Bol ‘like’lı bir kadın Birce Akalay

Yüzüne baktığınızda gözleri ışıldayan, konuştuğunuzda huzur veren, her dizisiyle dikkat çeken bir kadın o. Yani her hali bolca ‘like’ alıyor. Güzellik yarışmasına katılması bir tesadüf sonucu olabilir ama inanın hayatta durduğu yerin ve başarısının kesinlikle tesadüfle bir ilgisi yok.

Bol ‘like’lı bir kadın Birce Akalay



Bol ‘like’lı bir kadın Birce Akalay - Resim : 1


Çekim boyunca hep ‘sahil güzel, saç güzel, hava güzel, styling güzel’ dedik ara ara ama hep sonrasında ‘kız güzel abi’ diye tamamladı ekipte herkes cümleyi. Biz sizin güzelliğinize tam karşıdan bakıyoruz, peki ya siz güzellik kelimesine ne yanından bakıyorsunuz?

Çok teşekkür ederim teveccühünüz. Güzelliğe tam karşısından bakılır tabii. Ben de bir güzellik görsem karşısına geçer onu izlerim, severim, içselleştiririm, beslenirim, merak ederim ama arkasına geçip kusur aramam mesela. Güzellik de değil de estetiği beni hayran bırakır kendine.


Günlük hayatta nasıl giyinmeyi tercih ediyorsunuz?

Konforlu ve sakin.


Ayakkabı, çanta, takı... Tutkunu olduğunuz bir aksesuar var mı?

Takılar. Tasarım işleri çok seviyorum. Sanat taşıyorum boynumda bileğimde öyle hissediyorum, içsel bir ifadesi oluyor benim için. Ve eski antika takıların hayranıyım. Zanaatkarların emeğine, inceliklerine de ayrıca hayranım. Takılarımı severek ve hissederek alıyorum yani.


Siz eşinizin ya da o sizin giyim şeklinizi yönlendirir mi?

Özel günlerde evet, uyumlu olmaya ya da uyumsuzluğun uyumunu severiz, birbirimizle fikir alışverişi yaparız. Ama gündelik yaşantıda nadiren. İlk zamanlar flörtün şanından her akşam ertesi gün ne giyecekse sorardı. Şimdilerde çalışmaktan birbirimizi göremiyoruz.


Her şeyden kaçmak, uzaklaşmak istediğinizde ne yaparsınız?

Giderim.


Biz bu sıralar hep sosyal medya hesaplarımızı karartıp durduğumuz gibi karanlıklardayız. Elinizde bir dolu boya olsa hayatı hangi renge boyamak isterdiniz?
İçimdeki her renge. Bir dolu renge. Her renge. Dünyada ne kadar renk varsa o kadar renge. Kararan günler geçici. Umut boyalardaysa boyayalım derim haydi. Zira benim hala umudum var.



Bol ‘like’lı bir kadın Birce Akalay - Resim : 2


Çocukluk döneminden hatırladığınız en çok ne var hafızanızda?

O kadar çok şey ki inanamazsın. Uzun dönem hafızam çok güçlü. Yakın zamanı bunca net resimlerle hatırlamıyorum. Hafızamız çok kirlendi çünkü. Ama hali hazırdaki ruh halimize örnekle, bir resim anlatabilirim. Körfez Savaşı zamanı, Haydarpaşa’daki Selimiye kışlasından yanlışlıkla savaş sireni çaldı. Okuldaydım, savaş tatbikatları yapılırdı o zamanlar ama hiç gerçek siren duymamıştık. Sadece ‘10 Kasım’larda canım Ata’mı anmak için. Tek hatırladığım o dönemde televizyonda, akşam ajansında gece görüşlü kameralardan, savaş uçaklarının havai fişek gibi yeşil ışıklarla bir yerleri vurduğuydu. Dersteyiz, siren çalmaya başladı, tatbikat değil gerçekti. Önlüğümüzün göğüs cebindeki kumaş mendillerimizi ağzımıza kapatıp çift sıra halinde koşmadan ama hızlı adımlarla okulun bodrum katına indirildik. Hepimiz çok korkuyorduk. Öğretmenimizin yüzündeki ifadeyi hiç unutmam. Tek korkum o yeşil ışıkların artık bizim evlerimizi vurmasıydı. Ne yapardık o zaman? Nereye giderdik? Çocuk aklımla o kadar çok şey düşündüm ki! Neyse ki bir süre sonra öğrendik ki, siren yanlışlıkla çalmış. Annemin okul bahçesinden beni alışı o nefes nefese beti benzi atmış hali hala gözümün önündedir.


Nasıl bir aileden geliyorsunuz?

Annem kendimi bildim bileli ev hanımıydı ama formatı biraz değişiktir onun. Aktif siyasetle uğraştığı uzun bir dönem de oldu, Türk sanat müziği ile de, ebru da yaptı, çeşitli derneklerle varlık da gösterdi. Hayatını bana adamıştır. Şimdilerde de gayrimenkul değerlendirme uzmanlığı yapıyor ve bunu hiç azımsanmayacak bir yaşta 50 yaşında öğrendi inanır mısın? Babam beyaz eşya, klima, ve havalandırma sistemleri üzerine İstanbul’un ilk teknik servislerinden birini kurmuş vakti zamanında. Hala aynı işi yapıyor, aynı zamanda doğal hayatı koruma derneklerinden birinde de aktif üyedir, tabiatı çok sever. Biz hep tam manasıyla demokratik bir aile olduk. Üç kişi olmamızdan sebep harika bir çekirdektik. Çok küçük yaşta fikri sorulan, fikri değerlendirilen bir çocuktum. Kararlarıma her daim saygı duyuldu, yanlışsa yanlış olduğu anlatıldı fakat asla dikte edilmedi. Kurallar yok muydu dersen elbet vardı, bu sayede disiplin edindim. Her daim yeteneklerimi görmeye gayret edip bana bu anlamda destek olmuşlardır. Bugün sorsan eminim beni nevi şahsına münhasır büyüttüklerini söyleyeceklerdir sana. Çünkü hep buna gayret ettiler.


Güzellik yarışmasına katılmak kimin fikriydi?

Aslında tesadüf. Çocuk yaşlarımda mahallede hep söylerlerdi, ben de bir heves bizimkilere giderdim; bacak kadarım o zaman. Annemle babam hep aynı cevabı verirdi, önce okulunu oku ondan sonra yine istediğinde biz de destek oluruz. Gel zaman git zaman ergenlik dönemi çirkin ördek yavrusu olduk tabii. Daha da sonra bu bahis öylece kapanıp gitti. Yıl 2004, o zaman İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’ndeyim, okulun hiyerarşisine sinirimden ikinci dönem okulumu dondurmuşum. Yılların okul yorgunluğuna inat, kendime özel tatildeyim. Her yerde yarışmanın tanıtımları sürekli karşıma çıkmaya başladı. O zamanlar da her şeyi anlamlandırıyoruz; ‘hadi’ dedi bir arkadaşım, dedim ki ‘olmaz’. O da dedi ki ‘olur olur.’ Sonra anneme söyledim, ufak bir git gel yaşadık sonra çıkan sonuç ‘aman olmazsa olmaz eğlence olur bize de’ oldu. Babam ilk başta ona sormadan başvurduğumuz için tepki gösterse de sonra bana şahane destek olmuştur. Ve üçüncü oldum. Öyle işte tamamen bir tesadüf.


Hep mi dikkat çekiciydiniz?

Bilmem. Özgüvenli çocuklar fark edilir oluyor hayatta. Ben bu sebepten fark edilir bir çocuk olmuş olabilirim, özgüvenli büyüdüm çünkü. Fiziksel görünüm de buna eklenince dikkat çekici oluyor insan galiba.


Kendinizi oyuncu olarak hayal etmeniz hangi döneme rastlıyor?

16 yaşında sakatlanıp baleyi bırakmak zorunda kaldım. Lisede tiyatro okumaya başladığım zamanlar hala baleyi özlüyordum. Oyuncu olmak değildi istediğim. Sonra o İstanbul Üniversitesi zamanında okulu dondurduktan sonra bir süre televizyonda çalıştım. Dedim ki yapamayacağım; ben tiyatroyu, oynamayı, oyun bahçemi özledim. Meğer çok sevmişim. Sonra tekrar üniversite sınavlarına girip konservatuvarı kazandım.

Röportaj: Filiz Şeref
Fotoğraf: Deniz Özgün

Son günlerde ülkece garip bir hal içindeyiz. Mutlu, umutlu olmak istiyoruz ama olmamak için geçerli çok ciddi nedenlerimiz var. Bu röportajı yazmak için klavye başına geçtiğimde aklım istesem de bir türlü gündemden kopamıyor, sadece işe odaklanamıyor. Ama bir yandan da olumsuz bakış açısıyla nereye kadar demeden olmuyor. Ben her şeyi unutup, sadece Birce Akalay’ı tanıtacak güzel bir röportaj yaptık türünden bir şeyler diyebilirim de size şu an... Ama ötesi olmalı. Bu röportaj vasıtasıyla umut ve mutluluk da verebilmek gibi. Ama şurada da duralım mı bir; ‘Hayata aynen devam etmeliyiz’ diyenlere, ‘Hayat aynen akmalı’ diyenlere, ‘Peki her şeyi görmezden gelmek o kadar kolay mı!’ da demek istiyor insan. Bana kalırsabir yandan hayata devam ederken bir yandan da görelim, hissedelim ve anlayalım, yaşayalım; ki hep birlikte, biz olalım. Daha önce yaptığımız hataları belki bu şekilde tekrarlamayız. Şimdi aklıma şu geliyor; aslında mutluluk bir seçim değil mi? Hemen hayatta en etkilendiğim filmlerin başında gelen ‘Life is Beautiful (Hayat Güzeldir)’ düşüyor aklıma mutluluk kelimesi cümle içinde geçince... Roberto Benigni, nasıl da oğluna oyun gibi gösteriyordu İkinci Dünya Savaşı sırasında toplama kampında yaşananları. Bir oyun! Gerçekten de yaşananlar büyüklerin oyunu. Biz de bu müthiş babanın filmde yaptığı gibi bakabilir miyiz hayata acaba? Sonra Amelie düşüyor aklıma, hüzünle mutluluğun harmanlandığı bir film. Sonunda kendi mutsuzluğunu başkalarını mutlu ederek gideren, hayaller kurmayı seven bir kız... Biraz daha umutlu olabilmek adına biraz daha mı fazla film izlemeli acaba ne dersiniz? Belki biraz da müzik; Bulutsuzluk Özlemi’nin ‘Sözlerimi Geri Alamam’ parçasının ‘Bir umuttu yaşatan insanı, aldım elime sazımı’ kısmını bağıra bağıra söylemek mesela, o da iyi gelebilir... ‘Hiçbir kere hayat bayram olmadı ya da her nefes alışımız bayramdı’ bölümüne ise neresinden bakmak istersiniz? Ve elbette biraz daha iyi, mutlu, huzur veren, pozitif insanlarla bir arada olmalı böyle dönemlerde değil mi? Birce Akalay’ın bu konuda kesinlikle doğru isimlerden biri olduğunu itiraf etmeliyim size. Normalde de huzur veren bir tarzı var, ama röportaj sırasında o kadar güzel mesajlar çekip çıkarabiliyorsunuz ki söylediklerinden, o da iyi gelenler listeme ekleniyor haklı olarak. Mesela diyor ki; “Umudu bir köşede unutursak, gönül gözümüz görmez olur, gönül gözümüz kapanırsa da karanlığa düşeriz. Biz yüzyıllardır bu topraklarda rengarenk yaşadık. Hayatın manasını kaçırmadan, unutmadan, umudu yitirmeden... Birbirimize tutunarak, inanarak. Yine yaşarız, yaşıyoruz, yaşayacağız.” Ve kendini kötü hissettiği zaman neler yaptığını anlatırken, “Etrafıma faydalı olmaya gayret ederim, her kimse tanıdık tanımadık onlara dokunurum ve bu sayede kendimi de unuturum” dediğinde onun da bir Amelie versiyonunun varlığını keşfediyorum. Birce Akalay hocaların hocası Müşfik Kenter’in ona (ve diğer öğrencilerine) miras olarak bıraktığı şu üç kelimeyi söylediğinde ise hayatta hepimizin bunun için çalışması gerektiğini bir kez daha hatırlıyorum; ‘Önce insan olun.’ Bize gerekli olan tam da bu! Ve sizi biraz da olsa iyi hissetmeniz, umutlu olmanız, yer yer kafa dağıtmanız ve tabii ki onu yakından tanımanız adına, 1 Nisan’da vizyona girecek olan ve eşi Sarp Levendoğlu ile başrolü paylaşan Deliormanlı filminin yıldızı Birce Akalay’a teslim ediyorum; huzur veren bir sahilde gerçekleşen harika kareler eşliğinde...



Bol ‘like’lı bir kadın Birce Akalay - Resim : 3


Konservatuvar okumanın artılarını en çok hangi konularda görüyorsunuz?

Kimi bakış açılarına göre bir deformasyon olabiliyor konservatuvar. Böyle inananlar var, yok değil. Ama bence bu iş için en kıymetli başlangıç. Çünkü orası bir oyun bahçesi. Aynı zamanda işini doğru ve sağlıklı bir yerden icra etmeyi öğrenmek için en doğru adres. İşin kuramını bilmek bir ayrıcalık. Ama sonuç itibarıyla oyunculuk sadece kuramla da olacak iş değil ve hiç bitmeyen bir yolculuk. İnsan yaş aldıkça, ruhu oturdukça, hayattan ve insandan direkt beslenerek her seferinde yeniden çözüyor mesleğini. Konservatuvar hepsini ileri vadede harmanlayabilmek için ustalarınla attığın ilk adım bence. Benim için bu sebepten çok kıymetli. Nurlar içinde uyusun Müşfik Hoca’mızın tüm öğrencilerine mirasıdır; ‘Önce insan olun!’


Spor spikerliği de yaptınız. Aranız nasıl spor ile?

Tüm spor müsabakalarını izlemeyi çok severim. Futbola ayrı bir düşkünlüğüm vardı ama zamanla azaldı. Günlük koşturmada pek vaktim olmuyor spor yapmaya, halen sakatlığım devam ettiği için de çok dikkatli olmak mecburiyetindeyim spor yaparken. Maalesef yürüyüş yapmam bile yasak. Ama yoga ve pilates serbest. Vücudunun anatomisini bilmek çok önemli ve ona iyi bakmak lazım. Bunun için spor elzem. Bedeni bir disiplinle çalıştırmak zihni de olumlu etkiliyor; ‘sağlam kafa sağlam vücutta bulunur’ ne de olsa.


Daha öncesi de var tabii ama ben sizi geçmişe gidince en çok ‘Yer Gök Aşk’ dizisi ile hatırlıyorum. ‘Yer Gök Aşk’tan ‘Evli ve Öfkeli’ye nasıl bir gelişim içindesiniz?

Öncesinde yaptığım hiçbir işi azımsamam ama bir süre ara verip okulumu bitirip mesleğe yeniden attığım ilk adım, bu dizi çok önemli benim için. Sakin sakin yol alıyorum diyelim. Acelem yok. İçselleştirdiğim her karakteri anlayacak ve sevecek kadar zamanım oldu. Zamanı doğru değerlendirmeye çalışıyorum diyelim. O zaman 26 yaşındaydım şimdi 32 yaşındayım. Altı sene güzel zaman.


Komedi oynamak daha mı keyifli?

Ayıramam birbirinden. Hepsini çok seviyorum. Komedi içinde dramı, dram komediyi barındırır. Gülmek ağlamanın kardeşi. Zor soru asla ayıramam onları. Ben yemek de ayırmam.


Verdiğiniz kararlar ve hayatı yaşama şeklinizi düşündüğünüzde hayatınız keskin virajlarla mı yoksa yumuşak geçişlerle mi yönünü buluyor?

Duruma göre değişir. Sabırlı bir insanım, öyle derler. Sabrım tükendiğinde keskin virajlar mümkün. Ya da bir şeyi yaşamayı deneyimlemeyi çok ama çok istediğim bir durum varsa yine virajı keskin alabilirim. Ama iş yaşantımda yumuşak geçişler tercihim.


Bol ‘like’lı bir kadın Birce Akalay - Resim : 4


Kendinizle anlaşamadığınız bir konu var mı?

Aklımla anlaşamam bazen.


Ünlü olunca insan ne kadar kendi gibi olabiliyor?

Her zaman. Ne fark eder ki! Sen sensindir, ünlü ünsüz hepsi harf.

Sarp Levendoğlu ile çok güzel bir çiftsiniz. Sizi bu kadar uyumlu yapan birinizin güzel diğerinizin yakışıklı olmasının ötesinde bir şeyler olmalı...

Uyumlu olmamız herhalde. Benzemezlerinize rağmen hayat devam eder. Uyum o hayatı müşterekte nasıl yaşadığınızın cevabı aslında. Size uyumlu görünüyorsak uyumluyuzdur o zaman. Yansımasına sevindim.


Çocuk desek...

Dünyanın en kıymetli mücevheri derim. Benim o kadar kıymetli bir mücevherim olmadı daha ama olsaydı böyle olurdu diye düşünüyorum. Tabii ki bu çalışma koşullarında biraz zor şu an için. Ona tam randımanlı bir zaman ayırmam gerektiğini hissediyorum ama hayat bu tabii ne zaman ne getireceğini bilemeyiz. Olur, olmaz. İşin özü ben aslında biraz da onun için çalışıyorum. Ona konforlu bir hayat verebilmek için, fikren, bedenen. Anne, baba olmak hayatta bir kere daha büyümek ve evrilmek bence. İnanılmaz bir terbiye insan için. Dilerim bir gün kısmet olur ve güzel bir imtihan daha olur benim için.


Ben yıllardır Sarp Levendoğlu’nu çok cool bulurdum, sizinle birlikte olmaya başladıktan sonra sempatik hali de gün yüzüne çıktı. Sempatiklik, samimilik sizden geçen bir özellik mi acaba?

Beni sempatik bulduğun için çok teşekkür ederim. Sarp da sempatiktir. Sadece benim kadar hissiyatını dışa vuramaz o. Ondan sebep belki bu zamana kadar öyle hissetmişsindir ama cool’dur, ben daha Akdeniz insanıyım.


30 yaşından sonra hayata bakışınızla ya da yaşam şekliniz ile ilgili değişen bir şeyler oldu mu?

Oldu tabii; hayatta ne istemediğimi fark ettim 30 yaşında. Sorsan ne kadarını geçirebiliyorum hayata, o muamma. Ama sakinleştim, duruldum 30’dan sonra. Heyecanlarım aynı dirilikte ama tasarrufum daha akılcı yönde değişti. En azından buna gayret ediyorum diyebilirim. 25 yaşında atladığın gibi atlayamıyorsun denize 32 yaşında. Onun gibi bir şey. Her yaşımı sindire sindire yaşıyorum ama çok şükür. Böyle bir imkanım var. Ya bir de olmasaydı?



Bol ‘like’lı bir kadın Birce Akalay - Resim : 5


Şu sıralar nasıl bir ruh hali içindesiniz?

Bilmiyorum desem. Mesleki olarak çok şükür verimli bir dönemden geçiyorum. Yepyeni bir heyecanım var o da ‘Deliormanlı’. Seyircinin çok seveceğine inandığımız bir film oldu. Gala öncesi totemi olarak bana pek bir şey izletmedikleri için de heyecanım epey katmerlendi. Onun dışında ‘Evli ve Öfkeli’ devam ediyor. Dolayısıyla kendime vakit ayıramadığım epey yoğun bir sezon geçirdim. Dilerim meyvesi de güzel olur. Bunun dışında hepimizin ruh hali aslında koca bir bütün son günlerde. Yüreklerimiz bir atıyor. Kayıplarımız büyük, kolluk kuvvetlerimiz, sivil halkımız, çocuklarımız her gün kayıp veriyoruz maalesef ama yüreği yanan hep annelerimiz, babalarımız. İnanmak istiyorum ki güzel günler göreceğiz, güneşli günler. Yani umut var, umut olmazsa olmazımız. Unutmamakta fayda var; biz bir olacağız, umutla, çalışacağız, üreteceğiz, paylaşacağız. Başka yolu yok.


Umut kelimesi size ne ifade ediyor?

Umut benim için güneşin doğumu gibi, aldığımız nefes gibi. Dediğim gibi, olmazsa olmaz benim için. Toplumsal algıda da böyle olmalı kanaatindeyim. Umudu bir köşede unutursak, gönül gözümüz görmez olur, gönül gözümüz kapanırsa da karanlığa düşeriz. Biz yüzyıllardır bu topraklarda rengarenk yaşadık. Hayatın manasını kaçırmadan, unutmadan, umudu yitirmeden... Birbirimize tutunarak, inanarak. Yine yaşarız, yaşıyoruz, yaşayacağız. Yaşayamayanlar için bu bir tercihtir o muhakkak. Ama şahsi fikrim umutla o günler için çalışmalı. Hiç vazgeçmeden.


Hayata bakış açınız genel anlamda nasıldır?

Pozitivist, hümanist fakat realizmi hiç ama hiç yadsımadan, inançlı ve merhametli, kul hakkı yemeden, üreterek, paylaşarak yaşamaya gayret ediyorum. ‘Ben tam olarak buyum’ diyemem mutlaka ki hatalar ve yanılgılarla da bir bütünüm ben. Fakat akşam yastığa kafamı koyduğumda vicdanımı dinlerim; bugün nerede hata yaptım, nasıl bir yanılgıya düştüm, kalp kırdım mı, gönül aldım mı, iyilik için ne yaptım diye düşünürüm. O değerlendirmemin sonucunda eğer ertesi gün gözümü nasip olmuş da hayata yeniden açmışsam dahası için çalışmaya devam ederim.


Mutsuz olduğunuzda, kendinizi kötü hissettiğinizde ne yaparsınız?

Önce kapanırım. Kısa bir süre bütün şalterlerimi indirir, yaşama enerjimi stand by moduna çekerim. Yalnız kalır geçici bir uykuya yatarım. Sonra bu bencillikten sıyrılır, halime şükreder hayatı izlemeye, hayata karışmaya koyulurum. Etrafıma faydalı olmaya gayret ederim, her kimse tanıdık tanımadık onlara dokunurum ve bu sayede kendimi de unuturum. Bu bir refleks, iyileşmek için planlı bir hareket değil. Küçükken de yapardım. Bu benim hayatta kalma biçimim sanırım. Sadece zamanla bunu artık tanımlayabiliyorum. Zaten hayatın kendisi, tabiatı gereği zamanla iş birliği yapar ve insanı iyileştirir. Bu arada ‘Aman zaten hayat ve zaman birlik olup beni iyileştirecek nasıl olsa’ deyip kendimi başıboş bir sandal gibi denize de bırakmam. Küreklerimi kuşanır, o sandalla balık tutar, sevdiklerimle paylaşırım. Bu benim içgüdüsel reaksiyonum, bu asla bir yöntem diyemem. Ama ne var ki hep böyle oldu. Sanırım da hep böyle olacak.


Sosyal medyada da gördüğüm kadarıyla kendinizi dürüstlükle ifade etmekten çekinmiyorsunuz. Hep açık sözlü ne istediğini bilen biri miydiniz?

Aslına bakarsan hepimiz hayatta yanılgıya düşeriz. Bugüne kadar kendimi ifade ediş biçimlerimde de yanılgıya düşmüş olduğum zamanlar vardır elbet. Hepimiz genç ve toy seneler geçirdik. Düzenin, ki o düzen bizi içine çeker, şartlanmalar yaratabilir, işte o düzenin hiç sorgulamadan bir parçası olduğumuz zamanlar olabilir, olmuştur. Fakat zamanla büyür, sorgular ve olgunlaşmaya başlarız. İşte benim olgunlaşmaya başladığım zamanlarda kendime seçtiğim yol her daim dürüstlük oldu, önce kendime sonra etrafıma dürüst olmak. Çünkü bana öğrettiler ki savunduğun yanlış dahi olsa dürüst ve öğrenmeye açık ol. Çünkü ancak o zaman yanlış doğruya, kötü bir davranış iyiye evrilir. Yani ismin sorulduğunda Birce yerine Zeynep demiyorsan, fikrini de adın gibi söyle. Ama sabit fikirli olma çünkü bir yerlerde bilmediklerin de var unutma. Bu doğrultuda insan vicdanı da temiz yaşarsa sözün özünü paylaşmakta bir sakınca yok ki! Ancak o zaman gelişiriz. Ne istediğini bilmek kadar ne istemediğini bilmek de kıymetli bunun yanında. Kendini eğrisi ve doğrusuyla dürüstçe, ne olduğunu ifade ederek yaşamalı, bundan ziyade ne olmadığınla tanımlamaya başladığında, empati trenini kaçırıyorsun gibi geliyor bana.