Bu ikiliye dikkat!
Gerçekliğini ve samimiyetini yitirdiği zannedilen aşkın sinematografik hali uzun bir aradan sonra ironi dolu bir hikayenin içinde hayat buluyor. ‘Hayat Öpücüğü’ filmindeki performanslarıyla alışılmışın dışında bir komedi sunan Hatice Şendil Sağyaşar ve Ali Sunal bizim de radarımıza güçlü bir giriş yapıyor...
Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Ozan Kıymaç
Yıldızlı bir geceydi. istanbul’un en güzel yalılarından birine henüz adım atmıştık ki bahçeden kahkaha sesleri yükseldi. Belki de yazdan kalma o son gecede, gökyüzünün altındaki mutlu kalabalık, sinema perdesine tüm adanmışlığıyla yansıyan Kemal Sunal’a bakmaktaydı. Çünkü bizim çekim için seçtiğimiz akşam, yalı da orada çekilen Tosun Paşa’yı göstermeyi seçmişti. Biz ekipçe bu ulvi tesadüfün etkisindeyken içeri Ali Sunal girdi. O ana dek hep sert mizaçlı olduğuna dair bir izlenim edindiğim Sunal kocaman bir gülümsemeyle, daha kapıdan girerken yaptığı zeki esprilerle ve bana bir çırpıda taktığı ‘Tarçın’ lakabıyla önyargımı yerle bir etti. Yani siz bakmayın onun öyle mesafeli durduğuna çünkü o ‘içi sıcak’ bir adam. Gözünüzün içine dimdik bakan ama aynı anda gözlerinin içi gülen biri. Filmin hikayesinden öte esas kendisi başlı başına ayaklı bir ironi desek yanlış olmaz. Tek başına öyle güçlü bir mücadele içinde ki, başarma isteği kendi başta olmak üzere çevresindeki birçok kişiye de ilham kaynağı oluyor. Kaçımız ilhamı kendi içimizde arama cesaretini gösterebiliyoruz ki? O gösteriyor işte. Bir tek kendine güveniyor. Kaçımız istediklerinizi elde etmek için sadece kendimize güveniyoruz? O güveniyor işte. O yüzden de yolundan hiç sapmadan hep yukarı doğru ilerliyor. Ne de olsa ‘uçmak’ onun en büyük arzusu. Üstelik geçtiği yerlerdeki yolları da öyle güzel açıyor ki peşinden ‘güldür güldür’ insan sürüklüyor. İşte o sırada kapı tekrar açılıyor, bu kez içeri Hatice Şendil Sağyaşar giriyor. Ali Sunal dahil hepimiz güzelliğine övgüler yağdırırken o utanıyor ve konuyu değiştiriyor. 9 Ekim’de vizyona girecek olan ilk sinema filminin çekimlerini tamamlamış olmanın verdiği huzurdan mı yoksa setten çıkıp çekime gelmesinin verdiği haklı yorgunluktan mı bilemedim adeta bir melek sükunetine sahip. Zarafeti ise geçmişe yolculuğa çıkaran bir yoğunlukta hissediliyor. O eski Yeşilçam kadınlarının edası, ağırlığı ve ulaşılmazlığı var her halinde. Ama ayakları da bir o kadar yere sağlam basıyor, zira benim çekim boyunca tanık olduğum ama onunla çalışan herkesin coşkuyla dile getirdiği profesyonelliği ders alınması gereken cinsten. Çekim anı geliyor, siz de tahmin edersiniz ki bu iki insanın bir araya gelmesiyle oluşan ‘Voltran’ın çekim alanı da bir hayli yüksek oluyor.
Filmin hikayesi nasıl ortaya çıktı?
Ali Sunal: Bir film yapmaya karar verdim. En büyük hayallerimden biriydi. Aklımdaki fikri, filmin senaristleri Saygın ve Fethi’yle paylaştım. Hem çok iyi dostlarım hem de kalemine çok güvendiğim adamlardır. Üçümüzün konuşmalarına istinaden bence şahane bir senaryo yazdılar. Ve öyle yola çıkıldı.
Hatice ile bir araya geliş hikayeniz nasıl gelişti?
A.S.: Hatice’nin devreye girmesine daha beş yıl var. Ben sana hikayenin ilk ortaya çıktığı zamanı anlattım.
Bu beş yıl önce ortaya çıkan bir proje miydi?
A.S.: Evet, senaryo yazıldı ve biz düşünmeye başladık. Sonra BKM, filmi yapmaya uygun gördü. Yönetmen, mekan derken en merak ettiğimiz konu Hayat karakterini kimin canlandıracağı oldu. Tam o aşamada, Hatice aklımıza düştü. Daha önce hep ağır dramlarda oynadığı için elbette düşünceliydik. Ama o bir geldi, pozitif enerjisiyle, profesyonelliğiyle ve karakteri sahiplenip çalışmasıyla aldı rolü gitti.
Siz senaryoyu okuduğunuzda aklınızdan neler geçti?
Hatice Şendil Sağyaşar: Senaryoyu okuduğum sırada uzun ve zor bir sezondan çıkmıştım. Aklımda sadece dinlenmek vardı. Ancak öyle bir şey oldu ki, bu senaryoyu okuduğumda dinlendiğimi hissettim. Okurken hem beni gülümsetti hem de bana gülümsedi. O andan itibaren Hayat, aslında uzun zamandır kendi hayatımda kaybettiğim ve adını koyamadığım bir boşluk hissini bana hatırlattı. Ve dedim ki ‘Hayat’ın bana ihtiyacı var, benim de ona.’ Bir de tabii ki Ali Sunal fikri çok cazip geldi.
İlk kez bu film vesilesiyle mi tanışmış oldunuz?
H.Ş.: Evet, ilk kez birbirimizi tanıma fırsatı bulduk.
Birlikte çalışırken birbirinize dair keşfettiğiniz en enteresan bilgi nedir?
H.Ş.: Ali bütün samimiyetini ve enerjisini karşısındaki insana geçirdiği için izleyici de ekrana yansımayan bir şey görmeyecek diye düşünüyorum. Ama birbirimizin çok komik ve eğlenceli taraflarını keşfettik, aynı şeylere güldüğümüzü fark ettik. Ayrıca Ali Başak burcu yani Metin karakteri kadar titiz, hassas, özenli, tertipli ve düzenli.
Sinirli mi peki?
H.Ş.: Bazen bazı şeylere gerilebiliyor ama işin selameti için.
A.S.: Böyle bir filmin sorumluluğunu üstüne alınca insan gergin olabiliyor. Çünkü maksat başarılı olmak, kimseyi mahcup etmemek. Yalnız Hatice’nin söylediklerinde katılmadığım 1-2 nokta var. Sadece Başak burcu değilim, Başak ve Terazi arasıyım. Tam aradayım.
Kavga ettiniz mi hiç sette?
A.S.: Bir kere tartıştık. Saat geç olmuştu ve sahneyle ilgili gerilmiştik. Ama bu tartışma çok işimize yaradı çünkü ertesi gün geldiğimizde onun benim için çok değerli olduğunu biliyordum. İlişkimiz daha başka bir boyuta geçmişti. Ayrıca sette Hatice ile ilgili fark ettiğim en önemli konu; baktıkça her gün daha da güzelleşiyor olması. Böyle tuhaf bir durum var yani. İnsanın koşa koşa sete gidesi geliyor. Hepimiz bir film kazandık ama ben çok değerli bir insan da kazandım. En ufak bir sıkıntımda, mutluluğumda artık yanımda birinin olduğunu biliyorum. Bu samimi duygumdur.
Filmdeki aşk hikayesinin temelinde acıma, yardım etme ya da birine bağlanma arzusu saklı mı dersiniz? Bundan doğan bir aşk mı anlatılıyor?
H.Ş.: Sonsuz olmak, sonsuz kılmak anlatılıyor. Dokunmadan, temas etmeden, sadece hissederek aşık olmak… Aslında hepimiz temeldeki ilkel duygularımızı unutmuş, düşüncelerimizin bizi yönlendirdiği bir süreç yaşıyoruz. Bu filmse, samimiyeti, insani duyguları, en ilkel haliyle karşılıksız, beklentisiz ve sonsuz olabilecek bir şekilde anlatıyor. Senaryo zaten bu yüzden etkileyici. Hayat’la Metin arasındaki durum o yüzden çok çılgın. Aslında ikisi de çok sıradan ama birbirlerine bir hayat bahşeden de iki insan. Biz bu filmi böyle yorumlamayı tercih ettik. Ortaya eğleceli, mizah duygusu baskın bir hikaye anlatmayı seçtik. Eğer dramatik çalışması daha sağlam bir iş gibi çekseydik bir festivalde yarışıyor olurduk.
Hayat karakterinin aşkla sonsuzluğu bulacağına inandığını söylemiştiniz. Peki, Hatice buna inanıyor mu?
H.Ş.: Ben de inanıyorum. Hayat, anda olmayı seven, yarını düşünmek istemeyen biri. Geçen her saniye onun için çok değerli...
Sizce koşulsuz aşk var mı?
A.S.: Zor, çok zor. Onu bulduğun zaman sırtın yere gelmez bu hayatta. Yaşadığımız şartlara göre koşulsuz aşkı bulmak zor ama bulursan dünyanın en mutlu insanı olursun.
H. Ş.: Teslim olmak zor çünkü bence aşk teslimiyet. Kendini birine bırakmak, adamak. Çok akılcıyız. Başka yaşanmışlıklarla fazla empati kuruyoruz. Bence aşkı bulmak bile senin karakterine bağlı.
A.S.: Bu kadar akılcı davrandığımız sürece koşulsuz aşkı aramak, boşalan bir mevkiye müdür atamak gibi.
Ama bir şekilde o alana yöneldiniz. içinizden bugüne dek hep o geldi desek daha mı doğru olur?
A.S.: En başta gelen işler, teklifler hep komedi oldu. Ben de işin en zorundan başlamayı tercih ettim açıkçası. Hep deniyor ya, bir insanı güldürmek en zorudur diye. O yüzden de tercihim o yönde oldu. İkincisi de bizde maalesef kafalar başka türlü işliyor. Bir iş tuttu mu, bir kez komik bir adam oldunuz mu hep öyle roller geliyor. Hem bu yüzden hem de soyadımdan ötürü komediyi çağırıştıran çok şey var hayatımda. Elbette oyunculuğun her alanını yapmak, çeşitlendirmek en büyük keyfim olur. Bir gün bir drama oyuncusu da olmak istiyorum çünkü çok açım oyunculuk konusunda.
Oyunculuk deneyimleriniz sırasında hiç şaşırarak içimde bu duygu da varmış dediğiniz oldu mu?
A.S.: Çok şaşırdığım bir şey var; bazen hal, duruş, tavır, ses olarak öyle bir anda babamı andırıyorum ki inanamıyorum. Çünkü aynada kendime bakınca babama benzediğimi hiç düşünmüyorum. Ama oynarken kendimde babamı gördüğüm zaman tüylerim diken diken oluyor.
H.Ş.: Benim oyunculuk deneyimim sırasında keşfettiğim şu oldu; hayat verdiğim karakterlerin gerçekten ne kadar uzak olduğunu, insanların bu şekilde yaşamadıklarını ve en evrensel konunun, anneliğin bile tutarsız bir seviyede kaldığını gördüm. Bu anlamda en çok yüzümü güldüren Hayat oldu.
En kestirme yol bildiğin yol derler. hayattan en kestirme kaçış yolu sizce ne?
A.S.: Tuzla’daki evimize kaçarım. En yakınlarımla olmayı tercih ederim. Yani kendi güvenli alanıma çekilirim. En güzel kaçış yolu bu bence.
H.Ş.: Ben kalabalığa karışmayı seçerim. Her şeyden uzaklaşmak istediğimde yanımda sadece bir sırt çantasıyla bir yere giderim orada birkaç gün kalıp eğlenebilirim.
Bilinçaltınızda hep saklı duran en büyük korkunuz nedir?
A.S.: Ben karanlıktan ve yalnızlıktan çok korkarım. Bazen kalabalığın ortasında bile olsam kendimi yalnız hissedebiliyorum. Çok rahatsız olurum o anlarda. Etrafımda sevdiğim, tanıdığım insanlar yoksa bu his ortaya çıkıyor genelde. Belki de sevdiklerimi kaybetme korkusundan kaynaklanıyor, irdelemedim. Karanlıktan da hemen kaçarım. Gece evde muhakkak bir ışık yanar. Çocukken de karanlıkta tek başına uyumayı sevmezdim. Zorlanıyorum o konularda. Ama tek başına sinemaya gitmeyi de çok severim.
İyi ya da kötü hakkınızda duyduğunuz ve sizi çok şaşırtan şey ne oldu?
H.Ş.: Benim gibi araba kullanamayan, alerjileri olan, içki içemeyen biri hakkında şöyle bir haber çıkmıştı; jandarmalara zorluk çıkardığım, ehliyetimi kaptırdığım ve trafik terörü estirdiğimle ilgili. Hiç anlayamadığımız bir durumdu.
A.S.: Benim de öldü diye bir haberim çıktı işte ama ölmedim.
Başka birinin sahip olup da sizin olamadığınız ne isterdiniz?
H.Ş.: Güzel bir sesim olmasını isterdim. Şarkı söylemeyi seviyorum ama sesim berbat.
A.S.: Bisiklete binebilenlere çok özeniyorum. Karşıda sahile yakın oturuyorum, kilometrelerce bisiklet yolu var, ‘Keşke ben de binebilsem’ diyorum. Süper güçler isterdim. En çok da uçabilmeyi… Çok fazla kafaya takmamayı, çok fazla düşünüp kendimi strese sokmamayı, rahat olmayı isterdim.
Kimsenin pek bilmediği, saklı kalan bir alışkanlığınız var mı?
A.S.: Defalarca evi, arabayı kilitlerim, sonra kontrol ederim. Yalınayak olmayı severim, mümkün olduğu kadar öyle dolaşırım. Eve gelir gelmez üstümde ne varsa çıkartırım. Pijamayla uyumam.
Gece uyuyamadığınızda çözümünüz nedir?
A.S.: Kalkıp televizyonu açarım. Sabaha kadar otururum. O ses bana iyi geliyor, kalabalıkmışız gibi geliyor.
H.Ş.: Ben her yerde, her an, her şekilde uyuyabilirim.
Şu an aklınızda ne var?
A.S.: Dublaja gitmem lazım.
H.Ş.: Uyumam lazım.Yaş aldıkça aşık olmanın daha zor olduğuna inananlardan mısınız?
A.S.: Zorlaştıranın aynı sebepten biz olduğunu düşünüyorum Düşüncelerimiz bizi ele geçiriyor. Aşka her daim kapıyı açık tutmak gerek. Daha önce kötü ve üzücü tecrübeler yaşamış olabilirsin. Arkadaşın, hatta annen-baban da yaşamış olabilir. Oysa aşk çok güzel bir duygu. O yüzden kapanmak kendine verdiğin en büyük zarar. İnadına o kapıyı açık bırakmak gerek.
Filmde aslında bir erkeğin bir kadına ne kadar ihtiyaç duyabileceği de anlatılıyor. siz bir ilişki yaşarken her durumda erkek olarak güçlü gözükmek gerektiğini düşünüyor musunuz?
A.S.: Kesinlikle hayır. Erkeğe kendini iyi hissettiren zaten kadındır. Çok ciddi oranda erkeği hem moral olarak hem de fiziksel olarak etkileyen en güçlü etken yanındaki kadın. Ve ancak erkek duygularını göstermekten çekinmediği zaman yanındaki kadınla organik bir bağ oluşabileceğini düşünüyorum.
Sizce bir kadının ilişkide bir erkeğe karşı en büyük sorumluluğu ne?
H.Ş.: Karşılıklı isteklerin ve ilişkinin boyutuna göre değişiyor. En büyük sorumluluk aşk, bağlılık, sadakat, aşkın devamlılığı ve çoğalmak olabilir.
Tam tersini sorarsak peki?
A.S.: Bence hiçbir sorumluluğu yok. İlişkilerin tamamen keyfi olduğunu düşünüyorum. İçinden geliyorsa, kendiliğinden gelişiyorsa her şey güzel.
Bir kadından duyduğunuz en güzel söz ne oldu?
A.S.: Seni seviyorum. Daha güzel bir söz var mı?
Bir erkekten duyduğunuz en güzel söz ne oldu?
H.Ş.: İyi ki benimsin.
Kadınların en çok hangi özelliğine hayranlık duyuyorsunuz?
A.S.: Her şeyine. Benim hep söylediğim bir şey var; kadın erkeğin bir üst modeli bence. Biz iPhone 6 isek kadınlar 6S gibi düşünebiliriz. Biz olaya tek bir açıdan bakıyoruz, onlar binbir açıdan bakıyor. Zekaları, seviş biçimleri, annelik duyguları, hayata karşı duruşları, hayatı göğüsleme biçimleri… Kadının yaptığı çoğu şeyi erkek yaparsa erkek çatlar diye düşünüyorum.
Sizce aşkın alternatifi var mı?
H.Ş.: Belki çocuk sevgisi olabilir ama o da bir evlilik ya da aşk olmadan benim için mümkün değil. O yüzden tam da şimdi anne olmayı çok istiyorum.
Evli ya da değil, bir gün çocuk sahibi olmayı siz istiyor musunuz?
A.S.: Ben baba olmak çok isterim.
Ne yapıyorsunuz peki bunun için?
A.S.: Cep telefonumu yaz röportaja. Şaka bir yana, çok güzel bir ailede büydüm. Babamı kaybedene kadar hatta kaybettikten sonra annemin müthiş özverisiyle ve bizi çekip çevirmesiyle her daim güzel bir ailede yetiştim. Bir gün eğer bir çocuğum olacaksa böyle bir ortam sağlamak istiyorum.
H.Ş.: Bu arada Ali’nin annesi Gül Hanım sete ziyarete geldi, ben hayatımda bu kadar komik başka bir kadın tanımadım. İnanılmaz eğlenceli, çok neşeli ve hayat dolu.
Acaba anneniz gibi bir kadın mı arıyorsunuz?
A.S.: Bilinçaltında olabilir ama öyle hastalıklı bir durumum yok, illa annem gibi olsun diye.
Peki, komik olmayan bir kadının sizin hayatınızda yeri olabilir mi?
A.S.: İki kişi arasında oluşan aşk ve bağ ile karşınızdaki kişinin komik yanını da keşfedebilirsiniz. Bu gizli yanları ancak birini sevdiğinizde bulabilirsiniz.
Keşke ben oynasaydım dediğiniz karakterler var mı?
A.S.: Ben ‘Braveheart’da Mel Gibson’ın oynadığı karakteri canlandırmak isterdim.
H.Ş.: Ben biyografide ya da bir dönem hikayesinde birinin hayatını canlandırmak isterdim. Bu kişi de Cahide Sonku olabilir. Çok cesur bir kadındı.
Babanız tüm Türkiye’yi güldüren bir sanatçıydı, siz de tüm Türkiye’yi ağlatan bir drama oyuncusu olmayı hiç düşündünüz mü? Zira dünyadaki en iyi drama oyuncuları da kendilerini 40-55 yaş aralığında gösterdiler.
A.S.: İşte o aralığı bekliyorum ben de. Ama buna inanmıyorum, ben oyuncu olmayı seçtim. Evet, bu işin belli dalları var ama oyuncu dediğin hepsini oynayabilmeli. O yüzden de, ‘Evet, şu an karar veriyorum komediyi seçtim’ diye bir durumum yok.