Hayaller olmadan dünya çok tekdüze
Bir sabah kalktığınızı ve güneşin doğmak bilmediğini düşünün. Doğu Yücel düşünmüş, hikayesini yazmış, 12 hikayeden oluşan yeni kitabına da ‘Güneş Hırsızları’ adını vermiş. Hayal dünyası geniş bu adamı hala keşfetmediyseniz keşfetmeli, kitaplarını okumadıysanız okumalısınız.
Güneşin çalınması fikri aklına nasıl düştü?
Bu fikir çocukluktan beri aklımdaydı. Bir sabah kalksak güneş doğmamış olsa, zaman geçse ve güneş bir türlü doğmasa nasıl olur diye düşünüyordum. İnsanoğlunun karanlıkla tuhaf bir ilişkisi var. Hem en büyük korkularımızın kaynağı hem de eğlencenin adresi. Güneş ise hem yaşamın kaynağı hem de umut ve özgürlük denince aklımıza gelen ilk sembollerden biri. Geçtiğimiz sene boyunca Nazım Hikmet’in “Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göreceğiz” dizelerini sayıklamamız bu yüzden. “Peki güneşimiz bizden çalınsa? İnsanoğlu ilk defa tüm sınırlarından, ırk, din, millet ayrımlarından sıyrılıp güneşi tekrar kazanmak için tek vücut olsa nasıl olur?” diye düşündüm. Ortaya ‘Güneş Hırsızları’ çıktı.
Kitaplarında sisteme, insanlığa, hayatı fazla ciddiye alanlara, realistlere karşı eleştirilerin de var satır aralarında. Ne istiyorsun onlardan?
Aslında onlar bizden ne istiyor diye sormak lazım! ‘Kendilerine ait hayalleri olmayanlar, sizin hayalinizi göremez’ derler ya, görmeyi geç, artık engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Hayattaki çıkarlarını her şeyin önüne alıp, hırsları için diğer herkesi alt etmekte beis görmeyenler her zaman hedef tahtamda olacak. Yine güneş metaforundan yola çıkacak olursak; bizim bu dünyaya dair hayallerimiz var, kimseyi ezmeden kendi yolumuzda bunu gerçekleştirmek istiyoruz, gölge etmesinler başka ihsan istemiyoruz.
Bir kızın/kadının dilinden yazmanın en kolay, en zor ve en eğlenceli yanları neler?
Açılış öyküsü ‘Rüya Tarifleri’ ve kapanış öyküsü ‘Güneş Hırsızları’nda anlatıcının kadın olması gerekiyordu. Daha önce, ilk romanım ‘Hayalet Kitap’ın da büyük bir bölümünü üniversiteli bir kızın günlükleri vasıtasıyla anlatmıştım. Bence yazar olmanın en büyük avantajı bu. Yazar olduğunuzda kendinizden çok farklı insanlarla özdeşleşebiliyorsunuz. Hepsini de yazmak çok eğlenceli ama en çok uzaylıları ve kadınları yazarken eğlendiğimi itiraf etmeliyim! Belki de bu, erkeklerin gözünde kadınların bir tür uzaylı olduğunun göstergesi.
Güzel kızlar genellikle kitaplarında ve hikayelerinde bolca tasvir ediliyor. Senin için güzellik ne kadar önemli?
Güzellik bence bir takıntı. Bir tür bağımlılık, hatta hastalık. Filmlerle, dizilerle, reklamlarla belli bir estetik arzusu aşılanıyor hepimize. Ben de maalesef bu hastalıktan muzdaribim. Galiba en çok çizgi romanlar etkiledi beni bu konuda. Küçücük odamda onları okudum ve dışarıda herkesin öyle olduğunu sandım. Şimdi bu estetik hastalığımı tedavi etmeye çalışıyorum. Ama bu oldukça zor.
Yazı: Filiz Şeref
Tanıyıp da sevmemeniz mümkün değil. Gerçekten özel bir adamdır. Matrak ama mahcup, zeki ama saf, ayakları yere basan ama hayalperest... Her zaman da pozitif. Tıpkı yeni kitabındaki hikayeler gibi biri işte. Doğu’yu ilk tanıdığımda o Blue Jean, bense Heygirl dergisindeydik. 14 yıl olmuş (yaşımız çıkıyor ortaya ama okul yıllarında başladım çalışmaya, öyle düşünün lütfen). Sırt sırta çalışmaya başladığımızda anlamıştım onda bir farklılık olduğunu. Akıllıdır. Gerçekten komiktir. Yok öyle bakınca anlamazsınız; birlikte zaman geçirmelisiniz. Konuşmalısınız. Konuşur da. Sever. Kırmaz kimseyi zaten. Ayrıca asıl konumuza gelirsek; şahane yazar. Evet son yıllarda Türk edebiyatının bana kalırsa şahane bir yazarı olarak yükseliyor. Mini bir otobiyografi geçelim; Ta 99’da Nostromo Kısa Bilimkurgu Öykü Yarışması’nda ödül aldı. Arkasından ‘Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları’nı yazdı. ‘Hayalet Kitap’ ile tanınmaya başladı. ‘Okul’ ve ‘Küçük Kıyamet’ filmlerinin senaryolarına imza attı. ‘Varolmayanlar’ kitabı ile yine bizi farklı bir dünyaya davet etti. Yıllarca Blue Jean dergisinde müzik yazarlığı yaptı. Bilimkurgu ile arası da hep iyi oldu.
Evet insanın karşısındaki arkadaşı olunca anlatmaya, övmeye doyamıyor ama artık söz kendisinde. Doğu Yücel, yeni kitabını ve hayallerin hayatımızı nasıl etkilediğini anlattı.
İkinci kitabın, ilk romanını yazarken sana ilham kaynağı olan büyük bir aşkın vardı. Bugün sana kitap yazdıran, daha doğrusu ilham veren detaylar arasında hala yaşadığın aşklar ön sıralarda yer alıyor mu?
Damar bir soruyla başlayalım o zaman! Sanırım aşk her yazar için belli başlı ilhamlardan biri. Evet bu kitapta da özellikle bazı öykülerde aşkın büyük rolü olmuştur. Fakat ben aşk denen fenomene biraz daha rasyonel bir pencereden bakmaya çalışıyorum. ‘Güneş Hırsızları’nda ‘Aynasız Güzelin Masalı’ bu açıdan öne çıkıyor. Her ne kadar masalsı bir atmosferde geçen bir aşk masalı olsa da aşkın sorgulanışına da şahit oluyoruz. Aşk hakkında klişelerin dışına çıkıp iyi bir öykü veya iyi bir roman yazmak gerçekten çok zor. Gerçekten bir şeyler yaşamanız ve o yaşantıdaki farklılıkları kağıda yansıtabilmeniz gerekiyor. Eğer herhangi bir öykümde ufacık da olsa aşka dair bir şey varsa, onun arkasında mutlaka bir yaşanmışlık vardır.
Hayal gücüne, farklı dünyalara, fantastik edebiyata kapılmış giderken gerçek dünya sana uzaktan nasıl görünüyor?
Hayaller olmadan gerçek dünya bana hep çok sıkıcı ve tekdüze görünmüştür. O yüzden ne zaman sıkılsam, daralsam, başıma gelen olayları hayallerle başka bir şekle dönüştürmeyi tercih ediyorum. Hayaller aynı zamanda başımıza gelen birçok şeyi açıklamakta bize yardımcı da oluyor. ‘Güneş Hırsızları’ndaki öykülerin birçoğu böyle çıktı. Özellikle son zamanlarda ülkemizde kopan kavga kıyamet beni çok etkiledi. Olup bitene bir tarafın parçası olarak değil, kuşbakışı bakmaya çalıştım. Baktığım şey hoşuma gitmedi, her yer karanlıktı ama biraz daha yakından bakınca en karanlık yerde bile bir güneş ışığı yakalamayı başardım.
Hayaller senin için neden bu kadar önemli?
Hayal kurmadan daha iyi bir dünyada yaşayamayız. Günümüzde biraz olsun medeni ve barışçıl bir şekilde yaşayabiliyorsak bunu hayal gücüne borçluyuz. Tekerlekten cep telefonuna tüm teknolojik buluşlar hayal kurarak başlamıştır. Dumanla haberleşen insanoğlu milyonlarca kilometre ötedeki kuyruklu yıldıza araç indirebiliyorsa bunu hayal ederek başarmıştır. Hayal gücü zihni ve bireyi özgürleştirir, hayata sahici bir anlam katar. Ülkemizde aile ve okul hayatı ise tam tersini söyler, fazla hayal kurma der. O yüzden bunun tersini söyleyen sanat eserlerine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Sosyal medyayı da sık kullanan birisin. Ulaşılır olmayı seviyor musun?
Evet kesinlikle. Müzisyenlerde veya oyuncularda halk ile sanatçı arasında bir mesafe olmasını anlıyorum ama edebiyatta bunu anlamıyorum. Yazmak zaten çok yalnız bir süreç. Sonrasında sosyalleşme ihtiyacı duyuyorsunuz. Sevdiğim çoğu yazara baktığım zaman ‘ulaşılabilir’ olduklarını fark ediyorum. Lovecraft ve Salinger gibi asosyallikleriyle meşhur yazarlar bile sürekli okurlarıyla mektuplaşırmış. Şimdi Stephen King’in Twitter’ını takip ediyorum, dünyanın en popüler ve en çalışkan yazarlarından biri olmasına rağmen hayranlarıyla yazışmaktan geri kalmıyor. Bizimkiler ise Twitter’da biraz aktif olmayı bile eleştiriyor. Çağın gerisinde kalmak deniyor buna.
Müzik hayatının en önemli ritimlerinden biri değil mi? Müzik olmasaydı, dünyadaki hangi tat kaybolurdu senin için?
Hayattan müziği alın, geriye ne kalır ki... Gerçekten öyle. Bir enstrüman çalamasam da müzik hayatımın büyük bir parçası. Bana göre müzik hayatın her anında olmalı. ‘Esaretin Bedeli’ filminde Andy Dufresne tek göz hücreye tıkılır ve oradan sağ salim çıktığında “Müzik benimleydi, onu kimse sizden alamaz” der ya... İşte bu sahne müziği özetler. Müzik umuttur, özgürlüktür. Gezi Parkı’ndan aklımda kalan en güzel an, parkın merdivenlerinde Hollandalı piyanistten ‘Imagine’ dinlediğimiz andır. Orada o gün John Lennon’ın dediği gibi yalnız olmadığıma gerçekten inanmıştım.
Hayal kurmayı seviyorsanız hayal gücünüzü tetikleyecek öyküler bunlar. Eğer hayal kurmayı sevmiyorsanız da fark etmez, neler kaçırdığınızı görmek için iyi bir fırsat ‘Güneş Hırsızları’.
Bu fikir çocukluktan beri aklımdaydı. Bir sabah kalksak güneş doğmamış olsa, zaman geçse ve güneş bir türlü doğmasa nasıl olur diye düşünüyordum. İnsanoğlunun karanlıkla tuhaf bir ilişkisi var. Hem en büyük korkularımızın kaynağı hem de eğlencenin adresi. Güneş ise hem yaşamın kaynağı hem de umut ve özgürlük denince aklımıza gelen ilk sembollerden biri. Geçtiğimiz sene boyunca Nazım Hikmet’in “Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göreceğiz” dizelerini sayıklamamız bu yüzden. “Peki güneşimiz bizden çalınsa? İnsanoğlu ilk defa tüm sınırlarından, ırk, din, millet ayrımlarından sıyrılıp güneşi tekrar kazanmak için tek vücut olsa nasıl olur?” diye düşündüm. Ortaya ‘Güneş Hırsızları’ çıktı.
Kitaplarında sisteme, insanlığa, hayatı fazla ciddiye alanlara, realistlere karşı eleştirilerin de var satır aralarında. Ne istiyorsun onlardan?
Aslında onlar bizden ne istiyor diye sormak lazım! ‘Kendilerine ait hayalleri olmayanlar, sizin hayalinizi göremez’ derler ya, görmeyi geç, artık engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Hayattaki çıkarlarını her şeyin önüne alıp, hırsları için diğer herkesi alt etmekte beis görmeyenler her zaman hedef tahtamda olacak. Yine güneş metaforundan yola çıkacak olursak; bizim bu dünyaya dair hayallerimiz var, kimseyi ezmeden kendi yolumuzda bunu gerçekleştirmek istiyoruz, gölge etmesinler başka ihsan istemiyoruz.
Bir kızın/kadının dilinden yazmanın en kolay, en zor ve en eğlenceli yanları neler?
Açılış öyküsü ‘Rüya Tarifleri’ ve kapanış öyküsü ‘Güneş Hırsızları’nda anlatıcının kadın olması gerekiyordu. Daha önce, ilk romanım ‘Hayalet Kitap’ın da büyük bir bölümünü üniversiteli bir kızın günlükleri vasıtasıyla anlatmıştım. Bence yazar olmanın en büyük avantajı bu. Yazar olduğunuzda kendinizden çok farklı insanlarla özdeşleşebiliyorsunuz. Hepsini de yazmak çok eğlenceli ama en çok uzaylıları ve kadınları yazarken eğlendiğimi itiraf etmeliyim! Belki de bu, erkeklerin gözünde kadınların bir tür uzaylı olduğunun göstergesi.
Güzel kızlar genellikle kitaplarında ve hikayelerinde bolca tasvir ediliyor. Senin için güzellik ne kadar önemli?
Güzellik bence bir takıntı. Bir tür bağımlılık, hatta hastalık. Filmlerle, dizilerle, reklamlarla belli bir estetik arzusu aşılanıyor hepimize. Ben de maalesef bu hastalıktan muzdaribim. Galiba en çok çizgi romanlar etkiledi beni bu konuda. Küçücük odamda onları okudum ve dışarıda herkesin öyle olduğunu sandım. Şimdi bu estetik hastalığımı tedavi etmeye çalışıyorum. Ama bu oldukça zor.
Yazı: Filiz Şeref
Tanıyıp da sevmemeniz mümkün değil. Gerçekten özel bir adamdır. Matrak ama mahcup, zeki ama saf, ayakları yere basan ama hayalperest... Her zaman da pozitif. Tıpkı yeni kitabındaki hikayeler gibi biri işte. Doğu’yu ilk tanıdığımda o Blue Jean, bense Heygirl dergisindeydik. 14 yıl olmuş (yaşımız çıkıyor ortaya ama okul yıllarında başladım çalışmaya, öyle düşünün lütfen). Sırt sırta çalışmaya başladığımızda anlamıştım onda bir farklılık olduğunu. Akıllıdır. Gerçekten komiktir. Yok öyle bakınca anlamazsınız; birlikte zaman geçirmelisiniz. Konuşmalısınız. Konuşur da. Sever. Kırmaz kimseyi zaten. Ayrıca asıl konumuza gelirsek; şahane yazar. Evet son yıllarda Türk edebiyatının bana kalırsa şahane bir yazarı olarak yükseliyor. Mini bir otobiyografi geçelim; Ta 99’da Nostromo Kısa Bilimkurgu Öykü Yarışması’nda ödül aldı. Arkasından ‘Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları’nı yazdı. ‘Hayalet Kitap’ ile tanınmaya başladı. ‘Okul’ ve ‘Küçük Kıyamet’ filmlerinin senaryolarına imza attı. ‘Varolmayanlar’ kitabı ile yine bizi farklı bir dünyaya davet etti. Yıllarca Blue Jean dergisinde müzik yazarlığı yaptı. Bilimkurgu ile arası da hep iyi oldu.
Evet insanın karşısındaki arkadaşı olunca anlatmaya, övmeye doyamıyor ama artık söz kendisinde. Doğu Yücel, yeni kitabını ve hayallerin hayatımızı nasıl etkilediğini anlattı.
İkinci kitabın, ilk romanını yazarken sana ilham kaynağı olan büyük bir aşkın vardı. Bugün sana kitap yazdıran, daha doğrusu ilham veren detaylar arasında hala yaşadığın aşklar ön sıralarda yer alıyor mu?
Damar bir soruyla başlayalım o zaman! Sanırım aşk her yazar için belli başlı ilhamlardan biri. Evet bu kitapta da özellikle bazı öykülerde aşkın büyük rolü olmuştur. Fakat ben aşk denen fenomene biraz daha rasyonel bir pencereden bakmaya çalışıyorum. ‘Güneş Hırsızları’nda ‘Aynasız Güzelin Masalı’ bu açıdan öne çıkıyor. Her ne kadar masalsı bir atmosferde geçen bir aşk masalı olsa da aşkın sorgulanışına da şahit oluyoruz. Aşk hakkında klişelerin dışına çıkıp iyi bir öykü veya iyi bir roman yazmak gerçekten çok zor. Gerçekten bir şeyler yaşamanız ve o yaşantıdaki farklılıkları kağıda yansıtabilmeniz gerekiyor. Eğer herhangi bir öykümde ufacık da olsa aşka dair bir şey varsa, onun arkasında mutlaka bir yaşanmışlık vardır.
Hayal gücüne, farklı dünyalara, fantastik edebiyata kapılmış giderken gerçek dünya sana uzaktan nasıl görünüyor?
Hayaller olmadan gerçek dünya bana hep çok sıkıcı ve tekdüze görünmüştür. O yüzden ne zaman sıkılsam, daralsam, başıma gelen olayları hayallerle başka bir şekle dönüştürmeyi tercih ediyorum. Hayaller aynı zamanda başımıza gelen birçok şeyi açıklamakta bize yardımcı da oluyor. ‘Güneş Hırsızları’ndaki öykülerin birçoğu böyle çıktı. Özellikle son zamanlarda ülkemizde kopan kavga kıyamet beni çok etkiledi. Olup bitene bir tarafın parçası olarak değil, kuşbakışı bakmaya çalıştım. Baktığım şey hoşuma gitmedi, her yer karanlıktı ama biraz daha yakından bakınca en karanlık yerde bile bir güneş ışığı yakalamayı başardım.
Hayaller senin için neden bu kadar önemli?
Hayal kurmadan daha iyi bir dünyada yaşayamayız. Günümüzde biraz olsun medeni ve barışçıl bir şekilde yaşayabiliyorsak bunu hayal gücüne borçluyuz. Tekerlekten cep telefonuna tüm teknolojik buluşlar hayal kurarak başlamıştır. Dumanla haberleşen insanoğlu milyonlarca kilometre ötedeki kuyruklu yıldıza araç indirebiliyorsa bunu hayal ederek başarmıştır. Hayal gücü zihni ve bireyi özgürleştirir, hayata sahici bir anlam katar. Ülkemizde aile ve okul hayatı ise tam tersini söyler, fazla hayal kurma der. O yüzden bunun tersini söyleyen sanat eserlerine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Sosyal medyayı da sık kullanan birisin. Ulaşılır olmayı seviyor musun?
Evet kesinlikle. Müzisyenlerde veya oyuncularda halk ile sanatçı arasında bir mesafe olmasını anlıyorum ama edebiyatta bunu anlamıyorum. Yazmak zaten çok yalnız bir süreç. Sonrasında sosyalleşme ihtiyacı duyuyorsunuz. Sevdiğim çoğu yazara baktığım zaman ‘ulaşılabilir’ olduklarını fark ediyorum. Lovecraft ve Salinger gibi asosyallikleriyle meşhur yazarlar bile sürekli okurlarıyla mektuplaşırmış. Şimdi Stephen King’in Twitter’ını takip ediyorum, dünyanın en popüler ve en çalışkan yazarlarından biri olmasına rağmen hayranlarıyla yazışmaktan geri kalmıyor. Bizimkiler ise Twitter’da biraz aktif olmayı bile eleştiriyor. Çağın gerisinde kalmak deniyor buna.
Müzik hayatının en önemli ritimlerinden biri değil mi? Müzik olmasaydı, dünyadaki hangi tat kaybolurdu senin için?
Hayattan müziği alın, geriye ne kalır ki... Gerçekten öyle. Bir enstrüman çalamasam da müzik hayatımın büyük bir parçası. Bana göre müzik hayatın her anında olmalı. ‘Esaretin Bedeli’ filminde Andy Dufresne tek göz hücreye tıkılır ve oradan sağ salim çıktığında “Müzik benimleydi, onu kimse sizden alamaz” der ya... İşte bu sahne müziği özetler. Müzik umuttur, özgürlüktür. Gezi Parkı’ndan aklımda kalan en güzel an, parkın merdivenlerinde Hollandalı piyanistten ‘Imagine’ dinlediğimiz andır. Orada o gün John Lennon’ın dediği gibi yalnız olmadığıma gerçekten inanmıştım.
Hayal kurmayı seviyorsanız hayal gücünüzü tetikleyecek öyküler bunlar. Eğer hayal kurmayı sevmiyorsanız da fark etmez, neler kaçırdığınızı görmek için iyi bir fırsat ‘Güneş Hırsızları’.