''Ben şimdi dümbeleğimle meşgulüm''
Sahnede seyredenler ona "Enstrümanların Efendisi" diyor.
Burhan Öçal'la fotoğrafların çekildiği stüdyoda
buluştuğumuzda nasıl biriyle karşılaşacağımı pek tahmin edemiyordum.
Kırklarelili bir adamın yakınlığı mı, dünyaca ünlü bir müzisyenin
uzaklığı mı? Nasıl bir mesafe alacaktık acaba?
Karşılaştığımız anda durum anlaşıldı: ''Merhaba Burhan Bey'', ''Merhaba, aa ne güzel gözlerin var senin''.
Röportaja başlamadan önce o sorular sordu. Kimim, neyim, nereliyim... Böylece ''tanışmış'' olduk. Sebebini de hemen açıkladı: ''Şimdi daha fazla takılırım sana''. Her şeyden önce samimi bir adam Burhan Öçal, ''Ara istasyonları sadece müzikte yapıyorum'' diyen çok açıksözlü bir adam. Çok da rahat, komplekssiz. Swissair'le Zürih'teki evine first class uçarken yanındaki Kayserili sanayicinin, kolundaki Patek Philippe saatten gözünü alamayıp sorduğu ''Ne iş yapıyorsunuz?'' sorusuna verdiği ''Darbukacıyım'' cevabı da bu rahatlığının ve esprisinin kanıtı. Tabii zavallı sanayici viski üstüne viski içmiş uçuş boyunca.
Burhan Öçal çok da ''sıcakkanlı''. Tabii ne de olsa Trakyalı. Benim de Rumelili olduğumu öğrenince daha da kanı kaynadı, bütün röportajı iltifatlar eşliğinde yaptık. Genellikle cevap vermek istemediği ya da sıkıldığı anlarda kontratak şeklinde gelişen iltifatların bir kısmını, röportajın nasıl bir ortamda gerçekleştiğini anlatabilmek için silmedim. Tabii bu ortam içinde Burhan beyin hiperaktivitesinden bahsetmemek de olmaz. İki dakikada bir ayağa kalkıyor, dolaşıyor. Tabii ben de peşinden teyp tutmaya çalışıyorum. Fotoğraf çekimi sırasında da aynı şeyleri yaşadık. ''Burhan bey bir durun'', ''Bozmayın'', ''Bekleyin'', ''İyisi mi siz oturun'' cümleleri arasında, çok güzel bir çekim yapıldı. Kendisinin de söylediği gibi, hayat onun için bir eğlence, gereğinden fazla ciddiye almaya gerek yok. Dünyanın tanıdığı, Sting'in ''İmparator'' diye tanımladığı Burhan Öçal'la gerçekten çok eğlendiğimiz bu röportajda onun iki zaafı üzerine konuştuk: Müzik ve kadınlar.
Karşılaştığımız anda durum anlaşıldı: ''Merhaba Burhan Bey'', ''Merhaba, aa ne güzel gözlerin var senin''.
Röportaja başlamadan önce o sorular sordu. Kimim, neyim, nereliyim... Böylece ''tanışmış'' olduk. Sebebini de hemen açıkladı: ''Şimdi daha fazla takılırım sana''. Her şeyden önce samimi bir adam Burhan Öçal, ''Ara istasyonları sadece müzikte yapıyorum'' diyen çok açıksözlü bir adam. Çok da rahat, komplekssiz. Swissair'le Zürih'teki evine first class uçarken yanındaki Kayserili sanayicinin, kolundaki Patek Philippe saatten gözünü alamayıp sorduğu ''Ne iş yapıyorsunuz?'' sorusuna verdiği ''Darbukacıyım'' cevabı da bu rahatlığının ve esprisinin kanıtı. Tabii zavallı sanayici viski üstüne viski içmiş uçuş boyunca.
Burhan Öçal çok da ''sıcakkanlı''. Tabii ne de olsa Trakyalı. Benim de Rumelili olduğumu öğrenince daha da kanı kaynadı, bütün röportajı iltifatlar eşliğinde yaptık. Genellikle cevap vermek istemediği ya da sıkıldığı anlarda kontratak şeklinde gelişen iltifatların bir kısmını, röportajın nasıl bir ortamda gerçekleştiğini anlatabilmek için silmedim. Tabii bu ortam içinde Burhan beyin hiperaktivitesinden bahsetmemek de olmaz. İki dakikada bir ayağa kalkıyor, dolaşıyor. Tabii ben de peşinden teyp tutmaya çalışıyorum. Fotoğraf çekimi sırasında da aynı şeyleri yaşadık. ''Burhan bey bir durun'', ''Bozmayın'', ''Bekleyin'', ''İyisi mi siz oturun'' cümleleri arasında, çok güzel bir çekim yapıldı. Kendisinin de söylediği gibi, hayat onun için bir eğlence, gereğinden fazla ciddiye almaya gerek yok. Dünyanın tanıdığı, Sting'in ''İmparator'' diye tanımladığı Burhan Öçal'la gerçekten çok eğlendiğimiz bu röportajda onun iki zaafı üzerine konuştuk: Müzik ve kadınlar.
İlk davulunuzun hikayesiyle başlayalım. Baba sinemacı, iflas etmiş, son parasıyla davul almış.
Evet, 14 yaşındaydım ve doğum günümdü. Annem babama derdi ki, bu ülkenin
Atatürk gibi adamlara ihtiyacı var, bu çocuğun okuması lazım, girme
müzikle kafasına. Okusun, bu ülkeye iyi adam yetiştirelim.
Kaç kardeşsiniz?
Yedi. Üç tane üvey, iki öz ablam, bir tane de ağabeyim var.
Ooo, tekne kazıntısısınız yani.
Tabii, herkesin gözbebeğiydim. Hâlâ da öyleyimdir. Çok şımartıldım.
Babamın teyzeleri ve annesinden çok para kalıyor, mektep medrese okumuş,
Kırklareli'nde sinema kuruyor. Türkiye'ye ilk sessiz filmi getiren kişi
Bu söylediğim, 1925-30 araları.
Seyirci var mı ki?
Tabii ki. Kırklareli, Türkiye'nin Paris'idir. Halen de öyle. Gidin
görün, Türkiye'nin en güzel kızları Kırklareli'ndedir. Kavga gürültü
yoktur, primitif törelerimiz yoktur.
Sonra ne oluyor?
Babam sonra bir Ermeni'yle birlikte Ankara'da da sinema açıyor,
zincirler kurmak istiyor. O sırada davul da çalıyor, bir de kuarteti
varmış. Alto saz, trombon, trompet ve davul. Riyaseti Cumhur diye bir
orkestra var, oraya çağırıyorlar babamı. Ankara'da kalın, sizi albay
rütbesiyle alalım diyorlar. Ama düşünün, amatör davulcu sadece. Çoluk
çocuk Kırklareli'nde, bir de ağır bir zatürree geçiriyor, zınk dönüyor.
Müzikal yeteneğim babamdan. Anne tarafımın da sesi çok güzeldir.
Kırklareli'nde mi okudunuz?
Ben ortaokulu orada, liseyi Ankara'da okudum. Sonra konservatuara gittim
Nişantaşı'nda, ama bitirmedim. Ben zaten çocukluğumdan beri çalıyordum.
Bir de Hollywood hayalleriniz var. Babanız sizi Muzaffer Tema'nın yanına gönderecekmiş.
Evet, çocukluk hayali işte. Hollywood'a gideceğim, star olacağım. Ama
gittim sonra, konser için. Muzaffer amca babamın arkadaşıdır; babam da
üzülüyordu, ''Gitsin bu çocuk iki üç ay takılsın'' gelsin dedi. Ama ben
İsviçre'ye gittim, orada kan kardeşim vardı. Takıldık, takıldık,
takıldık... Biraz gecikmeli de olsa Amerika'ya gittim sonra. Ama bu
sefer tepeden gittik. Muzaffer amcaya anlattım, ağzı açık kaldı.
Bizde sürekli yurtdışına açılma çabaları var. Hazır açılmış birini buldum sorayım, ne var yurtdışında?
Aman, bayatlamış kavramlar bence. ''Avrupa Birliği'ne girelim de
girelim...'' Tabii birtakım faydaları var, ama zaten her şey dışarıya
açılmış burada. Güzel şeyler yaptıktan sonra, onlar zaten gelip alırlar.
Ben de döndüm artık, yüzde 70 burada yaşıyorum. Batı birçok değerini
kaybetmiş durumda. Kaybedilmemiş değerlerini de dondurdu, koruyor. Bu
curcunanın içerisinde kimin ne yaptığı belli değil. Üretkenlik var ama,
yok yok artık. Yeraltında yaşayan balıkların, kabilelerin müziklerini
bile yaptılar yani. En az kullanılan da bizim değerlerimiz. Nasıl ki
dünyanın en zengin bor yatakları bizde; dünyanın çok yönlü müzikleri de
bizde. Ama bizde çabuk batılılaşalım merakı var ya... Özdeğerlerimizi
görmezden geliyoruz. Zaten 2-3 yüzyıl sonra uzayda yaşanacak. Şu
güzellikleri yaşayalım. Kendimizin farkında değiliz! Ben ne
siyasetçiyim, ne akademisyenim, ama görüyorum bunları.
Devamı Elele Eylül sayısında...