Aylin Aslım

''Şu üç günlük dünyada kimse keyfimin kahyası olamaz''

Aylin Aslım

Belki suç bendeydi... Belki de bir engel vardı aramızda... Suç bendeyse, mesele yok... Tela?  edildi. Ama ya engel varsa... Bu röportaj, işte o olası engeli ortadan kaldırmak için yapıldı. Ben sordum, Aylin Aslım cevap verdi... Ve ortaya asla alttan almayan, ama uzlaşmaya da kapalı olmayan gerçek bir sanatçının cevapları çıktı.

Senin rock müzik maceran nasıl başladı?
Lisede okul orkestrasının solisti olduğumdan beri rock söylüyorum. Zaten çocukluktan ergenliğe geçerken ya popta kalırsın ya da başka türlere ilgi duymaya başlarsın. Benim de öyle oldu; ortaokulla birlikte metalci olduk, sonra grunge... Öyle gitti.

Üniversite?
Üniversitede de çeşitli rock gruplarıyla söyledim... Sonra kız grubumuz ‘Zeytin’ girdi hayatıma. Ve ‘Kemancı‘ yılları başlamış oldu.

İlk albüm?
Bir dönem elektronik müzikle ilgilendim, ilk albümüm de o döneme rastlar. Birçok açıdan dünyamı zenginleştirdi elektronik müzik; hiç bilmediğim kapılardan geçtim ?lan.

Elektronik müzik mi? Rock mı?
Elektronik müziğin bir şarkı yazarı için en ideal müzik olduğunu söyleyemem. Hele sahnede rock söylemenin yerini hiç tutmadı. Zaten birkaç sene sonra çok özledim ve köklere döndüm. Yani rock’a...

Rock müzik yapanlardan senin farkın ne? Mesela Şebnem Ferah? Mesela Özlem Tekin? Mesela Teoman?
Aslında aramızda ciddi bir yaş farkı olmamasına rağmen, kuşak farkı var. Onlar gösterişli, şatafatlı 80’ler rock’ıyla büyüdü, ben daha politik, rock’ta alışıla gelmiş birçok şeyi hiçe sayan grunge ve 90’lar rock’ıyla büyüdüm. Üçünün de ilk çıkışları 90’lı yıllarda. Benim ilk albüm 2000 sonunda... Haliyle müzikal ve politik tavırlarda, anlatılan hikayelerde fark var. Ama bana sorarsan, aslında Şebnem, Özlem ve Teoman arasında da majör farklar var. Üçü de aslında apayrı hikayeler anlatan, ayrı yollarını çizebilmiş müzisyenler.

Rock, politik bir müzik midir? Eğer öyleyse sağcı ve faşist rock’çı olmaz mı?
Öyle bir kaide yok. Ama şu var: Rock da rap gibi, caz ve blues vs. gibi ‘alt sınıf”tan çıkmış bir müzik. Bu yüzden politik ve protest olması gayri ihtiyari bekleniyor. Ama mesela caz, blues nasıl illa politik değilse, rock’da da böyle bir kaide yok.

Peki popçular neden politik tutum alamıyor?
Türkiye’de popçuysan, politik olma şansın sıfır. Çünkü ticari bir iş yapıyorsun ve potansiyel ‘müşterilerini’ kaçırmayı göze alamazsın!

Peki sen nasıl politik tutum alabiliyorsun?
Rockçılar, bu anlamda daha özgürler aslında. Zaten azınlığa hitap ediyorsun, 70 milyonda birkaç yüz bin kişiye hitap ediyorsun. Kaybedecek neyin var?

Tekrar soruya dönelim... Sağcıdan rockçı olur mu?
Batı’da tonla ırkçı, aşırı sağcı rock / metal grubu var. Ama bizim memlekette rock’a “Batı işi, bizim kültürümüzde yok” ?lan gibi yaklaşan çok olduğu için, Türk faşistlerinin özellikle rock’a meyledeceğini pek sanmam. Pop’a meyletmeyecekleri gibi... Ağır abiler ya onlar, yakışmaz zibidi müzikleri! Ama Türkçe rap’in bir kısmında çok ciddi milliyetçilik ve dindarlık var mesela.

Peki sen bizdeki pop müziğe nasıl bakıyorsun?
Ben öncelikle şarkı yazarıyım: İyi şarkı- kötü şarkı diye bakarım meseleye. İyi pop da var, leş pop da. Sözüyle-melodisiyle beni yakalıyorsa, saygı duyarım o işe.

Halk müziğine, türkülere yaklaşımın nasıl?
Türkü bambaşka bir derya... Kıyılarında bile dolaşabilirsem ne mutlu bana! Aşık Veysel’in, Ali Ekber Çiçek’in, Neşet Ertaş’ın ermiş ruhlarından bir damla içebilirsem ne mutlu. Türküler öyle sade, öyle kalender, öyle insan sevgisiyle dolu ki, o az sözle çok şey söyleyen dile ulaşmak, bir söz yazarının rüyasıdır...

Türkiye’de sadece piyasa koşullarına denk düşsün diye yapılan müzik var. “Bu yaz bu tutar” falan diye yapılan! Onlar hakkında ne düşünüyorsun?
Her zaman olacaktır o şarkılardan, doğaldır. Çoğunluk da her zaman daha çok onları dinleyecektir. Çünkü o tür şarkılar dinleyicisinden hiçbir emek talep etmez, dinleyiciyi yormaz; arkada fon müziği olmaya, göbek eşliğinde söylenmeye razıdırlar. Politik görüşün ne?
Solcu ve işçi sınıfı bir aileden geliyorum. Tam demokrasi, tam bağımsızlık, herkese eşitlik ve özgürlük istiyorum; kadınlara, çocuklara, Kürtlere, Ermenilere, dindarlara, ateistlere, eşcinsellere herkesle birlikte eşit davranan bir ülke istiyorum.

Referandum tartışmalarına ne kadar ilgi duyuyorsun?
İsteksizce ilgileniyorum. Sıtkım sıyrıldı. Olay iyice çığırından çıktı sanki, anayasa oylamasından çok “AKP mi CHP mi?”ye dönüştü...

Siyaseti yakından izler misin?
İzliyorum, çünkü siyaset aslında sadece partiler arası bir şey değil; insan ilişkilerinde, iş ilişkilerinde, her yerde. Bazen “Keşke hiç ilgilenmeyen huzurlu insanlardan olsam” diyorum ama engel olamıyorum. Arada bir tv-gazete-haber detoksu yapıyorum ama. Lazım.

Kadın hakları, çevre duyarlılığı, savaş karşıtlığı... Öteden beri duyarlı olduğun konular mıydı?
Bilmem, aslında hayat beni bu konulara duyarlı biri yaptı belki. Yani mesela, çocukluk biter bitmez anlıyorsun ki, bırak dış dünyayı, ailede, evde bile kızlara ayrı, erkeklere ayrı muamele var. Sonra büyüyorsun... Sokakta tek başına yürümek ne demek, bir davranış erkeğe aitse ne oluyor, kıza aitse ne oluyor? Bunları gördükçe muazzam bir eşitsizliğin farkına varıyorsun. Dünyayı erkekler yönetiyor, e tabii onların kuralları geçerli. İstemiyorlar bu düzeni bozmanı, tezgahı kurmuşlar bir kere, sallandı mı huzursuzlanıyorlar. Seni hemen “marjinal”, “feminist” ilan ediyorlar. Seni marjinalize edecek ki, ortadaki oyuna müdahale etme şansın kalmasın. Kenarda kıyıda öyle dur. Şimdi bunları görüp “n’apalım, alın yazısı, böyle gelmiş böyle gider” diyemiyorum.

Nasıl bir insan Aylin Aslım? Mütevazı, geçimsiz, hırçın, yumuşak?
Yan yana yazınca garip görünüyor ama bu kelimelerin hepsi beni tanımlıyor aslında. Kendimden bahsederken utanırım; başkaları kendini överken de. Hem utangaçsın hem sahneye çıkıyorsun, oluyor işte. Bazen çabuk parladığım için sinirli derler. Belli şeylerde sabit ?krimi esnetemediğimden “evet” diyemem, bu da beni geçimsiz biri yapabiliyor bazen.

Hayranlarınla her daim iletişim halinde misin?
Değildim. Artık biraz daha mümkün tabii, internet sağolsun! Hatta Twitter sağ olsun. Geleneksel medyada çok yer almayan-alamayan-almak istemeyen müzisyenler için büyük şans Twitter gibi mecralar. Çünkü direkt bir bağlantı kurabiliyorsun, yazdıkların ağızdan ağıza değişmiyor, çarpıtılma ihtimali az ve şarkılarını, konserlerini duyurmak için bilmem ne medya grubuyla iyi geçinmek zorunda değilsin; bu müthiş bir şey!

Seni söz yazmaya ya da şarkı yapmaya ne motive eder? Politik duyarlılık mı? Aşk, sevda mı?
Bana dokunan her şey. Bazen bir arkadaşımın aşk acısı da olabiliyor bu, annemin çocukluk hikayeleri de, gazetede okuduğum bir haber de. Ama en çok ne dersen, aşk hala açık ara önde.Popüler olmak kötü müdür? Piyasanın beklentilerine uygun şarkılar yapmaktan neden kaçınıyorsun?
Niye kötü olsun? Yaptığın şeyi sevenlerin sayısı çoksa, ne mutlu sana. İdealde bu böyle. Ama kime göre, ne kadar popüler? Bob Dylan popüler mesela, Leonard Cohen popüler. Kötüler mi? Muhteşemler! E, ama Lady Gaga da popüler... Yaptığım işi yapmama devam etmemi sağlayacak kadar popülerlik bana yeter.

Bu yüzden mi kaçıyorsun daha fazla popüler olmaktan?

Ben hiçbir şeyden kaçınmıyorum, asıl piyasa benim gibilerden kaçınıyor! İlk albüm çok melankolik, çok içe dönük, o zamana göre güya acayip bir müzikti. 1.5 yıl, elimde bitmiş albümle dolaştım, kimse basmak bile istemedi. “Çok marjinal” dediler. 5 yıl sonra “Kanto koyacağım bu albüme” dedim ve ‘Ben Kalender Meşrebim’i söyledim. Kimse şu üç günlük dünyada key?min kahyası değil. Şöyle diyeyim: Ben yazmak istediğim şarkıları yazıp söylüyorum. Ama Türkiye’deki piyasanın beklentileri benim şarkılarımla denk düşmüyor, ne yapacağız? Ne yapmak istiyorsak onu yapmaya devam edeceğiz.

Seni kendine meftun eden rockçılar kimlerdir? Dünyayı ne kadar takip edersin?
Dünyayı takip ederim. Yeni keşi?er beni heyecanlandırır. Güzel, yeni bir şarkı duyunca birkaç günüm iyi geçer, abartmıyorum. Aşık olduğum şarkı yazarları var: Bülent Ortaçgil, Mazhar Alanson, Aysel Gürel, Sezen Aksu, Cohen, Bob Dylan, Nick Cave, Johnny Cash, Suzanne Vega...

Yaptığın müzik, hayat tarzını da belirliyor mu?
Bilmem, bana sorsan gayet normal bir hayat sürüyorum. Sadece gececiyim; konserler vs. de hep gece ya... Çocukluktan beri uykusuzum zaten, gece daha iyi çalışırım o yüzden. Bunun dışında ve 09.00-17.00 çalışmamak dışında pek bir farkım yok diğer insanlardan. Ama tabii gelecek güvencesi sıfır, günlük yaşıyoruz biraz o yüzden.

Uluslararası alanda var mısın? Ya da Türkiye’de senin yaptığın müziği yapanlar uluslararası alanda var mı?
Türkçe söyleyip uluslararası olmak bu ülkede bir Tarkan’a nasip oldu, bir de zamanında Moğollar büyük ödüller almış Avrupa’da, o kadar. Türkçe’yle olmaz o işler. Ama sadece İngilizce söylemekle de olmuyor. Oralarda yaşaman, ilişkiler kurman ?lan lazım. Ben Mert Yücel adlı DJ arkadaşımla iki tane İngilizce dans şarkısı yaptım, ikisi de İngiltere’de plağa basıldı; orada 1 numara oldu dans listelerinde, Amerika’da 3 numara. Uluslararası aktivitelerim bundan ibaret.

Yaptığın müzik açısından sahne performansının önemi var mı?
Çok! Çok önemi var. Çünkü rock, çok dinamik müzik; enerjisi ve libidosu yüksek; öyle dikilip poz keserek duramazsın sahnede. Playback yapamazsın! Yüzde 100 canlı söylüyorsun, her şey canlı çalınıyor, nasıl çalıp-söylediğin çok önemli.

‘Aylin Aslım ve Tayfası’. Çok güzel bir grup ismi... ‘Gülyabani’ sonuna kadar yerli bir şarkı. ‘Ben Kalender Meşrebim’ çok yakıştırılarak söylenmiş. Demem o ki: Yerele açıksın, kaçınmıyorsun bundan. Bu konuda neler söyleyeceksin?

Aman, ilk başta ne burun kıvırdılar; “Sen kimsin ki, Nick Cave falan mısın ki... ve tayfası diyorsun?” diye. Sonra baktım herkes kullanıyor tayfa lafını.

Peki yerellik meselesi?
Valla yerel kimine göre arabesk, kimine göre alaturka ya da türkü... Herkes bir şey söylüyor. Ben köklerime dönüp baktığımda Balkan müziği ve kantolar, maniler var elimde. Balkan türkülerinin çalınıp söylendiği bir evde ve mahallede büyüdüm. Çocukluktan bu yana kulağımda en çok kalan şey bunlar, kantolar, babamın küçük radyosundan her daim yükselen Türk sanat müziği... Bunlar bugün yazdığım şeylere elbet sızacak, sızarken de “o ne düşünür, bu ne der?” diyemeyeceğim. Gönlümden nasıl geçiyorsa öyle söyleyeceğim.

Şarkıların, hüznü ve fırlamalığı bir arada barındırıyor. Mesela ‘Canını seven kaçsın’ ne güzel bir albüm adı... Hüznü anladık da, bu fırlamalık nereden geliyor?
İlk albüm sıfır fırlamalık... Halbuki 19 yaşında başlamışım şarkılara, o ne melankoli öyle? Eğlensene, gülsene, değil mi? Yıllarım depresyon ve melankoliyle geçti. Ama yanında mizah, espri hep vardı, eee? 20’lerin ortalarına doğru yeter dedim; sıkıldım. Melankoliyle, kendine acımakla hayat geçmiyor. Dozunda hüzün, tamam ama komik tarafı da yok mu kardeşim bu hayatın? Var, hem de nasıl var! O zaman niye hep hüzün yazalım şarkılarda? Madem kendimi ifade etmek derdim, öbür tara? arımı da anlatmam lazım, değil mi? Öylesi daha dürüst hem, seni daha doğru tanımış oluyor dinleyen de.