‘Bir başka deyişle’ Bu sentez şahane

Türk müziği ile Batı müziği bir araya gelirse ne olur?

‘Bir başka deyişle’ Bu sentez şahane

Grubun adını kim buldu?
Biz bunu grup ismi olarak değil de, proje ismi olarak düşündük aslında. Kürşat’ın bulduğu bir isim; Başka Bir Deyişle. Bilinen bir şeyi başka bir şekilde sunuyoruz. Türk halk müziğini başka bir şekilde yorumluyoruz.  

İlk konser ne zaman?
2 Kasım’da. ENKA’nın açılış konseri olacak. İşin güzel tarafı, böyle bir grubun varlığından kimsenin haberi yokken, biz ilk işimizi aldık. Sadece bu isimlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkacak şeyi hayal eden insanları takdir ediyorum. Daha ilk provamızda, müzisyenlik açısından baktığımda “Tamamdır” dedim. Çok hoş bir birleşim diyecekleri bir müzik oldu.

Albüm çalışmaları, konserler, TV programları derken, bu proje hayatınıza nasıl bir artı kattı?
Bambaşka bir soluk getirdi hayatıma. Dinlediğiniz zaman ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız. Ben, bugüne kadar hiçbir zaman, bir türküyü bu kadar beni başka yerlere götürür bir şekilde okumamıştım. Örneğin, Karahisar Kalesi’ni Tuluğ öyle güzel aranje etmiş ki, o ritimlerle öyle bir bezenmiş ki, öyle güzel armoniler koymuş ki, ilk başta “Bu o parça mı?”,  “Bu o türkü mü?” diyerek dinledim. Şu anda benim hayatım bu projeyle dolu.

Grup olarak çalışmak sizin için zor oldu mu?
İnsan olmak biraz da kaliteli olmayı gerektiriyor. Çok paranın çok başarının olması değil bahsettiğim. Sizin düşünceniz, felsefeniz, hayata bakış açınızdır sizi kaliteli kılan şeyler. Bu kaliteye sahip insanlar bir araya geldiğinde de uyumlu yaşarlar. Koroya baktığınız zaman, sadece bir çatlak ses çıksa, olmaz. Bir araya gelmenin de en önemli noktası uyum. Ben buna hasretim aslında biraz. Müzisyenlerle birlikte bir birliktelik oluşturmak zordur. İşin içine ego girer, hesaplar girer. Ama bütün bunları arkaya atarak, güzel bir şeyler çıkarmak için, bir hayat felsefesi oluşturmak için bir araya geliyorsanız ve o uyumu yakaladıysanız, onun tadı bambaşka. Bu iş çok başarılı olursa, -ki ben şimdiden bunun etkisini görüyorum- bu, bizim uyumumuzun lezzetinin karşı tarafa geçmiş olması olacak!

TULUĞ TIRPAN
Grubun mimarı sizsiniz değil mi?

Kafamda hep böyle bir şey yapmak vardı. Kendi topraklarıma ait nefesleri hayata nasıl geçirebilirim diye düşünüyordum. 2007 yılında Mevlana Senfonisi’ni besteledim. İçinde ney olan, Rumi’nin şiirleri olan bir saatlik bir eserdi. Bu sene mesela, Borusan Senfoni Orkestrası için bir çello konçertosu besteliyorum. Bu eserlerde de mutlaka bu zengin müzik kültür mirasımızı yaptığım işin içine yedirmeye gayret göstereceğim. Yani bu, benim baş koyduğum bir yol aslında. Ve ilk defa, bu toprakların müziğini bu kadar hakkıyla yorumlayan bir yorumcuyla birlikte çalışıyorum. Bu tarz çok iş, çok sentez var ama bana göre hala 12’den vuran olmadı.

Riskli bir yanı da var bu işin değil mi?
Ben kendimi hiçbir zaman bir halk müziği sanatçısı olarak tanımlayamam. Neticede benim eğitimim klasik müzik. Beste ve piyanistlik eğitimi aldım. Emprovizasyon, doğaçlama yaptım, caz müziğini de öğrendim. Değişik ülkelerden gelen insanlarla çalıştım. Brezilyalılarla, Kübalılarla, Afrikalılarla müzik yaptım sahnede. Sonuç olarak benim ilgimi çeken hep şu oldu: Ne yaparsanız yapın, nasıl bir müzik çalarsanız çalın, herkes kendi köklerinin parmak izlerini o müziğe bir imza gibi basıyor. Diyelim ki, herkes caz çalıyor. Orada o nefesi koklayan kişi “Bu başka yere, öteki başka yere akıyor” der. Aslında hepimiz aynı yere akıyoruz, bir de o var. Güzel müzik yapmaya çalışıyoruz neticede.Birbirleri hakkında ne dediler?
KÜRŞAT BAŞAR: Ben Zara’nın türkülerini dinlerken gözlerim doluyor. Tuluğ’u dinlerken heyecanlanıyorum. Bu heyecan yoksa dünyanın en iyi müzisyeni olsanız ne olacak!

TULUĞ TIRPAN:
Zara alçakgönüllü, yaptığı işin farkında olan, aynı işi dünyada başkalarının yaptığını da bilen ve onları takdir eden bir insan. Onun, türkülerin sözlerine olan bakışı, tempoya, nefese, tavıra olan bakışı çok farklı.

ZARA: Grupta bizi bir araya getiren, “Hadi koşun” diyen Kürşat oluyor. Grubun disiplinini sağlıyor. Tuluğ ise şarkıları inanılmaz güzel aranje ediyor. Çok iyi bir ekip olduk.

Heyecanlı ve oldukça enerjik bir grup var karşımızda. Normal şartlarda, iş anlamında, yan yana düşünmemiz pek de mümkün olmayan üç kişi… Enerjisiyle ortamı şenlendiren piyanist Tuluğ Tırpan, grubun yaramaz çocuğu adeta. Yazar Kürşat Başar ise, onları derleyip toparlayan, grubun disiplinli üyesi. Türkücü Zara; grubun ışığı, rengi ve de sesi. Türküleri, Batı müziği ile harmanlayarak, yani bildiğimiz şarkıları başka bir deyişle sunarak ‘dünya müziği’ yapan grup, projenin adının da buradan geldiğini söylüyor.

KÜRŞAT BAŞAR
Bu üçlü, nasıl oldu da bir araya geldi?

2009’da, Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı gecesinde; Zara, Sertab Erener, Fatih Erkoç, Yavuz Bingöl, Erkan Oğur, Fahir Atakoğlu’nun yer aldığı muhteşem bir orkestra çalıyordu. Fakat bir yandan da, ‘Esas işi müzik olmayan birkaç kişi de müzik yapsa’ demişler. Sertab, Fatih, Yavuz çökertme söylerken, ben de saksafonla onlara eşlik ettim. Sonra Tuluğ Tırpan ile birlikte ‘ne yapabiliriz’ diye düşünmeye başladık. Müzik zevklerimizi tartışırken, baktık ki aynı kafada düşünüyoruz, biz önce Tuluğ ile bir araya geldik. Sonra davulda Volkan Ökten, basta ise Volkan Hürsever’in katılmasıyla bir konser verdik Nardis’te. O konserden sonra, Nardis, Hayal Kahvesi, Jazz Stop’ta çaldık. Lefkoşe’de, İzmir’de de konserler verdik ve bu dörtlüyü oturttuk. Sonrasında, ben türkülerle sentez yapma fikrini önerdim. Bir gece Tuluğ ile otururken artık realize edelim bu fikri dedik. Zara’yı aradık ve Tuluğ parçalar üzerinde çalışmaya başladı. Yaklaşık altı aydır çalışıyoruz.

Biz sizi yazarlık ve gazetecilik yönünüzle tanıyoruz. Peki, müzik ne zamandır başucunuzda?
Aslında ben müzikle çocukluğumdan beri iç içeyim, sadece hep ikinci planda kalmıştı. Küçükken bir rock grubunda davul çalıyordum. Piyano ve saksafon da çaldım. Ama hep hobi olarak kaldı. Gazetecilik yaptım, televizyon programları, yazarlık derken müziğe çok vakit ayıramadım. Kendi başıma yaptığım bir iş olarak kaldı.

Sonuçta yazarlık tek başına yapılan bir iş. Grup olayı zor oldu mu sizin için?
Çok televizyon programı yaptım ama sahnede canlı olarak bir performans sergilemek başka bir şeymiş. Fazla dışa dönük bir insan da değilim, biraz zorlandım tabii. Ben profesyonel müzisyen değilim sonuçta ama bu insanlar yıllarını vermişler. Şu anda da fazlasıyla çalışıyorum ama ne yapsam bana eksik geldiği için söylenip duruyorum. Sahneye her çıktığımda maça çıkmış gibi oluyorum. Sonuçta onlar kendi işlerini yapıyor ama ben hayalimi yaşıyorum dünyanın en iyi müzisyenleriyle...

Sentez diyorsunuz ama biraz daha açabilir misiniz; şu anda ne tür bir müzik yapıyorsunuz?
Batı müziği ile bizim müziğimiz bir araya gelsin, birleşsin dedik. Sentez müzik diyoruz, dünya müziği kapsamında değerlendirilebilir.

Neden böyle bir proje?
Klasik müzik, çok zor ve insanın hayatını alan bir eğitim. Bizim bu eğitimi almış bestecilerimiz var. Yurt dışında da çokça var. Çok iyi Mozart parçası çalabiliyorlar. Ama ben biraz, buranın sesini de oraya götürsünler istiyorum. İşte Tuluğ da bunu uygulamaya açık birisi olabileceği için, bu fikri önerdim. Zara ise her zaman sesini, yorumunu ve en önemlisi duygusunu beğenerek dinlediğim bir şarkıcıydı. Acaba böyle farklı bir projede bizimle olur mu diye düşündüm. Kabul etmesi beni gerçekten çok sevindirdi.

Şu anda grubunuzla müzik yapmak dışında, neler yapıyorsunuz?
Televizyon programına bu sezon ara verdik. Yeni kitabımla meşgulüm.

ZARA
Başlangıçta, “Bu iş nasıl olacak, gruba uyum sağlayacak mıyım, acaba türküler ne hale gelecek?” şeklinde kaygılarınız oldu mu hiç?
Öncelikle, böyle bir oluşum içerisinde olmaktan onur duydum. Ama tabii grubun en yeni üyesiydim. Ben hep kendimi dışarıdan gibi görürken, ilk provalardan itibaren bu kaygım da kayboldu. Bambaşka, çok farklı bir şey çıktı ortaya. Tuluğ, türküleri çok güzel aranje ediyor, Kürşat çok güzel çalıyor. Ben de otantik şekilde okuyorum.