Burçin Terzioğlu
"Ünlü değilim!"
İnternetteki sözlüklerde onu başka oyunculara benzeten benzetene… Ağlaması dillere destan, biraz daha ağlasın diye yalvaranlar var. Evliliği dil ısırtacak cinsten. Sade, zarif, güzel. Ama o bunların hiçbiriyle gündemde değil. O yüzden de ünlü olmadığını iddia ediyor. Sadece ve sadece oyunculuğu üzerine röportaj verip çekimleri kabul eden Burçin Terzioğlu’yla yeni dizisi ‘Merhamet’i anlatması için buluştuk.
Röportaj ve Prodüksiyon: Sinem Gürleyük
Fotoğraf: Cihan Alpgiray (Rprsenter)
Styling: İlkyaz Özel
Saç: Hüseyin Açıkgöz
Makyaj: Kürşat Akçebe
Fotoğraf Asistanı: Aslı Akal
Styling Asistanı: İrem Doğan
Mekan için Uzunya Beach Club’a teşekkür ederiz.
Bazı çekimlerden önce baştan aşağı gerilirsiniz. Fotoğraflayacağınız ünlüyle ilgili kafanızdaki soru işaretleri asla bitmez. Acaba kaprisli midir? Onu giyer mi? Bu soruya cevap verir mi? Burçin Terzioğlu’yla çekim yapmaya karar verdiğimizde menajeri aradı; “Ne kadar iyi ve tatlı bir insan olduğuna inanamayacaksın, çok keyifli bir çekim gerçekleştireceksiniz” dedi. Büyük bir rahatlama içinde koyuldum yola. Doğal, samimi, eğlenceli, keyifli, egodan uzak, hayattan tat almasını bilen bir kadın çıktı karşıma. Terzioğlu ise profesyonel modellere taş çıkarttı çekim boyu. Asla şikayet etmedi. Aksine ekibin enerjisini sürekli o yükseltti. Söyledikleriyle tüm ekibi kahkahalara boğdu. Hatta gün boyu attığımız kahkahalarımız Demirciköy’ü inletmiş bile olabilir. Sonra röportaj başladı, karşımdaki eğlenceli kadının kimliğine duyarlı, kaderci ve iddiasız bir hayat tarzı eklendi; “Ben şöhretli, ünlü kategorisinde değilim. Onlar her gün gazetelere çıkan kişiler. Şöhreti kabul etmenin ve taşımanın çok zor olduğunu düşünüyorum. Göz önünde olan meslekler var ve ben onlardan birini yapıyorum. Bankacıyı bankaya giden tanır, beni televizyonu açanlar tanıyor. Yaptığım iş haricinde de çok fazla ortada olan biri değilim. O yüzden kendimi o aşamada görmüyorum. Orada olanlara da Allah kolaylık versin.”
Özgü Namal, İbrahim Çelikkol, Yasemin Allen, Ahmet Rıfat Şungar… Çok fazla ortak sahneleriniz var. Nasıl bir enerji var bu ekibin arasında?
İlk günden, ilk sahneden beri bir bağ yakaladık biz. Hatta Özgü ile daha sahneler başlamadan bir bağ kurduk. Belki Narin’in hikayesi etkiledi bizi bilemiyorum… Set içinde hepimiz birbirimize yardımcı oluyoruz. Hiçbirimiz diğerinin sahnede daha aşağıda kalmasına izin vermiyor. Herkes birbirinin yükselmesi için çaba sarf ediyor. Bireysel oyunculuk yok bizim setimizde, tamamen ekip işi yapıyoruz.
Dizinin ismi; Merhamet. Sizin bu duyguyla aranız nasıl?
Merhamet deyince kalbim burkuluyor. Diziden sonra bu kelimeyi ne kadar az kullandığımızı fark ettim. Bu daha az hissetmemizden kaynaklanıyor. Acı diyoruz, güldüm diyoruz, eğlendim diyoruz ama merhametsiz olduğumuz için mi ya da son dönemler bize o duyguyu unutturduğu için mi kullanmıyoruz bu kelimeyi bilemiyorum. Galiba artık karşımızdakilerin acısına çok fazla göz kapatan bir millet olduk.
Sizi oyunculukta bir adım öne taşıyan şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Etrafımdaki insanların oyunculuğumla ilgili yaptığı genel yorumu söyleyeyim size; ‘doğallık.’ Bu beni bir adım öne taşıyor olabilir. Belki inanarak oynuyor olmak bir fark yaratıyor olabilir. Ama ben iddialı bir cümle kurmak istemiyorum bu konuda.
Araştırma yaparken bir Burçin Terzioğlu ağlama gerçeğiyle karşılaştım. Herkes sizi biraz daha fazla ağlatmanın peşinde…
Valla bu durumu ben de anlayamıyorum. Aslında çirkin ağlayan biriyim. Ağlarken güzel görünmeye çalışmıyorum, sanırım burada da doğallık izleyiciyi etkiliyor.
Nasıl bir ailede büyüdünüz?
Kalabalık bir aile sayılır. Üç kardeş, anne ve baba. Kalabalık, eğlenceli, dingin… Bizim evimizde asla ses yükselmezdi. Her şey konuşularak çözülürdü. O yüzden hala yüksek sese, tartışmaya dayanamam. Hemen o ortamdan uzaklaşırım.
Nasıl bir çocuktunuz?
Kuzu gibi bir çocukmuşum. Kendi kendime oyuncaklarımla, boyalarımla oynarmışım. Şu an daha yaramazım.
Bünyende ailenden kimin genleri daha baskın?
Annemin. Çok inatçıdır ama şahane bir kadındır. İnat durumumu kesin ondan almışım. Her işin altından kalkan, pratik zekalı bir kadındır. Prizi de o tamir ederdi, pazar alışverişini de o yapardı. Bende de aynı durum söz konusu. Aslında annem de ben de kontrolün elimizde olmasını istiyoruz.
Bir de duyduğum kadarıyla sizin evde bir temizlik, titizlik, düzen durumu söz konusuymuş… Öyle mi gerçekten?
Fazla titizim. Mesela televizyon kumandalarının televizyonun alt rafında boy sırasına göre dizili durması gerekiyor. Kanal değiştirmek için sürekli ayağa kalkıyorum. Murat
(Yıldırım) adının uzaktan kumanda olduğunu anlatmaya çalışıyor ama yok benim içim rahat etmiyor. Düzenimi seviyorum.
Eşiniz de sizin gibi düzenli biri mi?
Yok, o dağınıklığı sever. Ama yedi sene geçti artık. Biraz ben, biraz o yaklaştı orta yolu bulduk.
Mükemmel bir kadın mısınız yoksa zor mu?
Zor bir kadınım.
Peki, mükemmel giden evliliğiniz için hala çok dikkat ettiğiniz şeyler var mı, yoksa artık rayına oturmuş giden bir hayat mı sizinki?
Her şey yolunda şu anda. Yedi sene bitti birlikteliğimizde ve biz karşılıklı olarak alanlarımıza saygı duyarak yaşamı paylaşmaya devam ediyoruz. Dışardan bakıldığında mükemmel giden bir evliliğiniz var.
Ve tabii herkesin sizden bir bebek beklentisi var. Var mı böyle bir planlamanız?
Eğer bebek sahibi olmak fiziksel bir saatse, zamanı geldiğinde zaten zil çalıyor. Hayır, değil psikolojik bir olaysa ve tamamen benim isteğimle doğru orantılıysa bu çok yorum yapılacak bir konu değil. Allah’ın işine karışmak gibi geliyor. O yüzden zaten zamana bırakıyorsun. Zaman sana bir şey hediye ediyor ya da hediye ettiğini geri alıyor
ya da hiç hediye etmiyor. O yüzden pek yorum yapmak istemiyorum.
Ün-şöhret sizin için ne ifade ediyor?
Ben şöhretli, ünlü kategoride değilim. Onlar her gün gazetelere çıkan kişiler. Şöhreti kabul etmenin ve taşımanın çok zor olduğunu düşünüyorum. Göz önünde olan meslekler var ve ben onlardan birini yapıyorum. Bankacıyı bankaya giden tanır. Beni televizyonu açanlar tanıyor. Yaptığım iş haricinde çok fazla ortada olan biri değilim. O yüzden kendimi o aşamada görmüyorum. Orada olanlara da Allah kolaylık versin.
Hayattan karşılığını alamadığınız bir şey olduğunu düşünüyor musunuz?
Biraz planlı, programlı bir insanım. Mesela yılbaşında yeni yıla dair yapmak istediklerimin listesini çıkarır ve senenin sonunda ne kadarını yapabilmişim kontrol ederim.
Genellikle çok hayal kırıklığına uğramam. Belki ailem adına daha sağlıklı bir ömür isteyebilirdim… Ama bunun dışında daha fazla bir şey istemenin şımarıklık olduğunu
düşünüyorum. Artık biraz kaderci biri oldum. Elimde olanlar için çaba sarf edip, gerisini kadere, enerjiye, evrene bırakıyorum. Ne gelirse kabulüm.
Peki, 30’lu yaşlar, nasıl yaşlar?
Anlamadım ben bu 30’lu yaş olayını. Hala 25-26 yaşındaki Burçin’im. Elbette senelerin eğitiminden geçiyorsun. Gördüğün hayat, yaşadığın acı değişiyor. Bu büyümekle ilgili, 30-40 yaşla alakalı değil. Artık her şeyden ders alabiliyorum. Algım daha yüksek. Bu zamanın geçmesi artık anın ne kadar kıymetli olduğunu öğretti. Zaman çok hızlı akıyor ve ben hep bir şey yaparken bir sonraki günün işini düşünüyordum. Şimdi zamanın kıymetini anladım. Anda kalmaya çalışıyorum.Uzun bir aranın ardından iddialı bir işle döndünüz ekrana...
Evet! Dinlenmek ve kendime zaman ayırmak harikaydı. Tabii bu dönemde gelen senaryoları okumuyor değildim. Merhamet bu dönemde geldi.
Senaryo geldikten sonra ilk yaptığınız iş ne oldu?
İlerisini görebilmek için hemen kitabı okudum. Sonra görüştük ve anlaştık, çok uzun sürmedi… Şu anda kendimi huzurlu, sakin ve güvende hissettiğim bir setim var. Profesyonel bir ekiple çalışıyorum. Yönetmenimiz Gül Oğuz zaten şahane bir insan.
Okula gidemeyen bir kız çocuğu var şimdi dizide, kocasından şiddet gören bir kadın var… Aslında dizideki pek çok kadın karakterinde gerçek hayattaki kadın hikayelerinden
izler var…
İstatistiki olarak Türkiye’de her 100 kadından 97’si en az hayatında bir kere sözlü ya da fiziksel şiddete maruz kalmış. Bu çok büyük bir oran. Zaten okutulmayan çocuklarımızın sayısına hiç girmiyorum. O küçücük yaşta evlendirilen, şiddet gören çocuklar… Bütün gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde görüyoruz. Kadınların genel sıkıntısını her karakter üzerinden işliyoruz; Narin, Şadiye, Deniz… Fazlasıyla kadınlar düşünülerek yazılmış bir senaryo. Oyuncuların çoğu kadın, yazarımız kadın, kitap yazarımız kadın, yapımcımız kadın. Yani bu kadar bilinçli kadının bir araya gelip kadın hikayelerine dokunması zaten merhametsizlik olurdu.
Narin’le Deniz’in ilişkisi herkesi çok özendiriyor…
Herkes Deniz gibi bir arkadaşı olsun istiyor. Neden bu kadar ilgi çekti biliyor musunuz? Çünkü öyle dostluk artık çok yok. Herkesin maddiyatla, işiyle, dünyayla, kendisiyle o kadar çok sıkıntısı var ki zaman ayırması gereken asıl şeyleri unutuyor. Onlar üniversite zamanından beri arkadaşlar ve en zor zamanlarında birbirlerine destek olmuşlar. Deniz ailesini kaybetmiş Narin’e sarılmış, Narin ailesinden kaçmış zor şartlarda okurken Deniz’e sarılmış. Şahane bir dostluk doğmuş. O yüzden insanlar çok özenerek bakıyor.
Peki, Fırat yüzünden aralarının bozulma ihtimali var mı sizce?
Çok zor o. Yani tabii senaryo gereği belki yakınlaşmalar, uzaklaşmalar olur ama bütün çatı o dostluğun üzerine kurulmuş ve hiçbir zaman bitmez.
Siz Narin’in yerinde olsaydınız dostunuzu mu aşkınızı mı tercih ederdiniz?
Aşk gerçekten önemli ve kıymetli bir şey. Aşkın içine düştüğün zaman gözüne perde iner, havalarda uçarsın… Mesela 20 sene içinde 10 kere aşık olabilirsin. Ama her gün 20 senelik bir dostu her zaman bulamıyorsun. Diğerleri gelip giderken bir tek yanında o kalıyor. Ben olsam Deniz’in yanında kalırdım.