Kusursuz, seksi ve mütevazi
Kiraz Mevsimi’nin Ayaz’ı Serkan Çayoğlu hayatımıza bir girdi pir girdi! Onu yakından tanımak elbette şart oldu!
Güzellik mi yoksa özgüven mi daha çekici geliyor size?
Tabii ki özgüven.
Güzelliği nasıl tanımlarsınız?
Güzellik bana göre özgüvenden gelir. İçerideki dışarı yansır. Hepimizin manken gibi çok güzel yüzlü ya da vücutlu olması gerekmiyor. İçindekini dışarı yansıtıyorsan, bundan daha çekici bir şey yoktur bence.
Aşıkken yapıp da sonrasında ‘vay be bunu da yapmışım’ dediğiniz bir şey var mı?
Aşk zaten hep çılgınca şeyler yaptırıyor. Çünkü duygularınla hareket ediyorsun, her an! Sabah kalktığın andan itibaren değişik bir enerjin oluyor. O yüzden de çılgınlık diye düşünmüyorsun hiçbir şeyi, nasıl hissediyorsan öyle davranıyorsun.
Bir ilişkide baş tacı ettiğiniz şeyler ne?
İlişkinin olmazsa olmazı benim için huzur ve mutluluk. Eğer bunlar yoksa o ilişki sağlıklı değildir. Kafanın mutlaka rahat olması gerekir.
Hiç arkadaşınızın sevgilisiyle birlikte oldunuz mu? Mesela bu sizin için bir tabu mudur yoksa size göre aşkın tabusu olmaz mı?
Aşkın tabusu olmaz ama arkadaşımın sevgilisine de o kafayla bakmam!
Türkiye’deki kadın-erkek ilişkileriyle Almanya’yı kıyasladığınızda, size neler garip geliyor?
Sadece kadın-erkek ilişkilerinde değil, genel olarak bütün ilişkilerde her şey çok farklı çünkü kültür farklı. Kadın-erkek ilişkileriyle ilgiliyse şunu söyleyebilirim ki, Türkler çok duygusal, Almanlar o kadar duygusal değil.
Siz hangisine daha yakınsınız?
Türk kültürüne.
Kendiniz için kurduğunuz hayaller neler? Yatınız, katınız mı olsun yoksa çiftliğiniz mi?
Evcil bir insan olduğum için ev meraklısıyım! Arabaları da severim ama şu araba benim olsun diye tutturmam. Fakat evim çok güzel olsun isterim. Çünkü evde huzur bulan insanlardanım. Yükselen burcum Yengeç, belki bu yüzden olabilir. Mesela şu anda evimde şömine yok; olsa güzel olmaz mı?
Hayatta sizi en iyi anlatan şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Disiplin.
Röportaj: Sinem Gürleyük
Fotoğraf: Hakan Adil
Sakin, rahat, iddialı, çalışkan, disiplinli, biraz içe dönük bir adam Serkan Çayoğlu. Sette sabahladıkları için, iki saatlik bir uykuyla geldi çekim yapacağımız otele. Bir kahvenin ardından ‘hadi başlayalım’ diyerek sanki bütün gece mışıl mışıl uyumuş, dinlenmiş bir edayla başladı hazırlıklara. Baştan söyleyelim, çok fazla alanına giremiyorsunuz, belli sınırları var. Hemen kaynaşıp muhabbeti ilerletenlerden değil. Temkinli. Güveni arttıkça yavaş yavaş açılanlardan. Hikayesi Almanya’da başlıyor. Orada doğup büyüyen Çayoğlu, üniversitede ekonomi okuduktan sonra Türkiye’ye geliyor. Tek başına. Oyunculuk yapmayı kafaya koyduğu için özel dersler alıp, bir ajansa giriyor. İlk deneyimi ‘Zeytin Tepesi’. Kısa süren bu dizinin ardından bir yaz dizisi olarak başlayan ancak izlenme rekorları kırarak ekranda kendine yer edinen ‘Kiraz Mevsimi’yle serüveni devam ediyor. Oyunculuk konusunda hırslı, yapmak istedikleri, hayalleri var. Yani hayatımızdan çıkmaya hiç niyeti yok. Adam kusursuz, hikaye kusursuz, yemek yapıyor, evde huzur buluyor, aşkın tabusu olmadığına inanıp, aşkı çılgınca yaşamaktan çekinmiyor… ‘Yok mu bir arızan?’ diye soruyoruz, cevabı ‘takıntılar’ oluyor… Röportajı okuduğunuzda bunun bir kusur olup olmadığına siz karar verin. Bize göre her eve bir Serkan Çayoğlu lazım!
Önce ‘Zeytin Tepesi’nde çıktınız karşımıza ama asıl ‘Kiraz Mevsimi’yle girdiniz hayatımıza ve çıkacakmış gibi de durmuyorsunuz. Oyunculuk artık sizin hayatınız mı? Oyuncu olarak mı ölmek istiyorsunuz?
Bunu şu anda bilmeme imkan yok, hayatın neler getireceğini bilmiyorum ama bu işi ilk yaptığım günden beri çok seviyorum. Kendimi oyunculuk konusunda ilerletmeye çalışıyorum.
Peki, oyuncu olma fikrinden önce neler yapıyordunuz, nasıl hayalleriniz vardı?
Almanya’da doğdum, büyüdüm. Orada ekonomi okuduktan sonra Türkiye’ye geldim ve oyunculuk hayatım başladı.
Almanya’da modellik de yapmışsınız, Türkiye’de modellik yapmayı düşünmediniz mi?
Evet, Almanya’da yaptım ama Türkiye’ye geldiğimde kendime koyduğum hedef oyunculuktu. O yüzden tamamen bunun üzerine yoğunlaştım. Ümit Çırak ve Dolunay Soysert’ten ders aldım. ID İletişim Ajansı ile çalışmaya başladım. Ardından da ‘Zeytin Tepesi’ dizisinde rol aldım.
Ekonomiden vazgeçip, neden oyunculuk yapmaya karar verdiniz?
Modellik yaparken aynı zamanda okuduğum üniversitenin tiyatro kulübündeki oyunlarda yer alıyordum. Ancak o zamanlar sadece hobi olarak ilgileniyordum oyunculukla. Daha sonra Türkiye’ye gelip kamera önü dersleri almaya başladım ve bu sektörde profesyonel anlamda devam etmeye karar verdim.
Karşımda çok yakışıklı, okumuş, iyi bir kariyer sahibi, şahane özelliklere sahip, hayatta her şeyi dört dörtlük ilerleyen bir adam var. Hiç kusurunuz yok mu?
Bir şeyi kafama taktığım zaman bu beni fazla etkiliyor. O zaman yerimde rahat oturamıyorum bile. Huzursuz oluyorum. Anı kaçırıyorum. Hep aynı şey kafamın içinde dönüp duruyor.
En çok neye takılırsınız?
İşler yolunda olmadığı zaman, istediğim bir şey olmadığı zaman genelde takılırım. İyi de hayatta her zaman işler bizim kurguladığımız gibi gitmez ki! Tabii ki ama bunlar küçük şeyler de olabiliyor. Mesela birine söz verip yapamadığım zaman o kafama takılıyor ve beni huzursuz ediyor.
Arkadaşlarınız sizi en çok ne için eleştiriyor peki?
Fazla eleştiririm arkadaşlarımı, yaptıkları hareketler hoşuma gitmediği zaman hemen söylerim. Bazen bu eleştirinin dozu fazla olabiliyor, açık sözlü bir adamım. Onlar da ‘tamam artık buna da karışma’ diyebiliyor.
Mutfakla aranızın iyi olduğunu duydum. En iyi yaptığınız yemek ne?
Hint ve Çin yemeklerini iyi yapıyorum. Baharatlarla uğraşmak, yeni şeyler denemek keyif veriyor. Türk mutfağında çok iyi değilim, o konunun uzmanı annem.
Her aklınıza geldiğinde gülümseyerek hatırladığınız çocukluk anınız ne?
Bu konuyu daha yeni babamla konuştuk. İkiz kardeşimle beni babam okula motoruyla bırakırdı. Birimiz arkaya, birimiz öne otururduk. O üçümüze özel bir andı ve komikti! Okula girdiğimiz anda bütün çocuklar bize bakardı.
İlk set gününüz nasıl geçmişti? Neler hatırlıyorsunuz o güne dair?
Hava 30 derece falandı sanırım. Üzerimde gömlek ve ceket vardı. Bir de ilk gün heyecanı... Tüm ekipte vardı. Biraz kaygılı geçmişti. Sonra ekip olarak normalleştik.
Oyunculuk yapmaya başladıktan sonra bu yola girdiğinizde hiç ‘bu iş bana göre değilmiş’ dediğiniz ya da pişman olduğunuz anlar oldu mu?
Zor dönemler, ağır sahneler, kendimi iyi hissetmediğim zamanlar, ‘ben bu oyunu iyi veremedim’ dediğim anlar oldu elbette. Pişmanlık duygusu ise hiç olmadı çünkü daha çok hırslanıyorsun ve daha iyi bir oyuncu olmak için daha çok çaba sarf ediyorsun. O yüzden böyle anlar yaşamak da güzel.
Mesleğinizle ilgili hayaller kuruyor musunuz?
Çok iyi yerlere gelmek istiyorum elbette. Fakat illa bunu yapacağım diye bir şey yok. Belki bir film teklifi gelir Avrupa’ya, Amerika’ya giderim. Hiç belli olmaz işler. Ben bekleyeceğim ve her şeyi akışına bırakacağım.
Aileniz hala Almanya’da mı yaşıyor?
Evet. Arada sırada ziyaretime geliyorlar, ben de gidiyorum ama set yoğunluğundan dolayı uzun zamandır yanlarına gidemiyorum.
Almanya’da doğup büyümüşsünüz, aileniz Türk ama buraya geldiğinizde aidiyet problemi yaşadınız mı?
Hayır, çünkü çocukluğumdan beri her yaz 4-5 haftayı ailemle birlikte Türkiye’de geçirdim. Annem de Türk kültürüne çok düşkün. Bu yüzden Almanya’da büyümeme rağmen Türk kültürüne uzak değilim. Ama ilk geldiğimde tabii ki zorluk çektim. Ailemi, arkadaşlarımı bütün çevremi geride bırakıp, yeni bir ülkeye taşındım ama kolay alıştım.
En çok neleri garipsediniz?
İstanbul çok büyük ve yoğun bir şehir. Almanya’da kasaba gibi bir yerde yaşıyordum. O yüzden bir anda curcunanın içerisine düşmüşüm gibi hissettim.
Almanya’yı özlüyor musunuz?
Evet, ama yaşamayı değil, çünkü buraya gerçekten alıştım. Kendimi buraya ait hissediyorum. Sadece oradaki çevremi, ailemi özlüyorum. Bir de bazen eski yatağımı...
Peki, herkesin sizden bahsetmesine, ünlü olmaya alışabildiniz mi?
Açıkçası gelen tepkiler beni çok mutlu ediyor. Yolda, sokakta ya da sosyal medya üzerinden yorumlar gelmesi beni rahatsız etmiyor. Fakat ilk Türkiye’ye geldiğim gün nasılsam, bugün de aynıyım. Sadece insanların bana bakışı değişti.
Bu ilgi ortasında, özel hayatınızı nasıl korumaya çalışıyorsunuz?
Repo günlerimi kendime ayırmaya çalışıyorum. Gerçekten çok yoğun çalışıyoruz. Fakat eve gidip, bir yarım saat müzik dinleyip, ayaklarımı uzattığımda kendime gelebiliyorum. Ardından da arkadaşlarımla vakit geçiriyorum.
İnsanların sizden bahsederken ‘çok seksi’ demeleri üzerinizde nasıl bir etki yaratıyor?
Teşekkür ediyorum. Sonuçta bu bir iltifat. Böyle şeylerden çekinmem ya da rahatsız olmam. Benim için önemli olan mütevazı kalabilmek… Adettendir, yakışıklı bir adamla güzel bir kız başrol oynuyorsa mutlaka dedikoduları çıkar. Sizin de rol arkadaşınız Özge Gürel’le birlikte olduğunuza dair haberler çıktı… Evet, bütün dizilerde oluyor bu. İnsanlar Ayaz ile Öykü’yü de yakıştırdıkları için böyle haberler çıkıyor, sosyal medyadan sorular geliyor. Fakat gerçekten öyle bir şey yok. Biz Özge ile iyi anlaşıyoruz, ikimiz de profesyoneliz. Sette oyuncu, set dışında da normal arkadaşız. Set arasında birlikte yemeğe de gidiyoruz, sohbet de ediyoruz. İnsanlar da bunları görünce yakıştırma yapabiliyorlar ama tekrar ediyorum biz Özge ile iyi arkadaşız.
Tabii ki özgüven.
Güzelliği nasıl tanımlarsınız?
Güzellik bana göre özgüvenden gelir. İçerideki dışarı yansır. Hepimizin manken gibi çok güzel yüzlü ya da vücutlu olması gerekmiyor. İçindekini dışarı yansıtıyorsan, bundan daha çekici bir şey yoktur bence.
Aşıkken yapıp da sonrasında ‘vay be bunu da yapmışım’ dediğiniz bir şey var mı?
Aşk zaten hep çılgınca şeyler yaptırıyor. Çünkü duygularınla hareket ediyorsun, her an! Sabah kalktığın andan itibaren değişik bir enerjin oluyor. O yüzden de çılgınlık diye düşünmüyorsun hiçbir şeyi, nasıl hissediyorsan öyle davranıyorsun.
Bir ilişkide baş tacı ettiğiniz şeyler ne?
İlişkinin olmazsa olmazı benim için huzur ve mutluluk. Eğer bunlar yoksa o ilişki sağlıklı değildir. Kafanın mutlaka rahat olması gerekir.
Hiç arkadaşınızın sevgilisiyle birlikte oldunuz mu? Mesela bu sizin için bir tabu mudur yoksa size göre aşkın tabusu olmaz mı?
Aşkın tabusu olmaz ama arkadaşımın sevgilisine de o kafayla bakmam!
Türkiye’deki kadın-erkek ilişkileriyle Almanya’yı kıyasladığınızda, size neler garip geliyor?
Sadece kadın-erkek ilişkilerinde değil, genel olarak bütün ilişkilerde her şey çok farklı çünkü kültür farklı. Kadın-erkek ilişkileriyle ilgiliyse şunu söyleyebilirim ki, Türkler çok duygusal, Almanlar o kadar duygusal değil.
Siz hangisine daha yakınsınız?
Türk kültürüne.
Kendiniz için kurduğunuz hayaller neler? Yatınız, katınız mı olsun yoksa çiftliğiniz mi?
Evcil bir insan olduğum için ev meraklısıyım! Arabaları da severim ama şu araba benim olsun diye tutturmam. Fakat evim çok güzel olsun isterim. Çünkü evde huzur bulan insanlardanım. Yükselen burcum Yengeç, belki bu yüzden olabilir. Mesela şu anda evimde şömine yok; olsa güzel olmaz mı?
Hayatta sizi en iyi anlatan şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Disiplin.
Röportaj: Sinem Gürleyük
Fotoğraf: Hakan Adil
Sakin, rahat, iddialı, çalışkan, disiplinli, biraz içe dönük bir adam Serkan Çayoğlu. Sette sabahladıkları için, iki saatlik bir uykuyla geldi çekim yapacağımız otele. Bir kahvenin ardından ‘hadi başlayalım’ diyerek sanki bütün gece mışıl mışıl uyumuş, dinlenmiş bir edayla başladı hazırlıklara. Baştan söyleyelim, çok fazla alanına giremiyorsunuz, belli sınırları var. Hemen kaynaşıp muhabbeti ilerletenlerden değil. Temkinli. Güveni arttıkça yavaş yavaş açılanlardan. Hikayesi Almanya’da başlıyor. Orada doğup büyüyen Çayoğlu, üniversitede ekonomi okuduktan sonra Türkiye’ye geliyor. Tek başına. Oyunculuk yapmayı kafaya koyduğu için özel dersler alıp, bir ajansa giriyor. İlk deneyimi ‘Zeytin Tepesi’. Kısa süren bu dizinin ardından bir yaz dizisi olarak başlayan ancak izlenme rekorları kırarak ekranda kendine yer edinen ‘Kiraz Mevsimi’yle serüveni devam ediyor. Oyunculuk konusunda hırslı, yapmak istedikleri, hayalleri var. Yani hayatımızdan çıkmaya hiç niyeti yok. Adam kusursuz, hikaye kusursuz, yemek yapıyor, evde huzur buluyor, aşkın tabusu olmadığına inanıp, aşkı çılgınca yaşamaktan çekinmiyor… ‘Yok mu bir arızan?’ diye soruyoruz, cevabı ‘takıntılar’ oluyor… Röportajı okuduğunuzda bunun bir kusur olup olmadığına siz karar verin. Bize göre her eve bir Serkan Çayoğlu lazım!
Önce ‘Zeytin Tepesi’nde çıktınız karşımıza ama asıl ‘Kiraz Mevsimi’yle girdiniz hayatımıza ve çıkacakmış gibi de durmuyorsunuz. Oyunculuk artık sizin hayatınız mı? Oyuncu olarak mı ölmek istiyorsunuz?
Bunu şu anda bilmeme imkan yok, hayatın neler getireceğini bilmiyorum ama bu işi ilk yaptığım günden beri çok seviyorum. Kendimi oyunculuk konusunda ilerletmeye çalışıyorum.
Peki, oyuncu olma fikrinden önce neler yapıyordunuz, nasıl hayalleriniz vardı?
Almanya’da doğdum, büyüdüm. Orada ekonomi okuduktan sonra Türkiye’ye geldim ve oyunculuk hayatım başladı.
Almanya’da modellik de yapmışsınız, Türkiye’de modellik yapmayı düşünmediniz mi?
Evet, Almanya’da yaptım ama Türkiye’ye geldiğimde kendime koyduğum hedef oyunculuktu. O yüzden tamamen bunun üzerine yoğunlaştım. Ümit Çırak ve Dolunay Soysert’ten ders aldım. ID İletişim Ajansı ile çalışmaya başladım. Ardından da ‘Zeytin Tepesi’ dizisinde rol aldım.
Ekonomiden vazgeçip, neden oyunculuk yapmaya karar verdiniz?
Modellik yaparken aynı zamanda okuduğum üniversitenin tiyatro kulübündeki oyunlarda yer alıyordum. Ancak o zamanlar sadece hobi olarak ilgileniyordum oyunculukla. Daha sonra Türkiye’ye gelip kamera önü dersleri almaya başladım ve bu sektörde profesyonel anlamda devam etmeye karar verdim.
Karşımda çok yakışıklı, okumuş, iyi bir kariyer sahibi, şahane özelliklere sahip, hayatta her şeyi dört dörtlük ilerleyen bir adam var. Hiç kusurunuz yok mu?
Bir şeyi kafama taktığım zaman bu beni fazla etkiliyor. O zaman yerimde rahat oturamıyorum bile. Huzursuz oluyorum. Anı kaçırıyorum. Hep aynı şey kafamın içinde dönüp duruyor.
En çok neye takılırsınız?
İşler yolunda olmadığı zaman, istediğim bir şey olmadığı zaman genelde takılırım. İyi de hayatta her zaman işler bizim kurguladığımız gibi gitmez ki! Tabii ki ama bunlar küçük şeyler de olabiliyor. Mesela birine söz verip yapamadığım zaman o kafama takılıyor ve beni huzursuz ediyor.
Arkadaşlarınız sizi en çok ne için eleştiriyor peki?
Fazla eleştiririm arkadaşlarımı, yaptıkları hareketler hoşuma gitmediği zaman hemen söylerim. Bazen bu eleştirinin dozu fazla olabiliyor, açık sözlü bir adamım. Onlar da ‘tamam artık buna da karışma’ diyebiliyor.
Mutfakla aranızın iyi olduğunu duydum. En iyi yaptığınız yemek ne?
Hint ve Çin yemeklerini iyi yapıyorum. Baharatlarla uğraşmak, yeni şeyler denemek keyif veriyor. Türk mutfağında çok iyi değilim, o konunun uzmanı annem.
Her aklınıza geldiğinde gülümseyerek hatırladığınız çocukluk anınız ne?
Bu konuyu daha yeni babamla konuştuk. İkiz kardeşimle beni babam okula motoruyla bırakırdı. Birimiz arkaya, birimiz öne otururduk. O üçümüze özel bir andı ve komikti! Okula girdiğimiz anda bütün çocuklar bize bakardı.
İlk set gününüz nasıl geçmişti? Neler hatırlıyorsunuz o güne dair?
Hava 30 derece falandı sanırım. Üzerimde gömlek ve ceket vardı. Bir de ilk gün heyecanı... Tüm ekipte vardı. Biraz kaygılı geçmişti. Sonra ekip olarak normalleştik.
Oyunculuk yapmaya başladıktan sonra bu yola girdiğinizde hiç ‘bu iş bana göre değilmiş’ dediğiniz ya da pişman olduğunuz anlar oldu mu?
Zor dönemler, ağır sahneler, kendimi iyi hissetmediğim zamanlar, ‘ben bu oyunu iyi veremedim’ dediğim anlar oldu elbette. Pişmanlık duygusu ise hiç olmadı çünkü daha çok hırslanıyorsun ve daha iyi bir oyuncu olmak için daha çok çaba sarf ediyorsun. O yüzden böyle anlar yaşamak da güzel.
Mesleğinizle ilgili hayaller kuruyor musunuz?
Çok iyi yerlere gelmek istiyorum elbette. Fakat illa bunu yapacağım diye bir şey yok. Belki bir film teklifi gelir Avrupa’ya, Amerika’ya giderim. Hiç belli olmaz işler. Ben bekleyeceğim ve her şeyi akışına bırakacağım.
Aileniz hala Almanya’da mı yaşıyor?
Evet. Arada sırada ziyaretime geliyorlar, ben de gidiyorum ama set yoğunluğundan dolayı uzun zamandır yanlarına gidemiyorum.
Almanya’da doğup büyümüşsünüz, aileniz Türk ama buraya geldiğinizde aidiyet problemi yaşadınız mı?
Hayır, çünkü çocukluğumdan beri her yaz 4-5 haftayı ailemle birlikte Türkiye’de geçirdim. Annem de Türk kültürüne çok düşkün. Bu yüzden Almanya’da büyümeme rağmen Türk kültürüne uzak değilim. Ama ilk geldiğimde tabii ki zorluk çektim. Ailemi, arkadaşlarımı bütün çevremi geride bırakıp, yeni bir ülkeye taşındım ama kolay alıştım.
En çok neleri garipsediniz?
İstanbul çok büyük ve yoğun bir şehir. Almanya’da kasaba gibi bir yerde yaşıyordum. O yüzden bir anda curcunanın içerisine düşmüşüm gibi hissettim.
Almanya’yı özlüyor musunuz?
Evet, ama yaşamayı değil, çünkü buraya gerçekten alıştım. Kendimi buraya ait hissediyorum. Sadece oradaki çevremi, ailemi özlüyorum. Bir de bazen eski yatağımı...
Peki, herkesin sizden bahsetmesine, ünlü olmaya alışabildiniz mi?
Açıkçası gelen tepkiler beni çok mutlu ediyor. Yolda, sokakta ya da sosyal medya üzerinden yorumlar gelmesi beni rahatsız etmiyor. Fakat ilk Türkiye’ye geldiğim gün nasılsam, bugün de aynıyım. Sadece insanların bana bakışı değişti.
Bu ilgi ortasında, özel hayatınızı nasıl korumaya çalışıyorsunuz?
Repo günlerimi kendime ayırmaya çalışıyorum. Gerçekten çok yoğun çalışıyoruz. Fakat eve gidip, bir yarım saat müzik dinleyip, ayaklarımı uzattığımda kendime gelebiliyorum. Ardından da arkadaşlarımla vakit geçiriyorum.
İnsanların sizden bahsederken ‘çok seksi’ demeleri üzerinizde nasıl bir etki yaratıyor?
Teşekkür ediyorum. Sonuçta bu bir iltifat. Böyle şeylerden çekinmem ya da rahatsız olmam. Benim için önemli olan mütevazı kalabilmek… Adettendir, yakışıklı bir adamla güzel bir kız başrol oynuyorsa mutlaka dedikoduları çıkar. Sizin de rol arkadaşınız Özge Gürel’le birlikte olduğunuza dair haberler çıktı… Evet, bütün dizilerde oluyor bu. İnsanlar Ayaz ile Öykü’yü de yakıştırdıkları için böyle haberler çıkıyor, sosyal medyadan sorular geliyor. Fakat gerçekten öyle bir şey yok. Biz Özge ile iyi anlaşıyoruz, ikimiz de profesyoneliz. Sette oyuncu, set dışında da normal arkadaşız. Set arasında birlikte yemeğe de gidiyoruz, sohbet de ediyoruz. İnsanlar da bunları görünce yakıştırma yapabiliyorlar ama tekrar ediyorum biz Özge ile iyi arkadaşız.