilmeleri için bilgiye ve gerçeklere ihtiyaç var. Demokrasi bunun üzerine kuruludur. Bunu sağlamak da temelde gazetecilerin işidir. Ama gazetecilerin düşman gibi gösterildiği, işini yapanların vatan haini ilan edildiği, hapse atıldığı bir ortamda demokrasinin sağlıklı işlediğinden söz edemeyiz. Dünyanın en zevkli işlerinden biridir gazetecilik. Burada zevki bırakın, yapıldığını bile söyleyemeyiz.
Kitap yazma sürecinde zorlandığınız durumlar neler oldu?
Arşiv tarama, haberleri sınıflandırma, malzemeyi eleme aşamaları epey uzun sürdü. Yazma kısmı en kolayıydı diyebilirim. Röportajlar da biraz zaman aldı.
Tahminimden daha hacimli bir şey çıktı ortaya.
Çocuklarınızla ilgili neler hayal ediyorsunuz? Bu ülkede yaşamalarını mı yoksa gitmelerini mi tercih edersiniz?
Nerede yaşadıklarından çok nasıl insanlar olacaklarını önemsiyorum. Beni endişelendiren, çocuklarımıza verdiğimiz eğitimin, kazandırdığımız değerlerin ülkemizde hakim hale gelen yaşam biçimiyle çelişmesi. Çocuklarımıza kazandırdığımız bağımsız kişilikler, düşünme biçimi, ahlaki değerler, bilimsellik… Bunların Türkiye’deki karşılığı giderek azalıyor. Ama çocuklarımızı da buradaki iki yüzlülüğe uygun yetiştirmeyeceğimiz ortada.
Sizin dünyada kendinizi en çok ait hissettiğiniz yer neresi?
Hepimiz kısa ya da uzun süreyle yurt dışına çıktığımızda kendimizi daha iyi hissediyoruz. Buradaki gündemden, tehditlerden, huzursuzluktan, kulağımızdan hiç eksilmeyen o vızıltıdan kaçmak bize iyi geliyor. Ama burası da bizim bir parçamız, eninde sonunda buraya dönmeyi istiyoruz. Son zamanlarda çeşitli sebeplerle giden hiç kimsenin de bu toprakları güle oynaya terk ettiğini sanmıyorum.
Dünyada aşkın yerini doldurabilecek bir duygu var mı?
Aşk sanırım yer çekimini ortadan kaldırdığı için, insanın ayaklarını yerden kestiği için bu kadar eşsiz bir duygu. Ve maalesef çoğunlukla uzun ömürlü olmuyor. Aşkın yerini alacak bir şey aramak boşuna. En iyisi, onun ömrünü uzatacak başka duygularla beslemek. Dostlukla, oyunla, dayanışmayla, şefkatle… O zaman aradığınız her şeyi aşkın içinde bulabiliyorsunuz.
Tuba Ünsal ile karakterlerinizin en çok buluştuğu ve birbirinizi beslediğiniz noktalar neler?
Birbirimizi en çok beğendiğimiz noktalar sanırım birbirimizden en uzaklaştığımız alanlar. Ben onda, bende olmayan şeylere bayılıyorum. Kararlılığına, cevvalliğine, gözü karalığına, çok yönlülüğüne… Ben daha soğukkanlıyken onun ataklığına. Ona da sanırım arkada sakin ve soğukkanlı duran birinin varlığı iyi geliyor…
En çok ayrıştığınız konular genelde neler üzerine oluyor?
Bizi birbirimize bağlayan şeyler en çok kapıştığımız konular oluyor genellikle. Benim karar verirken genellikle acele etmemem, daha kitabi olmam. Onun da hızı ve aceleciliği. Ama en iyi olduğumuz yön, birbirimizin kararlarına sonuna kadar güvenmemiz.
Evliliğinizde hangi yanlarınızı güçlendirmeniz, hangi yanlarınızı törpülemeniz gerektiğini öğrendiniz?
O her zaman çok hızlı ve çok yönlüdür. Müthiş bir yaşam ve mücadele enerjisi vardır. Yeni işlere girişme konusunda gözü karadır. Bana en çok ilham veren özellikleri bunlar. Bir de yardımseverliği ve paylaşımcılığı… Bu konularda akıl alır gibi değil.
Civan’ın size benzeyen yanları neler?
Civan çok başına buyruk bir çocuk. Ve aklının kesmediği hiçbir işe girmiyor. Ayrıca da çok çenebaz. Kendine göre soğukkanlı bir espri anlayışı var. Belki bunlar.
Telefonunuzu çok sık kontrol eder misiniz ya da sosyal medyada çok zaman geçirir misiniz?
Off… Çok fazla, gereğinden çok. Televizyon izlemiyorum, az sayıda gazete okuyorum. En önemli haber alma kaynağım sosyal medya. Sanırım o yüzden.
Yaşamınızın hangi evresini sıfırdan yaşamayı seçerdiniz?
Hiçbir yerini. Ama elimde olsaydı hayatımın birkaç anına küçük rötuşlar yapmak isterdim.
Bugün hayatınızda, hayalinizde olmak istediğiniz kişiye ne kadar yakınsınız? Hedeflerinizin ne kadarını gerçekleştirdiniz?
Hiç büyük hayaller kurmadım, hiç uzun vadeli hedefim olmadı. İyi yapacağımdan şüphe ettiğim işlere girişmedim. İyi yaptığımdan emin olduğum işleriyse hep kendi bildiğim gibi yaptım. Gerçi sonuç ortada ama… Kendimi yanıltmadığımı söyleyebilirim. O yüzden de iyi hissediyorum.
Şu an dünya üzerindeki en kritik mesele sizce ne?
Zenginlerin bencilliği, yoksulların çaresizliği.