Bir ustanın başkaldırısı

‘Bir nevrozun dışa vurumu’ olarak tanımladığı yazma eylemi Nedim Gürsel için henüz ilkokul çağında eline kalemi almasıyla dökülen kafiyeli şiirlerle başlayıp tüm dünyada 27 dile çevrilen 41 tane esere uzanan bir yolculuğu kapsıyor. Bu defa ‘Tehlikeli Sevişmeler’ adını verdiği yeni öykü kitabıyla cinsel tabulara meydan okuyor.

Bir ustanın başkaldırısı

Röportaj: Ece Üremez

Geçenlerde yolum Paris’e düştü. Düşmez olaydı. İnsan yıllarını geçirdiği, uzun süre sevdalandığı, ayrı kaldığında özlemiyle yanıp tutuştuğu kente birkaç günlüğüne dönerse ne yapar? Eyfel Kulesi’ne çıkmaz herhalde. Notre-Dame’a da, bilmem kaçıncı kez uğramaz. Louvre Müzesi ’ne gidebilir ama, Orsay Müzesi’ne de. Hayran olduğu sanatçıların başyapıtlarıyla başbaşa bir gün geçirebilir. Ve sevdiği kahvelerde oturur; ağaçlı, serin bulvarların kalabalığına karışır. Kente nehirden bakabilmek için o yassı gemilerden biriyle Seine’de seyrana da çıkabilir. Ben ne yaptım? Yapacak başka şey kalmamış gibi eski karımı ziyaret ettim...

İşte bu cümlelerle başlıyordu Nedim Gürsel’in yeni kitabı tehlikeli sevişmeler’de,  ‘eski karım’ adını verdiği öyküsü... İçinizdeki merakı gidermek ve onu anlamak için öyküleriyle kaybolmalı, romanlarıyla keşfetmelisiniz; zira bir çeşit illüzyon gizlidir kitaplarında. Size sunduğu öyküyü okuduğunuz sırada satır aralarına büyük bir ustalıkla gizlediği kelimeler öylesine coşkulu bir şekilde anlam kazanmaya başlar ki, son cümleye geldiğinizde gözünüzle mi yoksa bilinçaltınızla mı okuduğunuzu anlayamazsınız. Nedim Gürsel’in kitaplarından bana kalan en büyük miras ise her defasında yaşama ve her türlü teferruatına dair verdiği umut oldu. Tıpkı ‘Uzun Sürmüş Bir Yaz’ın sonunda eylülün gelişiyle tekrar doğan umut gibi... Tıpkı ‘Tehlikeli Sevişmeler’ sırasında yoğun bir şekilde hissedilen yalnızlık duygusuna tam teslim olduğunuzu sandığınız sırada, yeniden başlamak ya da yola devam etmek adına araya serpiştirilen bir cümle umut gibi... “Başkaldırının bir erdem olduğunu unuttuk” diyen ustanın anlattıklarına kulak verin.

Yazmak aklınıza ilk ne zaman düştü? 
Yazmak aklıma düşmedi, çok küçük yaştan beri bir ihtiyaçtı, giderek bir varoluş biçimi oldu. İlkokuldayken uyaklı şiirler yazardım, müsamerelerde sahneye çıkıp yüksek sesle okumak için. Babam Orhan Gürsel’in çok genç yaşta bir trafik kazasında ölümü, hayatımın bu en büyük travması bende yazarlık dürtüsünü tetiklemiş olabilir. ‘Sağ Salim Kavuşsak’ adlı otobiyografimde bu travmanın nedenleri üzerinde yeterince durdum. Yazmak, temelde, bir nevrozun dışa vurumudur bana göre. 

Galatasaray Lisesi’nde geçirdiğiniz yıllara dönersek, o zamanlar ileride bir yazar olacağınızı biliyor muydunuz?  ya da hayalini kurar mıydınız? 
Galatasaray Lisesi’nde sekiz yıl yatılı okudum. Hem yalnız, yapayalnız hem de arkadaşlarımlaydım. Bu durum yazarlığımı da biçimlendirdi elbette, kişiliğimi de. Ergenlik dönemi çok önemlidir. Cinselliğin ilk uyanışı, imkansızlıklar, aşırı duygusallık. Bütün bunlar beni öykü yazmaya yönlendirdi. Daha sonra, aradan yıllar geçtikten sonra, ‘Yüzbaşının Oğlu’nda Galatasaray yıllarımı anlattım. Bu önemli eğitim kurumumuzun bana çok katkısı olmuştur. 18 yaşından itibaren ilk öykülerim dönemin kalbur üstü edebiyat dergilerinde yayımlanmaya başladı. 

Sorbonne Üniversitesi’nde vermekte olduğunuz Türk edebiyatı dersine gelen öğrenci profili neydi? Sizce fransızların derse ilgileri ne derecede seyretmekte? 
Uzun yıllar Paris Sorbonne Üniversitesi’nde çağdaş Türk edebiyatı dersleri verdim. Bir süredir bu görevimi yine Paris’te, Doğu Dilleri Okulu’nda sürdürüyorum. Önceleri seviye iyiydi, Türkiye’ye ilgi duyan, doktora yapmak isteyen Fransızlar da vardı. Seviye, ne yazık ki giderek düştü. Artık bir ‘internet profili’ var, ödevleri de internetten indiren, kültürsüz bir öğrenci kitlesi sınıfları doldurdu. 

Bugüne dek sizi en çok etkilemiş, hayatınızda bir dönüm noktası olmuş olan kitap hangisi? 
Bir değil birçok kitap adı sayabilirim ama serüven ve yolculuğun arketipi olduğunu düşündüğüm Homeros’un ‘Odisseus’u ilk aklıma gelen kitap. Hala başucumda durur.

Dünya edebiyatı klasiklerinden hangi karakterle kendinizi en çok özdeşleştirirsiniz? 
Yine bir değil birkaç roman kahramanı sayabilirim ama ilk aklıma gelen Don Juan. 

Yeni bir öyküye başlamadan önce en büyük ilham sizin için nerede gizlidir? 
Öykü bir çırpıda yazılır. Roman gibi uzun çalışma ve disiplin gerektirmez. Dolayısıyla bir yoğunluk söz konusudur kısa öyküde. Bu nedenle değişik esin kaynakları devreye girebilir. Bir sevişme sonrası mesela ya da çok güzel bir manzara ya da bir anlık sevinç, belki keder. Ya da....... 

Bugüne dek hayatta sizi en çok şaşırtan olay ne oldu? Buna dair kaleme aldığınız bir öykünüz var mı? 
Hayat insanı şaşırtabilir. Ama bir süredir beni hiçbir şeyin şaşırtmadığını itiraf etmeliyim. Bekarlık yıllarımda bir yolculuğa çıkmıştım. Yalnızlıktan, hayatımda sürekli bir kadın olmayışından şikayetçiydim. Dönüşte bir de baktım evime genç bir kadın yerleşmiş. Yabancı, daha doğrusu bir kez gördüğüm bir kadın. Bu olay beni şaşırttı elbette. Penelope adlı öykümü yazmama yol açtı.

Öykülerinizi ve romanlarınızı Fransızca mı düşünüp yazarsınız yoksa Türkçe mi? 
Kimi zaman Fransızca düşünsem de öykü ve romanlarımı Türkçe, deneme ve incelemelerimi her iki dilde de yazıyorum.  

‘Tehlikeli Sevişmeler’de intihar eden bir yazarın günlüğünden alıntıladığınız; ‘Üşütmemeye ve dönemeçlere dikkat!’ cümlesine istinaden sormak istiyorum sizin hayatınızdaki en büyük dönemeç ne oldu? 
O cümle Cesare Pavese’ye bir gönderme. Hayatımın en büyük dönemecinin 20 yaşında Paris’e gelmek zorunda kalışım olduğunu düşünüyorum.

Yine son kitabınızda Monika’nın öyküsü neden Yaşar Kemal’e ithaf edildi? 
Yaşar Kemal’le birlikte, yıllar önce bir tren yolculuğu yaptığımız için. Paris’ten Avignon’a gitmiştik. O öyküde bir tren yolculuğu söz konusu. Yaşar Kemal’i kaybettiğimiz gün kaleme aldım. Ona ithaf ettiğim bu öyküde yalnız bir kadının cinselliği ön planda. Ama çağrışımlar tren yolculuğu üzerine kurulu. 

‘Kanaldaki Kadın’ öyküsünde değinildiği gibi aynalardan silindiğinizi düşündüğünüz bir dönem yaşadınız mı? 
Hayır yaşamadım. Ama öykü kahramanlarıma öyle bir duyguyu çok yaşattım. 

‘Maç Bitti’ öyküsünde yayımlanmamış bir günlükten bahsediliyor, ortaya çıkarsa kıyamet kopacağı anlatılıyor. merak ediyorum; bu günlüğün gerçekten var olduğunu ve size ait olduğunu söyleyebilir miyiz? 
Evet söyleyebiliriz. Yine de ‘Tehlikeli Sevişmeler’deki erkek kahramanı kitabın yazarıyla özdeşleştirmek doğru olmaz. 

Hiç birlikte olduğunuz kadını edebiyatla aldattığınızı hissettiniz mi? 
Oldu elbette. Yazma edimi insanı tecrit eden bir edimdir. Yoğunluk ve özen gerektirir. Birlikte yaşadığınız kadın gün boyu sizi çalışırken ve siz masada yazarken ensenizi görmekten sıkılabilir. “Beni gözümün önünde edebiyatla aldatıyorsun!” diye yakınabilir.

‘Tehlikeli Sevişmeler’de öne çıkan ‘Eski karım’ adlı öykü daha çok samimi bir itiraf gibi hafızalara kazınıyor. Siz bu öykünün diğerlerinden farkını nasıl tanımlarsınız? 
Bu öyküde ironi ağır basıyor. En acı duruma, ayrılığa bile alaycı bir yaklaşım söz konusu. Benim için yeni bir tarz.

Kitaptaki öykülerin hepsinde hissedilen ortak bir nokta var; ana karakterin hayatında bir kadın olsa da olmasa da baskın olan yalnızlık duygusu... peki, sizin hayatınızda kadınların yeri nedir? 
Çok önemli olduklarını söylemekle yetineyim, ayrıntılara girmeden. 

Nedim Gürsel aşkın tanımını nasıl yapar? Sizce aşka en çok yakışan kelimeler neler? 
Aşkı tanımlamak kolay değil. Halkımız, ‘ayrılık olunca aşk da olur’ demiş. Aşkta özlemin önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Ama aşkın temelinde cinselliğin olduğunu daha da çok düşünüyorum. 

Sizin için en önemli kadınlar kimler? 
Çoğu erkek için olduğu gibi elbette anneler. 

Hayatınıza giren diğer bütün kadınlardan farklı olarak annenizin yerini nasıl anlatırsınız? 
Bir önceki soruya verdiğim yanıtta bu yerin önemine de değinmiş oldum. 

Kadın-erkek eşitliğine inanıyor musunuz? 
Gerçekleşmesi güç de olsa inanıyorum.

Ülkenin siyasi gelişimini ve Türkiye’nin çıkışını nerede görüyorsunuz? 
Umutsuzum. Demokrasi ve temel özgürlüklerden giderek uzaklaşan bir ülke oldu Türkiye. Muhafazakarlık aldı yürüdü. Biat kültürü egemen oldu. Başkaldırının da bir erdem olabileceği unutuldu. Bu ortamda ‘Tehlikeli Sevişmeler’in, cinsel tabuları yıktığı için, bir işlevi olabileceğini düşünüyorum. 

Baskıyla özgürlük ikilemi arasında sıkışıp kalmış bir ergeni konu alan bir önceki romanınız ‘Yüzbaşının Oğlu’ ile ülkenin hali arasında bir bağlantı kurmanızı istesem neler söylerdiniz? 
O roman her türlü otoriteyle hesaplaşan bir roman. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal ortamla doğrudan bağlantısı olduğu söylenebilir. Kahramanın sivri dilinden eski başbakanımız ve şimdiki başkan babamız da nasibini alıyor. 

Hiç sonunu getiremediğiniz bir öykünüz var mı? 
Evet var. Olması da doğal. Bazı öyküler bitmemişlikleriyle güzeldir. Yarım kalan aşklar gibi.