Aret Vartanyan "Gitme Zamanı"nı anlatıyor

Henüz sekiz yaşında ‘Neden yaşıyoruz?’ sorusunu yüksek sesle soran ve büyüdüğünde insanlara mutlu olmayı öğretmeyi kendine görev edinen modern zaman kahramanı bir adam ile dünyadan yıldızlara uzanan bir sohbet gerçekleştirdik. Danışman ve yazar Aret Vartanyan, bu kez kendi ütopyasının kapılarını aralıyor ve yeni kitabı ‘Gitme Zamanı’nı anlatıyor...

Aret Vartanyan "Gitme Zamanı"nı anlatıyor

Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Uğur Utku Sezer

İnsan ve yaşamın gizlerine dair merakınızın henüz sekiz yaşındayken başladığını biliyorum. Neydi o yaşta sizi bu meraka iten?
Gerçekten bilmiyorum. Sadece tek hatırladığım nedensiz bir şekilde tetiklenen hüzünle karışık bir merak... Anneannem ile paylaştığım odada benim yatağım pencerenin kenarındaydı. Geceleri ev sessizliğe büründüğünde ben pencereden gökyüzüne bakar düşünürdüm. Diğer evlerdeki, diğer şehirlerdeki hayatları, yıldızlarda, başka gezegenlerde neler olduğunu... Ardından bir gün, ki o gün doğum günümdü ve sekiz yaşına giriyordum; ‘Neden yaşıyoruz?’ diye sordum. İnsanları gözlemleyip ne hissettiklerini anlamaya çalışıyordum. Bazen anlamsızca birkaç kelam ediyordum ve insanlar şaşırıyordu. Mesela annemin çay içtiği arkadaşına, aniden çok yalnız olduğunu ve kocasıyla mutsuz olduğunu söylemek gibi... Sonrasında bunların gerçek birer tespit olduğunu anladım. Tanrı’yı sorguluyordum bir de... Anneannem arada bir kiliseden alınmış kandilin yanında bekletilen ayazmadan birkaç damla alır, yatmadan yüzüme sürerdi. Yatağımda Tanrı ile konuşmaya başlamıştım. O’nun o kadar uzakta olmadığına, çok yakınımda olduğuna ve beni koşulsuz sevdiğine inanıyordum.

Oxford Üniversitesi’nde teoloji üzerine eğitim aldığınız dönemlerde ileride ne yapacağınıza dair fikirleriniz nelerdi?
O dönem geleceğime dair hayallerim, hedeflerim netleşmişti. Öncesinde ergenlik ve ilk gençlik yıllarında reklam ajansı kurmak, iyi bir reklamcı olmak gibi hayallerim vardı. Ancak, Oxford’a okumaya giderken zaten hayallerim de hedeflerim de değişmişti. Yazmak eyleminin varoluşumun kendisi olduğunu fark etmiş, sözcüklerle yüreğimdekileri ve bende olanları paylaşmayı seçmiştim. Çocukken yüreğimden taşan merak, hüzün ve enerjinin beni sürüklediği yolu kabul edişti bu.

Yaşam Atölyesi’nin vadettiği şey nedir?
Yaşam Atölyesi öğreten adamların ahkam kestiği, bilmiş öğretilerin aşılandığı, tek bir kaynaktan beslenen bir okul, bir kurs değil. Yaşam Atölyesi, benim inandığım gerçekten hareketle, her insanın kendisini tanıyarak, günlük hayatın ve ötesinin, yani batın ile zahirin farkında olarak yüreğindekileri hayatına taşıyarak, hayallerini kendisi gibi gerçek kılmak üzere, kendine uygun anahtarları bulabileceği, önyargısız dinlenildiği ve kucaklandığı bir yer. Her bir insanın yaşadıkları, ailesi, geçmişi, hayalleri farklı ve her birimiz olduğumuz gibi kabul görmeyi ve sevilmeyi hak ediyoruz. Uzun lafın kısası kendini tanıyarak, mutlu, huzurlu, gerçek bir yaşamı vadediyor. Ancak garantisini vermiyor. Her bireyin yolculuğu kendisine ait. Yaşam Atölyesi, bireyin sorularının cevaplarını bulabileceği kaynakların ve ortamın kapılarını açıyor. Bence altı yılda iki milyona yaklaşan üyesi, 300 bin katılımcısının olması bu samimiyetin ve doğallığın sonucu.

Yaşam Atölyesi ile gerçekleştirmeyi hedeflediğiniz en büyük hayaliniz ne?
Benim bir ütopyam var hiçbir zaman gerçek olmayacak olan. Her bir insanın hak ettiği mutluluğu ve huzuru bulduğu, sevgi üzerine temellenmiş bir dünya. Ancak Yaşam Atölyesi’nin temel iki programı olan ve tamamen benimle yürüyen ‘Gerçekten Yaşıyor musun?’ ve ‘Gerçek Sana Yolculuk’ programlarında bunu fiziksel olarak sınırlı sayıda insan ile gerçek kılabiliyorum. Kitaplarım, açık seminerlerim, TV programlarım ve yaşamımla da daha fazla insana dokunabiliyor, tohum ekebiliyorum.

Yaşam Atölyesi’nden geçen gerçek yaşam hikayeleri ve katılımcıların yaşadıkları değişimler kitaplarınıza ilham kaynağı oluyor mu? Bir gün bu biriktirdiklerinizi ayrı bir kitapta toplamayı düşünüyor musunuz?
Ne insanlar, ne ruhlar, ne hayat hikayeleri... Neler dinledik, neler gördük, neler paylaştık... Nasıl dönüşümlere tanık olduk. Her biri bir parça bırakıyor elbet. Benim de kendi yolculuğumu, dönüşümümü etkiliyor. Etkilenmemek, hayata katmamak mümkün değil. Kitaplarda da elbette yarattığım karakterlere parçalar siniyor. Orta vadede Yaşam Atölyesi’ne özel bir kitabı, hatta kitap serisini hazırlamayı planlıyoruz.

Sizce bizim dünyada işimiz ne? Niye geldik, amacımız ne, ne için yaşıyoruz?
Bu soruya her birimiz kendi cevabını kendi verecek. Bence, kendimizi tanımak, varoluşumuzun nedenini keşfederek onu gerçek kılmak için çok kısa bir zaman diliminde bu bedenle var oluyoruz. Bu bedende, bir boyutta, çok daha uzun bir yolculuğun bir parçası yaşanıyor. Ancak materyalist bir felsefeciye göre varoluşumuz sadece yemek, içmek, nefes almak ve süreyi doldurmak da olabilir. Bir başkası için bir sınav alanı olabilir.

Peki, ‘Gerçekten yaşıyor muyuz?’ yoksa hayat ‘Matrix’ filminde olduğu gibi bir oyundan, yanılsamadan mı ibaret?
Sadece Matrix’te sıkışıp kalırsak gerçekten yaşadığımızı iddia etmek benim için mümkün değil. Çocukluğumuzdan başlayarak toplumsal yapının dikte ettiği, aile tarafında empoze edilen bir yaşam modeli var. ‘Truman Show’un bunu en iyi anlatan film olduğunu düşünüyorum. Para kazan, güçlü (!) ol, mal mülk sahibi ol, yüksel, al, yüksel, ulaş, evlen, çocuk yap... İşte tam da bu noktada Batın ile Zahir diyorum. Bir yanda evrenin bütün şifrelerine sahip olan muhteşem bir varlık, bir yanda yedi milyar insandan bir tanesi olan bir vatandaş. Dünyevi olan ile ruhani olanın birlikteliğine inanıyorum. Matrix’in içinde hedefleri yakalayıp yürekte mutsuz, huzursuz, tatminsiz yaşamanın bir anlamı yok. Daha büyük bir ev için veya genel müdür olmak için istemediğim şeyleri yapıyor, kendime yabancılaşıyor ve mutsuz oluyorsam ne değeri var? Farkında olarak yaşamak, batın ile zahiri birleştirmek. Önemi olan şey Matrix’in içinde kendini, varoluşunu, yüreğini, hayallerini kaybetmemek. Bir o kadar da arayış içinde kaybolup gitmemek.

Kendi varlığınızı, esas görevinizi sorguladığınızda kendinize verdiğiniz cevap ne oluyor?
İlk önce kendimi gerçekleştirmek. İçerideki ben ile dışarıdaki beni yaklaştırmak ve son nefese kadar bunu sürdürmek. Bunu yaparken de paylaşmak. Ben ne yaşam koçuyum, ne guruyum, ne de başka bir şey. Yaşadıklarını, düşündüklerini, hissettiklerini çırılçıplak paylaşmaya çalışan bir insanım. Benim de korkularım, benim de gelgitlerim, benim de arayışım var.

İnsanın iç dünyası ile dış dünyası ne zaman birbirine en yakın olabilir?
Bence son nefese kadar sürecek bir süreçten bahsediyoruz. Ancak günlük hayatta en yakın olduğumuz anlar yatağa girmeden hemen önceki anlar. Makyajların silindiği, kıyafetlerin dolaba asıldığı, yalnızlığımızla baş başa kaldığımız...

Son kitabınız ‘Gitme Zamanı’nın diğer kitaplarınızdan farkı ne?
Edebiyatı, felsefeyi ve kişisel dönüşümü birleştiriyor olması temel farklılık. Buraya kadar konuştuklarımız çerçevesinde Batın ile Zahir’i birlikte işleyen ve dört ciltten oluşan bir roman. Bir yanda günlük hayat, aşk, kariyer, aldatma, duygular ve Matrix’in ta kendisi; diğer yanda görünmeyen. Bu hareketin özü ise; sahteden, yalandan, suni olandan, sana ait olmayandan gerçeğe, gerçek sana gitme zamanı...

Kitabın başlığını neden ‘Gitme Zamanı’ olarak koydunuz? Kitabı yeni okuyacaklara küçük bir ipucu verebilir misiniz?
Gitme zamanı geldiğinde gitmek gerekir. Gidemediğin zamanda kalmak, gitmekten daha fazla zarar verir. Mutlu, huzurlu, gerçek bir yaşam için sana ait olmayanlardan gitme zamanı...

Hayattaki en büyük korkunuz ne?
Kendime, varoluşuma ihanet etmek.

Siz hiç çok büyük bir aşk acısı yaşadınız mı? Kendinize verdiğiniz tavsiyeler neler olmuştu?
Yaşadım elbette. Ancak ben şunun çok net farkındayım. Aşk her zaman karşılığını bulamayabilir. Bulduktan sonra da karşılığını kaybedebilir. Aşkım bir gün gelir aşkım olmaktan istifa edebilir. Bu her zaman olabilecek olandır. Bunu idrak ettiğinde kızmak, öfke, histerik üzüntü yerini makul bir hüzne ve sürece bırakır. O yüzden aşkımı yaşarken de bugün yanımdaysa, bugünü ve anı kutsayarak yaşarım. Hayatımızdaki her şeyin emanet oluşu gibi, aşkım da bugün var, yarını bilmiyorum. İşte bu gerçeği kendime hatırlatır, aşık olduğum insanın da ayrı bir varlık olduğunu ve kendi seçimini yaptığını kabullenmeye çalışırım.

Hayatınızın bir anında kendinizi hiç dibe vurmuş hissettiğiniz oldu mu?
Hiçbir biyografi dibe vurma anları olmayan başarı hikayelerine yer vermez. Başka bir ifadeyle dip noktaları görmeyenlerin biyografileri yazılmaz. Her şeyin mutlak bir çözümü olduğunu ve her zaman her şeyin yolunda olduğunu kendime hatırlatırım. Kaldı ki eğer varacağınız yere gerçekten inanıyorsanız, yolda yaşadığınız aksaklıkların nedenini sorgulamak yerine yolculuğa devam etmek için enerjinizi harcarsınız. Son dönemlerde artık başıma istemediğim bir şey geldiğinde nedeni sorgulamayı, keşkeleri dillendirmeyi bir yana bırakıp, hızlıca çözüme, yürümeye devam etmeye odaklanıyorum.

Yaşam konusunda bu derece bilgili olduğunuz için merak ediyorum, uzayda yalnız olduğumuzu mu düşünüyorsunuz yoksa başka canlıların ya da uzaylıların varlığına mı inanıyorsunuz?
Evrende yalnız olmadığımızı biliyorum. Aslında bulunduğumuz boyutta da yalnız değiliz. Geçmiş, gelecek şu an buradaysa farklı enerji formlarının, boyutlarının da burada olduğunu biliyorum. Sadece bizim algı eşiğimiz ve frekansımız algılamaya yetmiyor. Evrende ise onlarca yıldır başka yaşamlar araştırılırken, yaşam formu olarak hep insanı araştırdık. Ancak, farklı yaşam formları olabileceği son yıllarda keşfedilince diğer gezegenlerde de yaşam izleri bulunmaya başlandı. Uzaylılar konusunu ben Mu ile, Atlantis ile bağdaştırıyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuda yaptığı ve dosyaların kendi kalemiyle işaretlendiği dokümanlar bugün Anıtkabir’de ulaşılabilir durumda. Sümer yazıtlarından piramitlere, Gobi Çölü’nden Büyük Okyanus’a birçok noktada evrende yalnız olmadığımızın sağlam ipuçları bulunuyor.

Bir gün mutlaka gerçekleştirmeyi dilediğiniz en büyük hayaliniz ne? Sırada bizi neler bekliyor?
Öncelikle kitabın devamı ve yeni bir televizyon programı... Artık izleyici bilgiye ulaşmayı istiyor. Şimdi denenmeyeni deneyen bir projeyle televizyona geri döneceğim. İnsanlara ulaşabildiğim her araç benim için çok önemli. O yüzden tiyatro da devam edecek. Bir diğer yeni kulvar ise dizi projesi. Yaşam Atölyesi zaten olmazsa olmazım ve artık kendi liderlerini, elçilerini yetiştiriyor. Dürüstçe cevap vermek gerekirse imza günlerinde, seminerlerde, sokakta sarıldığım her insanın gözlerinde, cümlelerinde hayalim gerçek oluyor. O yüzden en büyük hayal sınırların ötesinde, dinin, dilin, ırkın ötesinde, on milyonlarca insana yüreğimdekileri götürebilmek.
Aret Vartanyan "Gitme Zamanı"nı anlatıyor - Resim : 1