Multifonksiyonel bir güzel: Tuba Ünsal

Her gün kendini geliştirerek karşımıza çıkan Tuba Ünsal, şu sıralar ‘asıl işim’ dediği oyunculuğuyla tekrar karşımızda…

Multifonksiyonel bir güzel: Tuba Ünsal

Aşkta nasıl bir evredesiniz?
Gerçekten ‘endless love’ denilen şey insanın çocuğuyla yaşadığıymış. O bambaşka bir şey. Benim Sare’den sonra artık aşka bakışım bambaşka. Bu, gerçekten aşk.

Ne zaman huysuzlaşırsınız?
Sık sık huysuzlaşabilirim. Trafikte huysuzlaşırım örneğin. Bir de üzerime çok fazla sorumluluk almayı seviyorum. Başkalarının sorumluluklarını da alıyorum hatta. Bazen dolabiliyorum ve ‘dağılın’ oluyorum. O böyle beş dakikalık bir gerginlik süreci oluyor. Sonrasında hemen sakinleşiyorum.

Stiliniz, tarzınız hep farklı ve dikkat çekiyor. Özel tasarım ve tasarımcı kıyafetlerini sevdiğinizi de biliyoruz. Alışveriş rotalarınız genellikle nereler oluyor?

Tasarıma harcanan parayı gerekli buluyorum çünkü Chanel, Louis Vuitton gibi markaların tasarımlarına sahip olmak hoşuma gidiyor. Ama kendi stilimi yaratırkenki en önemli detay, o önemli parçalarla normal günlük hayatta herkesin ulaşabileceği parçaları kombinlemek. Bu yüzden her yerden alışveriş yapmayı seviyorum. Outletlerden alışveriş yapıyorum, çünkü sezon ve trend denilen şeyi takip etmiyorum. İnsanların bilmediği görmediği tasarımları almak, satılmayan şeyleri keşfetmek daha heyecanlı oluyor.

Siyaset, gündem… Bunlarla da ilgilisiniz Twitter’dan takip ettiğimiz kadarıyla…

Ülkemde neler oluyor neler bitiyor takip ediyorum ve duyarlıyım bu konuda. Kapalı ve kendi kutusunda yaşayan biri değilim. Bu yüzden sosyal medyada beni takip eden insanlara, duyurabileceğim kadar kendi fikirlerimi duyurmaya çalışıyorum. Çünkü sosyal medya sayesinde artık herkes kendi gazetesinin yazarı ne de olsa.

Ne kadar başarılı olursanız olun, siz hep bir şekilde güzelliğinizle de anılıyorsunuz, anılacaksınız. Peki güzellik konusunda takıntılarınız var mı?

Cildime özen gösteriyorum. Makyajlı uyumamaya çalışıyorum. İçeriğinde paraben ve hiçbir kimyasal madde olmadığı için Ren markasının ürünlerini kullanıyorum. Sağlıklı beslenme kısmı ise bende pek yok.

Şu sıralar hayatınızda sizi en çok heyecanlandıran gelişme nedir?  

Koton’la yaptığım geçen sezonki mezuniyet koleksiyonu çok başarılı olunca, yılbaşı için de iş birliği yaptık. Böylece, yeni yıl parti kıyafetlerimiz çıktı ortaya. Ve Orta Doğu’da da satılmaya başladı. Bu benim için çok önemli. Beni oyunculuğumla tanıyan bir kültürde, Koton mağazalarında corner’ımın olması, sadece tasarımın satılmasından daha önemli. Çünkü görünürlüğümle de Orta Doğu’ya gitmiş oldum. Şu anda beni en çok heyecanlandıran gelişme bu.


Bir anda Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisinde rastladık size. Bizim için sürpriz oldu, peki ya sizin için?
Bu kadar iyi bir dizinin ekibine dahil olmak benim için de çok güzel bir sürpriz oldu. Çünkü benim televizyon izleme kültürüm yok, ama bildiğim izlediğim, karakterlerine aşina olduğum tek dizi buydu. Hamilelik dönemimde mesela, Amerika’dan diziyi takip ediyordum.

Tuba Ünsal’ın pek çok şeyde parmağı var. Ya da 10 parmağında 10 marifet var desek daha doğru aslında. Model, sunucu, oyuncu, yazar, tasarımcı… Peki siz en çok hangisisiniz acaba?
Ana işim ve mesleğim, oyunculuk benim. Diğerleri, hobilerim. Hobilerimin hayatıma profesyonel olarak yansıması diyebilirim.

Bu ‘hala büyümeyen kız çocuğu’ algısı sizi rahatsız ediyor mu? Yoksa tam aksi mi?

Yok, rahatsız olur muyum! Gayet memnunum ben. Genç kızlar için rol model oldum. Bir yanda anneyim, bir yanda başarılı bir iş kadınıyım, bir yanda da hala ‘bizim kız Tuba’ durumu var. Bu algının olması için uğraşmıyorum ama bu benim. Kendimi gün içinde hepsine yakın hissediyorum mesela. Toplantıda iş kadınıyım, Sare’yle oynarken çocuğum, onunla ilgili sorumluluklarımda anneyim. Biraz böyle multifonksiyonel bir kişiliğim var.

Çocuk yaştan beri ünlüsünüz. Hiç, ünlü olmasaydınız acaba nasıl bir hayatınız olurdu diye düşündüğünüz oluyor mu?

Evet, kendimi bildim bileli ünlüyüm. Aksi nasıl olurdu gerçekten bilmiyorum. Hani bunu şöyle analiz etmeye çalışıyorum. Okul dönemime baktığımda, o zaman da insanların bildiği bir kızdım. Şanlıurfa’daki okul dönemimde renk olarak farklıydım, o yüzden insanların bildiği bir öğrenciydim. İzmir’deki hayatıma bakarsanız, çok aktiftim, voleybol takımındaydım, tiyatro kulübündeydim, yine bilinen bir öğrenciydim. Ama  hiçbir zaman ortamda ben ben diye dolanan biri de olmadım. Çünkü zaten biliniyordum.  

Hep pozitifsiniz, derdiniz tasanız yok mu sizin?
Ben hayata mutlu, pozitif ve pembe bir pencereden bakıyorum. Bütün sıkıntı, dertler hayatın içinde var, hepimizin oluyor… Ama ben dertli, tasalı durumlarını bile çok çabuk atlatabiliyorum. Hemen parlayıp ardından hemen sönüp ‘tamam o zaman ne yapacağız?’ diyorum.

Bu piyasanın içinde sizi en çok ne mutsuz ediyor?
Bu işin hala bir piyasa olması, sektör olmaması. Hala çalışma hakları yok hala 120 dakika süren diziler var. Geçen gün bir gazetede bir yazı okudum; ‘Bir futbolcuya futbol maçları çok iyi reyting alıyor diye, 170 dakika maç yapacaksın diyebilir misin?’ diye… Bu da onun gibi bir şey. Bu sektörün gitgide çöküşünü görüyorum ve çok üzülüyorum.

Diğer yandan da kimseyi takmayan bir havanız var…

Evet doğru kimseyi takmıyorum. Takacağım insanları seçiyorum, diğer durumları da takmıyorum.

Şans! Hayatınızın neresinde?
Öyle çok şanslı bir insan değilim. Ben şansını kendi yaratanlardanım. Hep çok daraldığım zamanlarda, ‘Neden hayat benim için bu kadar zor?’ ya da “Neden başarılı olmak için bu kadar çok çabalayıp bu kadar emek sarf etmem gerekiyor” derim hatta. Bana ‘ama sen şanslısın’ diyemezsiniz. Ben gerçekten şans bana geldiğinde hazır olmaya çalışıyorum o kadar. Böyle olması gerekiyor. Çünkü bir sürü şey hayatımızda es geçiyor. Bir sürü şey karşımıza çıkıyor, ama göremiyoruz. Geldiği zaman hazırsan eğer, sen dönüm noktanı yaratmış oluyorsun.

30’lu yaşlar umduğumuz gibi mi geçiyor peki?

Yaşın rakamsal haline takılmıyorum. Benim için pek bir ifadesi yok.

Öyleyse şöyle soralım; kendinizde bir 10 yıl öncesi ile ne gibi farklar hissediyorsunuz?

Çok daha bilinçliyim. Ayaklarım yere daha sağlam basıyor demeyeceğim, çünkü ben 16 yaşında ilk vergimi verdim. Ve ciddi vergiler ödedim. 16 yaşında da ayaklarım yere çok sağlam basıyordu; şimdi artık magma tabakasına ulaşmış durumda.

Peki bunca şey içinde kendinizle en çok hangi konuda gurur duyuyorsunuz?

Sare’ye iyi bir anne olduğum için gerçekten gurur duyuyorum.

Kendinizle çatıştığınız, çelişkiye düştüğünüz durumlar oluyor mu?
Benim felsefem, olabildiğim kadar iyi insan olmak. Gücüm yettiğince herkese yardım etmeye çalışıyorum. Bu, hayatımdaki insanlar olur, hayatımda olmayan elimin yetebildiği insanlar olur fark etmez. Elimin değdiği herkese güzellik katmaya çalışıyorum ama sonrasında da beklentim fazla oluyor. Bu ikisi birbiriyle çelişiyor. ‘Ben bunları bunları yaptım, peki neden benim başıma bu geldi” diyorum sonra. Oysa, iyilik yap denize at diyebilmek gerekiyor ama olmuyor. Çok emek veriyorum gerçekten iyi bir insan olmak için çünkü.

Çocukluğunuzla ilgili en çok hangi tabloyu özlüyorsunuz?
Annem, babam, ablam, ben… Yani çekirdek aile olduğumuz zamanları. Ben çok şanslıydım; çünkü anne ve babayla büyümek bir sonraki jenerasyon için çok öteki bir durum olacak. Boşanma oranları çok arttı. Bizim ebeveynlerimizin bilinçaltı aile kurmak ve onu korumak yönündeydi. Şimdi bizde öyle bir bilinç yok. ‘Neden uğraşayım ki?’ durumundayız. Bu yüzden biz anne babasıyla büyüyen, bunu yaşayan son nesiliz galiba.

Sare’ye bu konuda nasıl yardımcı olmaya çalışıyorsunuz?
Biz yeni jenerasyon mutlu aileyiz. Sadece aynı evde yaşamıyoruz. Babasıyla mutlu bir hayatı var Sare’nin benimle de ayrıca mutlu bir hayatı var. Aynı evin içinde mutsuz anne-baba ile yaşayan çocuklar büyük trajedi yaşıyorlar. Oysa sare, mümkün olabilecek en mutlu şekilde büyüyor.