Kendiliğinden şöhretli
Çabasız, kendi yolunda ve hiçbir projesinde avazı çıktığı kadar ‘ben buradayım’ demedi. Onu şu anda Bir Litre Gözyaşı’nda izliyoruz ve Bizi Hatırla filmindeki performansının ardından her zamankinden daha da kuvvetli alkışladımız kesin. Peki, Tolga Tekin’i gerçekten tanıdığınıza emin misiniz?
Röportaj: Simay Engür
Fotoğraf: Erman İştahlı
Styling: Tuğba Çeştan, Evrensel Gül
Saç ve Makyaj: Onur Marangoz
Şöhretle oyunculuk, kuyruklarından birbirine bağlıdır. İyi bir oyuncunun peşine şöhret kendiliğinden takılır, ancak salt ünün peşinde koşanların fazlalığı yüzünden belki de ‘iyi oyuncu kime denir?’ sorgulaması üzerinde durmayı unuttuk. Tolga Tekin yıllardır tiyatronun içinde, sırf dizilerden bile onun oynadığı birbirinden ters köşe karakterleri nasıl göğüslediğini takip etmişsinizdir. Öyleyse sabun köpüğü misali kaybolanları biraz olsun bir kenara itip gerçekten bu işi hakkıyla yapanları tanımaya çalışmak gerekiyor. Tolga Tekin’in entelektüel birikimini, sivri esprilerini ve bir anda üçüncü tekil kişi gibi etrafı iri gözleriyle her an gözlemlediğini kısacık bir zamanda deneyimlemiş olduk ve siz de öğrenmiş oldunuz. Ancak bu denli karizmatik olduğunu, onun çekim alanına girene kadar asla bilemeyeceksiniz!
Bir Litre Gözyaşı dizisiyle ekranlara döndünüz. Muzaffer Yürekli karakteriyle ortak paydalarınız var mı?
Duygularıyla hareket eden, çocuk ruhlu, bulunduğu ortamın neşe kaynağı, merhametli, çabuk demoralize olan, alıngan ve sevdiği için yapmayacağı şey olmayan adamlarız ikimiz de.
Dizideki karakteriniz için aile kavramı çok önemli. Gerçekte hangi his sizi yuvanızda hissettirir?
Pazar sabahları evde kurulan kahvaltı sofraları, sonrasında evde geçirilen keyifli vakit, ailecek büyükleri ziyaret fazlasıyla o yuva hissiyatını yaşatır. Şimdi de özel günlerde ailecek bir araya geldiğimizde, özlemi çekilen o yuva hissi hatırlanıyor.
Bir Çağan Irmak filminde rol almayı tek kelimeyle özetleyebilir misiniz?
Benim için en ilginç tarafı hayatımın ilk kamera deneyiminin Çağan’la olması. 2002’de Mustafa Hakkında Herşey filminde hastane polisini oynadım, iki sahnem vardı ama acayip heyecanlanmıştım. Düşünsenize ilk sinema deneyimimin ardından 16 sene sonra yine buluştuk ama bu sefer başrolde. Çağan’la çalışmak çok keyifli ve rahat çünkü hem yazıp hem yönetiyor. Bu yüzden işine gayet hakim ve oyunculardan ne istediğini net bir şekilde ifade ediyor. İkna olmadığınız bir nokta olduğu zaman sizi zorlamıyor, mutlaka orta yolu bulunuyor. Bir oyuncunun zorlandığı noktaları çabuk fark ediyor çünkü çok duygusal bir adam. Pardon cevap tek kelime olacaktı değil mi?
Bizi Hatırla filmine dahil olma ve zihinsel olarak role hazırlanma süreçleriniz nasıl gelişti?
Çağan’la çok uzun zamandır tanışıyoruz. Zamanı denk getiremediğimiz için bugüne kadar birlikte çalışamadık. Geçtiğimiz yaz menajerim Renda Güner aradı ve Çağan’ın yeni filmi için benimle görüşmek istediğini söyledi. İki gün sonra bir öğle yemeğinde buluştuk. Senaryoyu okumuştum zaten. Bir de üstüne diğer oyuncu kadrosunu açıklayınca “Tamam, ne zaman başlıyoruz?” dedim. Hazırlanma süreci çok uzun sürmedi. Çünkü Çağan hem bir an önce çekimlere başlamak istiyordu hem ne çekeceği biliyordu. Hepimiz ona güvendik ve yola çıktık. Elbette bizi şaşırtmadı.
Bu aralar kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
“Çok yorgunum” diye çığlık atmak isterdim ama o kadar bile halim yok. Korkunç bir temponun içindeyim ama bu şikayet olarak algılanmasın.
Bir karaktere hayat vermenin en heyecan verici yanı ne sizin için?
Öğrenmek tabii ki! Biz oyuncuların manevi kazancı tecrübedir. Her yarattığımız karakter bize bir sonraki karakter için ipucu verir. Kendinizi geliştirmek kadar önemli ve gerekli bir şey olamaz bu meslekte. Rahmetli hocam, ustaların ustası Cüneyt Gökçer 80 yaşında ders sırasında şöyle söylemişti: “Bilmediğim birçok şey var, oyunculukta öğrenmenin sınırı yoktur.” Hele bir de emeğiniz övgüler ve ödüllerle karşılık bulduğu zaman tadından yenmiyor bu karakterler.
En çok hangi özelliğinizle gurur duyuyorsunuz?
Mesleki olarak hayal gücü ve gözlem yeteneği diyebilirim. Bugüne kadar oynadığım birçok karakterin başarılı olmasının sırrı hayal gücü ve abartılı gözlem sayesindedir. Özel hayatımda ise eğlenceli bir adam olduğumu söyler herkes. İnsanları güldürmeyi ve mutlu etmeyi seviyorum.
Bugüne kadar aldığınız en acımasız eleştiri neydi?
Konservatuvar son sınıfta, başrolünde oynadığım mezuniyet oyunumuzun çıkmasına günler kala babamı kaybettim. Çok ani bir kayıp olduğu için o kadar kısa bir zamanda toparlanmam imkansızdı. Sonuç olarak prömiyer pek iyi geçmedi. Öyle bir zamanda, bir de hocamın beni acımasızca eleştirmesini hala unutamıyorum.
Dostlarınız en çok hangi özelliklerinizi sever?
İyi bir dert ortağı, iyi bir akıl hocası olduğumu söylerler. Kötü günlerinde yüzlerini güldürebildiğime, kafalarını dağıtabildiğime ve sadece iyi gün dostu olmadığıma inanırım ben de.
Bir Ankaralı olarak İstanbul’un en kötü yanı ne?
Hangisinden başlayayım bilmiyorum ki! Çok karmaşık, bulanık, tekinsiz, belirsiz, efkarlı bir şehir İstanbul. Şehrin tadını çıkartmanız için yeterli paranızın ve zamanınızın olması lazım. Bir ‘Angaralının’ buraya adapte olması en az üç yıldan başlar bence.
Yalnızca İstanbul’a özgü ve yapmaktan keyif aldığınız bir aktivite var mı?
Boğaz’da yapılan her türlü aktiviteden keyif alıyorum. Spor yapmak, çay içmek, rakı balık keyfine tutulmak, yarım saat yürüyüşe çıkmak...
Zor yoldan öğrendiğiniz en önemli hayat dersi nedir?
Hayatta kimseye ödün borcun olmasın, nereye geleceksen kendi çabanla geleceksin.
Duygusal bir insan mısınız yoksa mantığınız mı ağır basıyor?
Maalesef duygusalım.
Her şeyi çok hızlı tüketiyoruz; özellikle de aşkları. Sizin ilişkilere bakış açınız nasıl?
Her şeyi çok hızlı tüketiyoruz doğru. Aşk yaşandıkça emek verildikçe daha fazla önem kazanıyor. Doğru kişiyle doğru zamanda bir araya gelinmişse, tüketmeyi bırakın daha çok şey katabilmek için çabalıyorsunuz. O zaman istense de kolay vazgeçilir ya da tüketilir olmuyor.
Oyunculuk dışında kendinizi geliştirmekte olduğunuz başka bir tutkunuz var mı?
Yapmak istediğim çok şey var ama bu tempoda mümkün olamıyor. Bir taraftan Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Radyo-yu Hümayun oyununu oynuyorum; diğer taraftan dizinin çekimleri, filmin tanıtım dönemi yoğun bir şekilde devam ediyor. Sosyal hayatım bu süreç içinde sıfırlanıyor gibi. Bırakın sinemaya, tiyatroya gitmeyi evimde oturup yarım saat kedimle zaman geçiremiyorum. Bu koşturmaca hafiflediğinde, en azından keyifli bir tatil planlıyorum.
Kendinizle ilgili asla çiğnemediğiniz kurallar var mı?
Sadakat ve dürüstlük. Sadece sevdiğiniz kadına değil bütün değer verdiklerinize ve kendinize.
Uzun yıllardır sahnedesiniz. Bu tutku ilk günden bugüne yıllar geçtikçe nasıl evriliyor?
Hep aynı heyecan, hep aynı inanç, hep aynı istek, hep aynı tatmin... 23 senedir hiç değişmedi, ilk gün neler hissetiysem bugün de aynı şeyleri hissediyorum. Oyun sonunda seyirciden aldığınız o alkış hiçbir şeye değişilmiyor. Sadece şunu söyleyebilirim: Yıllar önce üç hafta üst üste haftada yedi oyun oynayabilirken, şimdi bir hafta sonu oynadığımda “Yorulmuşuz be!” diyorum. Evrilmenin biçimi bende başka oldu yani.
İnsanlığın başına gelen en büyük felaket nedir sizce?
Cehalet.
Sizi en çok ne ya da kim güldürür?
Zekanın gözlem ve hayal gücüyle buluşması. Bu yüzden Yiğit Özgür’ün sıkı bir takipçisiyim.
Yapmak isteyip de bir türlü vakit bulamadığınız bir şey var mı?
Son zamanlarda izlemek isteyip de vakitsizlikten izleyemediğim bütün oyun ve filmlere gidebilmek.
Çalışmamak özgürlük mü yoksa depresyon sebebi mi?
Bu bir tercih meselesi, kişiden kişiye, şartlara göre değişir. Bana göre bir depresyon sebebidir. Üretmemek, düşünmemek...
Kadınlara dair en çok neyi anlamak isterdiniz?
Acı eşiklerinin bizlere göre nasıl daha yüksek olduğunu ve bu konuda nasıl daha dayanıklı olduklarını bilmek isterdim.
Oyunculukla ilgili bir şeyler ters giderse, B planınız var mı?
Bilmem, hiç düşünmedim. Mesleğimle ilgili ne ters gidebilir ki? Çok ciddi bir sağlık problemi dışında mesleğimden vazgeçmem için hiçbir neden olamaz.
Şu sıralar hangi dizileri izliyorsunuz?
Twitter’da bir 10 dakika gündemi bile takip edemiyorum. Siz söyleyin hangi diziler güzel? Şaka bir yana yoğunluğum olmasa, Şahsiyet dizisine kaldığım yerden devam ederdim.
Hayatınızın fon müziği ne olabilir?
Ludwig Van Beethoven’dan 9. Senfoni.
Eve gelen misafirleriniz için mutlaka yaptığınız bir yemek var mı?
Ooo demek iyi aşçılığım sizin de kulağınıza geldi. Hep farklı şeyler yapmaya özen gösteririm, kendimi de sınamış olurum böylece. Kremalı mantar soslu bonfile, hünkar beğendi, deniz mahsullü linguini misafirlerimin favorileri arasında.
Tekrar tekrar okuduğunuz ve her seferinde yeniden bir şeyler keşfettiğiniz kitap hangisi?
Shakespeare’in iyi çevrilmiş sonelerini vakit buldukça okurum. Hayata dair her türlü insani duyguyu barındırır.
Bize kendinizle ilgili kimsenin bilmediği ne söylerseniz çok şaşırabiliriz?
Burnumla flüt çalabiliyorum. Mesela ‘süt içtim dilim yandı’ adlı türkümüzü bloknot flütle hatasız çalarım. Şaka şaka. Şaşırmazsınız, o yüzden bende kalsın.
İleriye dönük en büyük hayaliniz ne?
Baba olmak, ailemle birlikte metropolün karmaşasından uzaklaşıp, bir çiftlik evi kurup sakin, huzurlu, organik, mutlu bir hayat yaşamak...
Seyahat etmekten en çok keyif aldığınız ülke hangisi?
İtalya! Bana her şeyiyle hitap ediyor. Sanatıyla, kültürüyle, yemekleriyle, sıcak ve samimi insanlarıyla en çok sevdiğim ülke.