Mert Fırat “Çok değişkenim Türkiye gibi…”
Kadın milleti bir adam yakışıklıysa onu beğenir. Ama o adam bir de başarılıysa hayran olur. Mert Fırat da onlardan biri!
‘Kelebeğin Rüyası’ seni hangi yönüyle yakaladı?
Her yönüyle! İçinde olduğum en iyi projelerden biri. Sabaha kadar bu filmi anlatabilirim. Bu iki genç adamın hayata tutunuşları beni çok etkiledi. İçinde bulundukları şartlar ne olursa olsun, yaptıkları işe aşkla sarılmaları... Çok iyi arkadaşlar, iki arkadaşın arkadaşça aşkını da anlatıyor film. Şiire, kadınlara ve hayata karşı duydukları aşk da var. Bu filmin içinde, aşkın bin hali var. Aynı şekilde hoca-öğrenci aşkı… Sette de bir aileydik biz. Şahane bir usta-çırak ilişkisi içindeydik. Benim için müthiş öğretici de oldu. Kıvanç’la birbirimize çok destek olduk, oynadığımız her güzel sahne için birbirimize müthiş coşku verdik. Anlayacağın, filmin çok güçlü bir etkisi var şu an üzerimde. Çeşitlilik, boyut, karakterlerin derinliği ve detaylar çok iyi düşünülmüş. Yılmaz Erdoğan’ın inanılmaz emeği var filmde. Olağanüstü bir iş çıkarttı. Biz de elimizden geleni yaptık.
Peki ‘İntikam’ dizisi… O projenin nesi baştan çıkardı?
Şimdiye kadar hiç oynamadığım bir karakter olması. Annesinin kuralları altında ezilmiş, ayakları yeni yere basan ama erkek olamamış bir adam. Ailenin içinde dönen entrikalardan haberi yok. Yaşadığı aşkın gerçek olup olmadığını bile bilmiyor. Bu hikaye beni çarptı. Bir de tabii kızın intikam alma şekli.
Bu aralar tempon nasıl? Oradan oraya mı koşturuyorsun?
Hem de nasıl! 4-5 saat uyuyarak yaşıyorum. Her gün çekim var. Aynı zamanda tiyatro oyunum ‘Antonius ile Kleopatra’ devam ediyor. Ayda 8-10 oyun minimum oynuyorum. Öyle olunca, biraz hırpalıyor beni hayat. Bazen setten çıkıp, oyuna gidip, sonra tekrar sete dönüyorum. Ama bu adrenalin her şeye değer!
Ne zaman yalan söylersin?
Bir kadını kaybetmekten korktuğum zaman…
Yutuyorlar mı kadınlar beyaz yalanlarını…
Yok canım, olur mu? Hemen sesimin tonundan anlıyorlar. Kadınların yalan konusunda kabul edebilecekleri bir limitleri var. O limite kadar idare ediyorlar, sonra ayvayı yiyorsun. Kadınlar her şeyi seziyorlar, biliyorlar.
Vücudunla ilgili hoşlanmadığın bir şey var mı?
Bacaklarım hep kalın gelir bana.
Nefret ettiğin biri var mı?
Yok.
En çok kullandığın kelime…
‘Dolayısıyla.’ Zaman kazandırıyor herhalde.
Pişmanlığın var mı?
İsveç’teki kız arkadaşımdan ayrılıp Türkiye’ye geldim. O benden bir çocuk istiyordu, kabul etmedim. Şimdi keşke etseymişim diyorum. Ama tamamen bencillikten söylüyorum, kocaman bir çocuğum olurdu bugün…
En mutlu olduğun an ve yer…
Sevdiklerimle birlikte olduğum herhangi bir yer. Bunu yerle açıklayamam. İnsanlarla açıklayabilirim. Ankaralılar ve İstanbulluları ayıran da budur. Biz Ankara’da deriz ki, “Kime gideceğiz?” İstanbullu der ki “Nereye gideceğiz?” Bizim için mekan önemli değil, kişi önemlidir.
Röportaj: Ayşe Arman
Amma zayıflamışsın…
16 kilo verdim! Bu almış halim. Daha da zayıftım…
Biz şurada beş kilo veremiyoruz, insan 16 kilo nasıl verir!
Veriyorsun işte! Gerçekten veremli çocuklar olduğumuza önce bizim kendimiz inanmamız gerekiyordu, bunun için de zayıflamamız şarttı. Kıvanç zaten, ‘Kuzey Güney’ için zayıflamıştı, bu film için de 7-8 kilo daha verdi.
İyi de nasıl yaptınız?
Yemeyerek! Daha doğrusu, ölçülü, düzgün ama az beslenerek. Çekimden önce ben dört kilo verdim, çekim sırasında da kademeli olarak 12 kilo…
Kendi başına mı?
Yok, yok diyetisyene gittim. Zorlanmadım desem yalan olur. Kürek çekerken bile 66 kiloyu görmemiştim, lise kiloma indim resmen.
Peki 16 kiloyu, bu kadar hızlı vermek iyi bir şey mi bünye için?
Değil. Diyetisyenim de bu konuda uyardı beni, ama elden ne gelir. Canlandırdığım şair Rüştü Onur’la ilgili bir külliyat vardı elimde. E görüyorum, adamın zapzayıf. Kimseyi 82 kiloluk bir Rüştü Onur’a inandıramazdım. Kilo vererek, filmin içinde daha gerçekçi bir şekilde var oldum. Bir de filmin başında 78 kiloydum, sonunda 66oldum. Tam ölüm sahnesinde, artık erimiş gitmiş bir adamdım.
Bayağı bir ‘öz disiplin’ bu…
Evet, benim için mükemmel bir nefis terbiyesi oldu!
Arada hiç mi kebap çekmedi canın…
Çekmez olur mu? Çekti. Ama yemedim. Acılı bir süreçti. Beni çok hırpaladı. Bazı geceler istiyorsun ki bir ödülün olsun, bir parça çikolata, bir adet baklava… Olmuyor ama!
Peki ya ruh halin? Savrulmadın mı oradan oraya?
Savruldum ama o bana yaradı. Şeker almamak, insanı depresif ve kötü hissettiriyor. Buna ihtiyacım vardı. O zayıflığın ve besinsizliğin insana getirdiği ruh hali, rolüm için bana gerekliydi. Şair Rüştü Onur öyle bir karakter zaten.
Mutluluk…
Benim için mutluluk, keşfetmek. Keşfedip, idrak etmek. Kendimi keşfetmek, bir kadını keşfetmek, bir kadınla ilgili bir ayrıntıyı keşfetmek…
En büyük korkun…
Sevdiğim birini kaybetmek.
Başarısızlık?
Keyif için yaptığım bir şeyin, zorunluluk haline gelmesi. Mesela bu işi tamamen keyif aldığım için yapıyorum. Keyif almadığım noktada döner giderim. Para da umurumda olmaz. Çünkü standardımı hiç yükseltmedim. Fazla para lazım değil bana. Kitabım ve gitmek istediğim filmlerle iyiyim. İyi bir araba alayım, iyi bir ev alayım derdim yok. Standartımı da yükseltmek istemiyorum. Öyle yaparsam, istemediğim bir diziyi kabul etmek zorunda kalabilirim.
Kazandığın paralarla ne yapıyorsun peki?
Film yapıyorum. Ya da çok beğendiğim kitapların, oyunların teliflerine yatırıyorum. Daha bir mülk edinmedim, arabadan başka…
En çok saygı duyduğun yaşayan insan?
Hüseyin diye bir arkadaşım. Kimse tanımaz Hüseyin’i. Bir lokma bir hırka felsefesini benimsiyor ve gerçekten uyguluyor. Hayatta bambaşka bir yerde duruyor. Ve mutlu. Ona çok saygı duyuyorum. Budizme inanıp evde jambon yiyen adamlar var ya onlardan değil. Hüseyin benim için bir umut gibi, ‘böyle de yaşanabiliyor’un göstergesi.
En sevmediğin özelliğin?
Aceleciliğim. Mükemmeliyetçiliğim.
Hangi yeteneğe sahip olmak isterdin?
Çok iyi enstrüman çalmak isterdim. Keman olabilir.
Hayat motton…
Keyif almadığım, bana dert yaratacak her şeyi terk edip gitmek.
Şu dönemki ruh halin?
Çok değişken. Türkiye gibi.
Kendinle ilgili değiştirmek istediğin bir şey var mı?
Hayır diyebilmeyi öğrenmek istiyorum.
İstanbul dışında nerede yaşamak isterdin?
Londra’da ya da Artvin’de. Artvin büyüleyici bir şehir.
Hayattaki en büyük zavallılık nedir?
Bir şeye mecbur olmak. Başkalarının mutluluğu için yaşamak da zavallılık…
En değer verdiğin kavram ne?
Dürüstlük. Ama önce kendine dürüstlük. Bunun üzerine felsefe kitabı yazabilirim.
Bir erkekte olması gereken özellik...
Erkek onuruna, gururuna ve testosteronuna biraz uzak durursa, iyi insan olmaya daha yakın olabilir.
Hayatının kahramanları...
Şu anda aklıma Çiğdem Mater’in annesi Nadire Mater geliyor. Duruşuna, tavrına hayranım.
Oyunculuğuna hayran olduğun insanlar…
Philip Seymour Hoffman. Her rolde başka bir şey oynuyor. O sadelikte, sahicilikte ve o cesarette bir gün kamera karşısında var olmayı çok isterim. Türkiye’de onun ayarında çok az oyuncu var. Nergis Öztürk’e bayılıyorum mesela. Oynadığı her rolde çok iyi var oluyor.