İbrahim Selim
Youtube üzerinde kısa sürede fenomene dönüşen Stolk projesi ile sessiz yığınların sesi olmayı başaran oyuncu İbrahim Selim, adeta bir halk kahramanı olma yolunda güçlü adımlarla ilerlerken biz de kendisini yakından tanımak için peşine düşüyoruz.
Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Nurdan usta
Bu aralar onun hakkında en çok söylenen söz; söyleyemediklerimizin sözcüsü, içimizdeki duyguların sesi olduğu iddiası. Ankara’da doğup büyümüş ama ailesinin kökenleri Artvin’e uzanan İbrahim Selim’in çocukluğu kışları Kurtuluş’ta yazları Arhavi’de geçiyor. ‘Memur emeklisi eğlenceli bir ailem var’ diyen İbrahim Selim, kendi jenerasyonunun yaşadığı bütün sıkıntıları yaşayarak büyüdüğünü anlatıyor. Güçlü bir kadın olarak tanımladığı babaannesinin de hayatındaki yerinin büyük olduğunu şu sözlerle ifade ediyor; “Babaannem Zeus gibiydi. İlk onun sözü geçerdi. Babam ve annem de onun yanındaki diğer Tanrılar olarak vardı. Dünyanın tersine anaerkil bir çekirdek ailede yetiştim. Bizde sevgi ilk adımdır. Önce seversin, güvenirsin, saygı duyarsın.” Tam da bu yüzden yaptığı her işin merkezine sevgiyi koyan bir adam İbrahim Selim. Çıkış noktası bu aslında. Altını ne kadar kazırsanız kazıyın yine sevgi çıkıyor. Taraflı olmanın değil tarafsızlığın, kötülüğün değil insanlığın, dehşetin değil sevginin hatırlatıcısı olmayı çok da iyi başarıyor. Her ne kadar o, Stolk bir startup projesi dese de altındaki derinliği, duygu yoğunluğunu ve gerçekçiliğini göz ardı etmek mümkün değil. Küfür etmeden, insanları aşağılamadan, gündem olan ne varsa eleştirel bakmayı öğrenmenin yolunu sunuyor. Olaylara insancıl ve sevgiyle alakalı kısmından yaklaştığınızda verilmesi gereken o doğal tepkiyi gösteriyor. Bir yerden alınmış yöntemlerle, yeni formüllerle değil memleket şakalarıyla güldürüyor. “Kimseyi rahatsız etmek değil, soru sordurmak istiyoruz” diyen İbrahim Selim bu işe başladığında böylesine güçlü bir etki yaratmayı kendisinin de beklemediğini itiraf ediyor ve ekliyor; “Sokakta, vapurda otururken, karşılıklı çay içerken tanımadığınız insanla neyin sohbetini ediyorsanız o bir Stolk konusudur.” İlkokul bittiği andan itibaren oyuncu olmak isteyen, kaderin cilvesi olarak Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü’ne giren, üç yıl sonra konservatuvara geçerek hayalini izlemeye karar veren, bunu hem yeteneğiyle hem emeğiyle başaran İbrahim Selim ile bu kez rol aldığı dizileri, filmleri, oyunları değil Stolk’u konuştuk.
Stolk projesi için çıkış noktanız ne oldu? Fikir aklınıza nasıl geldi?
Şerif Toklucu öngörüsü yüksek bir yapımcı. Zaten fikri hayata geçirebilen Şerif, benim proje defterimde dünyayı kurtaracak fikir olsa da ben onun nasıl projelendirileceğini bilmiyorum. O yüzden Şerif’in yaptığı şey çok değerli, bunun altını çizmek isterim. Kendisiyle daha önce birlikte çalışmıştık. Bir gün beni aradı, aklındaki bir Late Night şov projesiydi. Benim de yıllardır kafamda döndürdüğüm bir fikirdi bu; John Stewart, Trevor Noah, Jimmy Fallon izler neden bu tip şeylerin yapılmadığını düşünürdüm. Şerif de tam bunu hayal etmişti. Böylece projeyi hemen hayata geçirmek üzere harekete geçtik. 2-3 ay üzerinde çalıştık. Demolar çektik, montajı inceledik. Sonunda da Stolk’un gündemle ilişkili kısmını oluşturan başlangıç videoları ortaya çıktı. Bunlar daha eklemlenecek. Stolk Stüdyoda diye bir şey yapmıştık en başta, aslında o sürekliliği olan bir şey olacaktı ama yayınlandıktan hemen sonra katliamlar, bombalar durmadı. O yüzden de ara vermemiz gerekti. Şimdi de başlayıp bir daha durmamacasına nasıl yapabiliriz üstüne çalışıyoruz. Bir de skeç fikrimiz var. Kendi konseptimiz dahilinde. Trump videoları çekmiştik, o tatta olacak bu bölüm de. Son olarak da konuk bölümümüz var. Daha onu hiç çekmedik. Bunları de ekleyince totalde yarım saatlik bir şov programı haline gelecek.
Bu projenin televizyona yansıma olasılığı nedir? Sadece Youtube üzerinden devam etmeyi mi düşünüyorsunuz?
Televizyondaki hareket kabiliyetimiz etkilenecekse buna ihtiyaç duymuyoruz. Bu işin televizyonda olmasının iki heyecanlandıracak noktası var; bir ekonomik koşulları, iki daha çok insana ulaşması. Daha çok insana ulaşması birinci nedenden daha önemli bizim için. Çünkü zaten Youtube belli bir noktadan sonra televizyondan daha fazla para kazanmanıza sebep olabilecek bir alan.
İşe nereden başladınız peki? Önce ne üzerine fikir alışverişleri yaptınız?
Biz öncelikle bir dil kurmaya çalışıyoruz. Stolk en nihayetinde bir Startup projesi ve altı aylık bir süreci var. Yayına girene kadar da ağırlıklı önem verdiğimiz konu bir dil oluşturmaktı. Çünkü bütün memleket bir iletişim problemi yaşıyoruz. Herkes birbirine düşman, kimse birbirini anlamıyor, dinlemiyor, karşısındakini merak etmiyor. Bu durum gerçek olamaz. Bu konu üzerine sohbetler ede ede kurduğumuz bir dil var. Çok fazla tekrar ediyormuşum gibi geliyor bu söyleyeceğim şeyi ama eskiden insanlar sadece anlaşabildiği ve birbirlerini sevdikleri için arkadaşlık ederdi, şimdi ise sadece aynı düşündüklerimizle arkadaş oluyoruz. Bu işte bir tuhaflık yok mu ya? Bana ne ki senin ne düşündüğünden? Ben kendimi, hayatımı yönetmekle uğraşıyorum İstanbul’un göbeğinde, bir de oturup senin fikrinle mi uğraşayım arkadaşlık etmek varken? Bence var olmayı başka türlü tarif etmeye başladık. İnsanlar bir yere ait olup kendilerini o fikir üzerinden tarif etmeye başladılar. E ben bir yere ait değilim, nasıl yapacağız? Bugün ‘şu’cuyum ben’ diyebileceğim bir tane başlık bulamıyorum. Kendimi reddetmek üzerinden tarif edebilirim ancak.
Bu sözleriniz bir topluma, millete, ülkeye ait hissetmeme olarak da algılanabilir…
Tam tersine bu ülkeye bayılıyorum ben ya! Benim ülkem burası. Bir yere gidesim de yok. Ama Allah aşkına ben kendi fikir dünyamla ilgili konuşmaya başlasam, şu an memlekette fikrini beyan eden herkesi reddederek konuşmam lazım. Tamamını, yaşı, kurusu hepsini reddetmem lazım. Bence bilgisizlikten gebereceğiz biz. Temel problemimiz bu. Artık kaç senedir yaşıyoruz bu memlekette, ne olup bittiğini gördük değil mi? Demek ki yeni bir yöntem bulmamız lazım güzel kardeşim. Kavga ederek çözemiyoruz. Buranın adeti şu, güçlü olan güçsüz olanı itmiş. Kendini mağdur gösterirsen sevilirsin. Zaten Türklüğün tariflerinden biri. Öyle bir ülkedeyiz ki herkes mağdur, güçsüz ama herkes iktidar, tek başına dediği olacak, arada da biz ezileceğiz. Sana kimse sormuyor ki gerçekten ne hissettiğini ya da ne düşündüğünü! Bana da sormuyor. Benim söylediğim herhangi bir şeyi de gerçekten kimse merak ediyor mu onu da bilmiyorum ki!
Aslında sadece siyasi ve toplumsal olaylar değil günlük hayatın içinden her mevzuya dokunabilen videolar çekiyorsunuz. Bu içeriğin oluşmasında nasıl bir süreç izleniyor?
Çok önemli bir şey olduğu zaman hemen videoyu yapıştırıyoruz. Ama öncesinde 1-2 gün mutlaka duruyoruz. Ne olduğunu, nasıl gelişeceğini ve bizim içimizin ne durumda olduğunu görmek için. Çünkü olay olduğu anda karman çorman bir şey oluyor. Ama rutinde işleyişimiz şu; bizim 12 tane editörümüz var. Onlara Şerif, Fazıl ve ben konu başlıklarını veriyoruz. Sonra o konular üstüne konuşuyoruz. Metinler geliyor ve o hafta iyi bulduklarımızı seçerek üzerinde biz bir daha çalışıyoruz. Her cumartesi kayda giriyoruz. Ben metinlerle ilgili ekstra çalışıyorum zaten. En son da kurguyu yapıyoruz.
Stolk üzerinden vermek istediğiniz mesajların herkese ulaştığını düşünüyor musunuz yoksa belli bir kitleyle mi sınırlı kalıyor dersiniz?
Bence tüm toplumu yakalayabiliyoruz. Biz taraflı bir şey yapmıyoruz. Ekipte her görüşten insan var ve eğer ki aramızdan birinin, çıkardan söz etmiyorum, kalbi kırılırsa bir konuyla ilgili o konunun canına okuruz. Tarafı, düşüncesi, falanı filanı hiç önemli değil o konunun canını alırız. Ama aynı zamanda ekibin içinde bir kişi bir konuda ikna edilemiyorsa, ‘Tamam yapmayalım abi’ deyip devam edebiliyoruz. Önemli değil ki! Biz herkese ulaşmayı hedefledik. İçine gerçekten faydacı bir bakış açısı koymazsanız aklın yolu birdir. Gerçekten insanların, canlıların iyiliğiyle ilgili bir şey düşünürseniz zaten herhangi bir tarafı kitle olarak benimsemeniz saçma olur. Biz pazarlama stratejisiyle yapmıyoruz bu işi. Söylemek istediğimiz şeyler vardı, bunu tatlı tatlı, şakalı, içinde duygu barındıran şekilde yapabilir miyiz üzerine çalıştık ve bunu daha iyi yapmaya uğraşıyoruz şu an.
‘Bu millet laftan anlamıyor’ denir ya, sizce bizim toplum olarak anladığımız dil nedir?
Çoğunlukla sezgilerle buluyoruz, teknik olarak da çalışıyoruz ama öncelikle sezgilerimizi takip ediyoruz. Ekip olarak her zaman söylüyoruz, biz kanaat önderi olan insanlar değiliz. Burası metropol, buradan ne kanaat önderi çıkar ne peygamber. Aranmanın lüzumu yok. Ama şunu kendimden biliyorum, benimle aynı şeyi hissettiğinden emin olduğum herkesi dinliyorum. Bizim yapabildiğimiz şey belki de odur biraz. Bir şey öğretmek için video yapmıyoruz biz, senin aklındaki bir şeyle ilgili senin gibi düşündüğümüzü şakayla ya da elimizin tersini seni rahatsız eden konuya çarparak anlatıyoruz.
Aslında sizin yaptığınızı yapmak bu dönemde çok büyük cesaret isteyen bir iş...
Ben o kadar cesaret gerektiren bir şey yaptığımızı düşünmüyorum. O kadar sert hiçbir şey söylemedik. Söyleyebilirdik. Kişisel fikirlerimizi de içine dahil edelim dediğimiz anda gerçekten dünyanın en büyük eleştirilerini yapan insanlar oluruz ama yaptığımız iş bununla ilgili değil. Biz olanı değerlendiriyoruz, yapanı değil. Yapanı değerlendirmek bizimle ilgili değil. Bunu yapmamızın nedenlerinden biri de soru sordurmak. En büyük eksiklerimizden biri bu. Kimse, ‘Nasıl oldu? Niye oldu? Sonuç kötü oldu ama o noktaya gelirken ne oldu?’ demiyor. ‘Vay efendim o onu yaptı, bu bunu dedi de…’ kısmını konuşuyor. Tamam da şu yola dönüp bakmayalım mı, nasıl geldik oraya?
Haberleri sunan anchorman, İbrahim Selim’in kendisinden, karakterinden özellikler taşıyor mu?
Aslında benziyor. Benim arkadaşlarım uzun süre bir metin olduğuna inanmadılar. Ben sadece videolardaki kadar sık sinirlenmiyorum. Ama zaten Laz’ım, yapacak bir şey yok. Kızdığım zaman gözüm dönüyor. Videoları çekerken de gerçekten sinirleniyorum, o halim gerçek. O anda kameranın arkasındaki herkes de sinirleniyor zaten. Bence seyreden kişi, kendisi de öyle hissettiği için beğeniyor. Normalde de diğer insanlara göre duygularımı daha fazla belli ettiğim söylenir, saklamam. Gizlemeyi sevmem. Gizli hiçbir şeyden hoşlanmıyorum. Ama adet o ya, artık beton gibi gezmek moda. İyi mi kötü mü, sinirli mi mutlu mu, seviyor mu sevmiyor mu insanların ne hissettiğini anlamak mümkün değil.
Videolarınızla ilgili yorum ve mesajlara bakmanızın yasak olduğunu okudum. Bu eleştirilere karşı moraliniz bozulmasın ya da motivasyonunuzu kaybetmeyin diye aldığınız bir önlem mi?
O kadar hiç bakmıyor değilim. Daha çok iyi ya da kötü anlamda etkilenmeyeyim diye ekiple beraber karar verdiğimiz bir durum. Ben de öyle yorumlardan kolay etkilenmem ama bu yorumların sonunda deliren ya da depresyona giren çok tanıdığım olduğu için görmek istemedim. Çünkü cevap veresim gelir, verirsem de ayıp ederim. O yüzden ekibin hazırladığı filtrelenen mesajları okuyorum sadece.
Bu ülkede siyasetten daha çok ilgi çeken konu da aşk. İçeriği aşk olan, kadın erkek ilişkilerini ve ünlü birliktelikleri eleştiren Stolk videoları da görebilecek miyiz?
‘Magazin yapacak mısınız?’ diyorsun yani. Yok magazincilik yapmayalım istiyoruz. Normal hayatta beni nasıl ilgilendirmiyorsa, orada da ilgilendirmiyor. Kim kiminle ne istiyorsa yapsın. Keyfine baksın insanlar, ayıp etmesinler sadece birbirlerine. O hayatları eleştirmek ya da tavsiye vermek de bize düşmez zaten.
Bir erkek ve bir kadın ilişkide neyi asla yapmamalı sizce?
37 yaşındayım ve hayatımda bir kadın var. Bu kadar yılda ilk defa hiç zorlamadan, gerçekten olduğu gibi rahat bir ilişki yaşanabiliyormuş diyebiliyorum. O yüzden, ilişkide erkek ya da kadın şunu yapmalı/yapmamalı kısmını bilmiyorum. Biliyor olsaydım şu anda kucağımda çocuğum olurdu. Ben gerçekten aile kurmak istiyorum, çocuklarım olsun istiyorum, kocaman masalarda 20-25 kişi aileler, arkadaşlar, çoluk çocuk bağır çağır eğlenerek yemek yiyelim istiyorum. Öyle hayallerim var benim. Kendimle ilgili sadece şunu söyleyebilirim; kandırılmaktan hiç hoşlanmam. Kandırıldığımın zannedilmesinden de hoşlanmam. Bu iki şey dünyayı bitirir benim için zaten. Kandırılma tarifinin içine giren her şeyden nefret ediyorum. Aldatmak, olmayan bir şeye inandırmak, olan bir şeyi yok saymak… Bunların tamamı kandırılmak. Güvensizlik zaten dünyanın problemi, sadece bizim yaşadığımız toprakların değil. Şuna uyanmamız gerekiyor; akışına bırakmak gerek. Hayata izin vermeli, ona izin verdiğin zaman hayat da sana izin veriyor galiba.
Karşınızdaki kadının da sevgisinden emin olmaya çalışır mısınız?
Nefes terapisti bir arkadaşım var Beşire diye, o çok sık şunu tekrarlar; insanların belli bir yaştan sonra sevilmeye değil sevmeye ihtiyacı olur. Bu parametrelerden biri. İkincisi de zaten bilemezsin ki karşındakinin seni sevip sevmediğini, söylediği dışında. Hareketlerinden, falandan filandan anlarsın lafları boş. Mutlaka hepimizin hikayeleri vardır, tavrından anlamadığın sözüne inanıp çukura düştüğün insanlar. O yüzden bilemeyiz net olarak. Seversin ama. Önemsemeden. Onu yapabilmek de o kadar kolay değil.
Kimileri ‘çok seviyorum’ diyor, kimileri ‘aşığım’. Aradaki fark nedir sizce?
Onu diyenler artistlik yapıyor bence, ben öyle bir durumu ayırt edemiyorum. Ya aşıksındır ya değilsindir. Bir tane arkadaşım vardı okulda benim Okan diye, ‘En sevdiğim sevgilim son sevgilim’ diye gezerdi. Zaten öyle bir gerçeklik var, diğerlerinden biri en sevdiğim olsaydı devam ediyor olurduk. İkincisi de ben yaşadığım hikayelerden dolayı öyle bir noktadayım ki yoğurdu üfleyerek yemek zorundayım. Artık emin olmadığım bir şeye dahil olamıyorum. Dolayısıyla da aşık olmadan bir ilişki yaşayabilecek durumda değilim.
Proje defterinden notlar...
O defter bayağı kalın bir defter ve bayağı da doldurmuşum. Esas odaklandığım şu an Stolk, nasıl daha çok kitleye ulaşır onu başarmak istiyoruz. Bir yandan üç tane oyunum var devam eden; Bunu Ben De Yaparım, Oyun Atölye’sinde 19 Nisan’da prömiyer yapacak olan Arzu Tramvayı ve ayda bir ker, bu ay 23 Nisan’da İş Sanat’ta oynadığım Fantastik Hikayeler Makinası. Onun dışında Seslenen Kitap’ta okuma yapıyorum. Şu sıra söyleşiler var. Başka da bir şeye şu an zaman yokmuş gibi geliyor ama dizi ya da sinema projesi gelirse hemen alanını açacağım.