Ferzan Özpetek'le 'Kemerlerinizi Bağlayın'

Gerçek aşkın ölümsüz olduğuna inanan Özpetek’le yeni filmini konuştuk.

Ferzan Özpetek'le 'Kemerlerinizi Bağlayın'

Röportaj: Nuriye KIRMA / Hafta Sonu

Dünyaca ünlü yönetmen Ferzan Özpetek, vizyona yeni giren 10’uncu filmi ‘Kemerlerinizi Bağlayın’da büyük bir aşk hikayesini anlatıyor. 

Ferzan Özpetek’le yeni filmi ‘Kemerlerinizi Bağlayın’ hakkında konuşmak için filminin galasını yaptığı Feriye Sineması’nda buluştuk. O gün Berkin Elvan’ın cenazesi ve ardından yaşanan olaylar nedeniyle gündem hayli yoğundu. Son dönemde Türkiye’de yaşanan toplumsal olaylardan bir hayli etkilendiği ve üzgün olduğu gözlenen Özpetek “Birbirimize ‘seni seviyorum’ demek çok güzel bir şey ama bunu söylemiyoruz. Dürüst olamıyoruz. Korkuyor ve çekiniyoruz” diye konuştu...

"BİRBİRİNE AŞIK İKİ KİŞİ İLK AŞAMADA YATMAMALI"
‘Kemerlerinizi Bağlayın’ın basın gösterimi ve galası için Feriye Sineması’ndayız. Neler hissediyorsunuz?
Ben basın toplantısı ve filmin gösterimini bugün yapmak istemiyordum. Ama yaşanan bu acı olayların sadece Türkiye’de kalmasını istemiyorum. Bunun için Twitter’dan da duygularımı dile getirdim. Benim yazdığım tweet daha etkili oluyor çünkü daha çok kişiye ulaşıyor. Oyuncularım da toplumsal olarak yaşanan üzücü olaylar nedeniyle “Galayı yapmayalım” dediler.
Ben de “Basınla bir görüşelim. Çünkü film bir komedi değil. Hayatın acılarını ve gerçeklerini anlatıyor” dedim. Onlar da böylelikle kabul etti. Son dönemde toplumsal olarak yaşanan bu acı olaylarla birlikte filmime sadece basın gösterimi yapma kararı aldım. Annem de bugünlerde çok iyi değil. Onu buraya geldiğimde sadece üç saat görebildim. Diğer işlerim dolayısıyla İtalya’ya dönmem gerekiyor. Annem şu anda 89 yaşında. Onu görmeye gittiğimde beraber otururken sigara içmek istedi, hatta bir tane de içti. Ama rahatsız ve durumu çok kötü, hatta durumu şimdilerde daha da ağırlaştı. Anne-oğul ilişkisi çok başka. Açıkçası biraz buruk ve üzgünüm. Ölüm olayı çok kötü bir olay. Benim hep kafamda olan bir soru o; bir insanı
kaybetmek, bir insanı bir daha görememek... Annemle konuşurken Berkin Elvan aklıma geldi. Onun annesini düşündüm. Gerçekten çok üzücü bir durum. Sıralı ölüm diye bir şey var. Bu, ölümü bir yerde nazikleştiriyor. Yani daha bir anlam getiriyor. Onun olmaması çok zor ve kötü bir şey. 

Filmin içeriğinden bahseder misiniz?
Yaptığımız film büyük bir aşk hikayesi. Büyük bir aşk derken; hem ikisinin arasında olan bir aşk hem de dostlukların aşkı. Çünkü aşkın bir tarafı yok. Sadece kadınla erkek arasında değil, her yaptığımız şeyde aşk olması gerekir. Biz de filmde bunu anlatmaya çalıştık. Hayat çok tuhaf. ‘İstanbul Kırmızısı’ diye bir kitabım var; annemle olan ilişkimi anlatıyorum. Dün de anneme “Anne biliyor musun, sen İstanbul’da çok meşhur bir kadınsın. Tüm kitapçılarda seni anlattığım kitap var” dedim. Gülümsedi ama çok anlayamıyor tabii ki. Hayat çok
tuhaf. Şunu beş-altı yıl önce yapsaydım, herhalde bugün çok mutlu olurdu…

Oyuncunuz Kasia Smutniak da sanırım şu anda hamile...
Evet. Başrol oyuncum Kasia, beş aylık hamile. Onun bu şekilde buraya gelmesi beni çok mutlu etti. Tabii çok korkuyorum, buradan otele giderken bir şey olur diye... Onun da sorumluluğunu üzerimde hissediyorum. Erkek başrol oyuncum, Franceso Arca’nın da ilk başrol filmidir bu. 

Filminizin izleyiciye vermek istediği mesaj nedir?
Ben filmlerimde mesaj vermiyorum. Hayatımda hiçbir zaman mesaj vermek istemedim ama insanlara bir şeyleri anlatmak istedim. Ben duygularımı ve hayata bakışımı anlatıyorum.
Bu film için yola çıkmama, altı yıl önce çok sevdiğim bir arkadaşımla başıma gelen bir olay neden oldu. İyi değildi, hastaydı. Onun için evde bir davet verdim. Onun çok sevdiği, İtalya’nın meşhur bir oyuncusu Stefania Sandrelli’yi çağırdım. Oranın çok önemli bir senatörünü de çağırdım. Onlarla karşılıklı oturmaktan çok heyecanlandı. Hastalığı da kısa sürede çok ilerlemişti. Onunla oturup “Şunun kıyafetine bak” tarzında dedikodu yaparken, arkadaşıma “Sen hala kocanla aynı yatakta mı yatıyorsun?” diye sordum. Sorulacak bir soru
değildi tabii ki bu, hatta hiç sorulmayacak bir soruydu. Ama çok yakın olduğumuz için, dönüp bana “Hala benimle beraber olmak istiyor. Erkekler de hiçbir şeyden iğrenmiyor” dedi gülerek... Biz de çok güldük bunun üzerine. Sonra da bu cümleyi filme koydum zaten. Şunu düşünüyorum; bir insanla tanışıyoruz, gençken... Aşık oluyoruz, sevgili oluyoruz... Hatta belki günde üç, dört kez birlikte oluyoruz. Arada hoş bir ilişki oluyor. Sonra yıllar geçiyor ve o ilişki değişiyor; hem fiziksel hem de duygusal olarak değişiyoruz. Ben de filmi yaparken şunu düşündüm; yıllar geçmesine rağmen, tüm değişimlere rağmen o insanı hala tutkuyla arzu eder misiniz? Ben arkadaşımın kocasıyla bakışmasından çok etkilendim.
Arkadaşım hasta ama adam ona hala aşkla bakıyordu. Bu çok önemli ve güzel bir şey. Bu, fiziği aşmak olayı.

‘ÖLÜMSÜZ AŞKA İNANIYORUM’
Ölümsüz aşka inanır mısınız?
Kesinlikle inanırım. Ölümsüz aşk sonunda ölümlü oluyor ama tabii ki ölümsüz aşk diye bir şey var (gülüyor). 

Filmde 13 yıllık bir geçiş var. Bu geçişte oyuncuların fiziksel görünümleri de değişiyor. Bu çekimlerde doğallığı yakalayabilmek için özel bir teknik uyguladınız mı?
Film 2000 yılında başlıyor ve belirli bir olay sonucu 2013 yılına gidiyoruz. 2013’e gidince, 23-24 yaşında bir insan 13 yıl sonra kırışıklıklarla nasıl bir hale gelirse, ona dikkat etmeye çalıştık. Tek problemimiz kiloydu. Onun için de yapımcıma “Filmin çekimlerine bir ay ara verelim” dedim. O bir ay arada Francesco Arca, 13-14 kilo kadar şişmanladı. Çünkü filme başladığımız zaman çok zayıftı. Kasia’nın da tam bir diri İtalyan kadını gibi olmasını istedim. O da biraz kilo aldı. 

Filmlerinizdeki oyuncu seçimlerini neye göre belirliyorsunuz?
Filmlerimdeki oyuncu seçimini tamamen role uygunluğuna göre belirliyorum. Mesela bu film, Francesco’nun ilk rolüydü. Televizyondaki reality show’lardan tanınıyor. Onu orada görüp, tanıdım. Şimdi İtalya’da yeni bir dizide de oynamaya başlayacak. Henüz yayınlanmadı ama çekimlerine başladılar. Kasia ise bu rol için ilk düşündüğüm kişi. Hatta üç yıl önce ona anlattım bu filmi ve ne yapmak istediğimi. Benim Türkiye’de tanınırlığım çok az. Ama İtalya’da o kadar tanınıyorum ki, istediğim oyuncuyu seçebiliyorum. Oyuncu seçimlerimde asla ticari olarak bakmıyorum. Bu zamana kadar böyle geldim, böyle de gider inşallah. Gitmezse de bırakırız.

‘BİR ŞEYLER ANLATIRKEN KORKMUYORUM’
Filmlerinizde kurgulamayı nasıl yapıyorsunuz?

Benim ağladığım ve güldüğüm şeye seyirci de ağlıyor ve gülüyor. Böylelikle arada bir iletişim kuruluyor ve bu benim çok hoşuma gidiyor. Yani ortadan yönetmen kalkıyor. Mesela bir şeyin farkına vardım, kendi kendime çok dürüstüm... Bir şeyleri anlatırken korkmuyorum. Romanda da anlattığım duygularımdan hiç korkmadım. Eve gelen editör “Emin misin?” diyordu. Ben de “Eminim tabii ki” diyordum. Hayatta her zaman için açık ve rahat olmak lazım. Duygularınıza ket vurmamak lazım. Birbirimize ‘Seni seviyorum’ demek çok güzel bir şey ama
bunu söylemiyoruz. Dürüst olamıyoruz. Korkuyor ve çekiniyoruz. Ben böyle değilim. 

Anlatılmak istenen duyguyu izleyicilere nasıl bu kadar kuvvetli şekilde geçirebiliyorsunuz?
Bunu filmin bir sahnesinden örnek vereyim… Filmin birbirine aşık iki kahramanı, birbirlerine çok aşıklar ama sevişmiyorlar. Gözleriyle bakıp sevişiyorlar. Motosiklette giderken kız erkeğin kokusunu içine çekiyor. Bu, gerçek hayatta da böyledir. Bence birbirine çok aşık iki kişi, ilk aşamada yatmamalı. Gözleriyle bir şeyleri yaşamalılar. Aşk dediğimiz şey benim için cinsellikten ibaret değil. Cinsellik en son aşamada olmalı.