Murat Dalkılıç zirvesi
Sekiz yıldır bestelerini ve sözlerini yaratıcı zekasıyla harmanlayarak, kitleleri yenilikçi bir zirvenin tepesindeki müzik ziyafetine sürükleyen bir sanatçı o… En gerçek versiyonuyla bir Murat Dalkılıç deşifresi takdimimizdir.
Bugün olduğunuz noktada oyunculuğa dair gerçekleştirmek istediğiniz hayalleriniz de var mı?
Tabii ki var, sonuçta ‘show business’ bence bütünüyle var olması gereken bir dal. Her an bir sürpriz olabilir. Çok enteresan projelerimiz var, şu an söyleyemiyorum. İnsanları şaşırtmayı çok seviyorum. İşin sonunda takdir edilmek en büyük mutluluk ama şimdilik olana kadar hepsi sır diyelim.
Bu ülkede müzik sektörüne dair neyin iyileşmesini ve gelişmesini isterdiniz?
Parası ve lobisi olandan ziyade vizyonu ve yeteneği olan insanları görmek sektörü geliştirir. Her popülarite sezdiğinde ellerini ovuşturmayan patronlar olsa ne güzel olur mesela... Zevkle gidip arkadaşlarımızı alkışlayacağımız, yeri geldiğinde imreneceğimiz ödül törenleri olsa... Doğru bir telif sistemi olsa... Olsa da olsa! O kadar çok şey var ki düzelmesi gereken...
Dünyadan takip ettiğiniz, albümlerini, konserlerini kaçırmadığınız isimler kimler?
Dünyada bizi geliştirebilecek, onlardan feyz alacağımız o kadar çok şey yapılıyor ki; sadece birkaçını takip etmek anlamsız olur. Genel olarak takip etmek lazım. Mümkün olduğunca hem burada hem dünyada konserlere gitmeye çalışıyorum. En son Paris’te Adele konserine gittim.
Küçüklüğünüzden beri en sevdiğiniz şarkıcı kim oldu?
Stevie Wonder, Michael Jackson, Prince, Bryan Adams, James Hetfield, Mariah Carey, Celine Dion, Whitney Houston, daha say say bitmez...
Kendinizi kötü hissettiğinizde ne dinlersiniz?
Bülent Ortaçgil beni çoksakinleştiriyor. Aynı şekilde Ed Sheeran da öyle..
Hiç pes etme noktasına geldiğiniz, her şeyi bırakıp kaçmak istediğiniz oldu mu?
Tabii ki oldu! Çok yorucu bir iş yapıyoruz hiç karşıdan göründüğü gibi değil. Şöhret ve başarı kendiliğinden gelen bir durum değil, sabır ve fedakarlık isteyen uzun bir yolculuk. Arada; ‘Murat neden kendini bu kadar parçalıyorsun? Git Kuşadası’na bir bakkal dükkanı aç, geçin git’ diye düşündüğüm zamanlar oldu. Bazen insanlar yaşamdaki varoluş nedenini unutabilir, vazgeçmek isteyebilir ama en önemlisi sizi size anlatan, tekrar hatırlatan ekibinizin, dostlarınızın ve ailenizin olması. Bu anlamda yanımda sağlam ve cesurca duran birçok kişi var.
Aile kavramının sizin için önemli olduğunu birçok röportajınızdan biliyoruz. Peki, siz nasıl bir ailede yetiştiniz?
Annemle babam ben 2.5 yaşındayken ayrılmış. İlkokul bitene kadar annemle İzmir’de yaşadım. Sonra babamın yanına Kuşadası’na gittim. Orada dedem ve babaannemle yaşadım. Dedem bütün ailesini hep bir arada isterdi. Biz de hep koloni halinde yaşadık; bütün kuzenlerimle ve halalarımla hiçbir gün kopmadan... O yüzden şimdi de kalabalık olmadan yaşayamıyorum.
Çocukluk korkularınız nelerdi hatırlıyor musunuz? Hepsini aştığınızı düşünüyor musunuz?
Başarısızlıktan çok korkardım. Ailem hep benimle gurur duymalı ve hep başarılı olmalıyım diye düşünürdüm. Bugün ise başarısızlık beni korkutmaz, her yaptığım işin başarılı olması daha fazla korkutur çünkü bir sonraki aşamada başarıyı katlayarak gidememek benim için başarısızlık demek.
Evlenmek sizi nasıl, ne yönde değiştirdi?
Hiç değiştirmedi. Ne mutlu ki, aynı ben olarak hayatıma devam ediyorum ama çocuğum olursa ne olur bilmiyorum tabii ki…
Bir yılın sonunda evliliğin en keyif verici ve en zor yanlarını nasıl tanımlarsınız?
Bir yıl, evlilik analizi yapmak için az bir zaman. Biz de öğrenim aşamasındayız esasında daha…
Sizce ilişkide bir erkek neyi asla yapmamalı?
Çiçek almayı unutmamalı.
Hissettiğiniz duygunun sevgiden öte aşk olduğunu nasıl anlarsınız?
Bence sevgi aşktan daha öte.
Fedakarlığın bir sınırı olmalı mı?
Ne için fedakarlık yaptığına bağlı. Anlamsız bir fedakarlığın ne lüzumu var? Sonucunda iyi şeyler olacaksa fedakarlık hep değerli bir şey.
Aynı evin içinde iki yaratıcı kişilik olunca merak ediyorum, kendi özel alanlarınız var mı? Yalnızlık ve sessizlik ritüeline ihtiyaç duyuyor musunuz?
Kendi özel alanlarımız olmak zorunda çünkü enerji çok büyük ve devamlı kafa çalışıyor. Öteki türlü birbirimizi yorarız. Ben sabah kalkar ofisime gider, konserim varsa onu yapar, eve işsiz dönerim. Ev dinlenme yerim.
Özel hayatınızı gerçekten özel tutmayı başaran bir çiftsiniz. Öyleyse, magazin basınına suç atmak yerine işin sırrı istemek diyebilir miyiz?
Biz bunun için çaba harcıyoruz. Dikkatsiz davranmıyoruz, dışarıda etkinliklere çok katılmayı seven bir çift değiliz zaten. O yüzden yaşadığımız bize kalıyor. Kendimize alanlar yaratmayı becerebiliyoruz. Bizim istediğimiz kadar biliniyoruz.
Bir röportajınızda erken yaşta çocuk sahibi olmak istediğinizden bahsetmiştiniz. Bu dileğiniz hala devam ediyor mu?
Artık erken yaş değil, yavaş yavaş zamanı geliyor.
Yaklaşık iki yıl önce; “Kendimi yetişkin gibi hissetmiyorum” demiştiniz. Geçen sürede kendinizi yaşlı hissettiğiniz oldu mu?
Zaman zaman hissediyorum ama yetişkin gibi hissetmemek işime geliyor. O zaman hatalara daha kolay bahaneler uyduruluyor.
Geceleri mi yoksa gündüzleri mi daha üretken oluyorsunuz?
Ortamın sessiz olduğu her an.
Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Serhat Hayri
Konu müzik olunce objektif olmakta zorlanıyorum. O yüzden hiç zorlamayacağım ve subjektif bir cümle ile açılışı yapacağım. Şu ülke sınırları içerisinde Sezen Aksular, Ajda Pekkanlar, Kayahanlar gibi devler ligini bir kenara bırakırsak her bir şarkısını ilk günden beri bıkmadan döne döne dinlediğim, konserlerini en önden bağıra bağıra izlediğim bir isim varsa o da Murat Dalkılıç. ‘Neyleyim İstanbul’u’, ‘Yalan Dünya’ ve ‘Kıyamadım İkimize’ o kadar vazgeçilmezler ki… Özelden genele gidersek eğer, maceracı hamlelerini üretken zihni ve müzik dehasıyla birleştiren bir sanatçı çıkıyor karşımıza. Çok küçük yaşta girdiği müzik camiasında her şeyi kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya elde ederken dünyaya da tek bir amaç uğruna geldiğine inanmaktan bir an olsun vazgeçmiyor; sahnede olmak ve insanların güzel vakit geçirmesini sağlamak! Şeytan tüyü tabirini anlamlandıran şahsın kendisi olduğuna da şüphe yok. Fotoğraflara göz gezdirirken şu soruya yanıt verin lütfen; sizce de her haliyle etkileyici değil mi? Gözlerinin ifadesi ve gülüşü sayesinde fantastik bir karakterin havasına sahip olan Murat Dalkılıç, birçokları için altı boş bir şekilde kullanılan samimiyet kelimesinin hakkını veren, olduğu gibi olan, gerçek bir adam. Yoğun ajandası ile özel hayatını dengelemeyi oldukça iyi başaran yakışıklı sanatçının en güzel ilham kaynağı kuşkusuz sevgili eşi Merve Boluğur. Hal böyleyken, onun için yazılmış şarkıların adını öğrenmeden geçemiyorum elbette; ‘Uğur’ ve ‘Sonsuz Olan’ bir kez dinledikten sonra playlist’inize hızlı bir giriş yapabilir, bizden söylemesi... Yazın piyasaya çıkardığı son albümü Epik ile değişimi ve dönüşümü notalarla anlatan Murat Dalkılıç, müzik listelerinin en üst sıralarından inmeyen parçaları, aldığı onlarca ödül ve sosyal sorumluluk projeleri ile adını kalıcı bir imzaya çevirmeyi başardı. Sırada, yüksek enerjisinin açtığı yolda zamansızlığı yakalamak var ki bunun da ironik bir şekilde çok zaman alacağını sanmıyorum. Ne de olsa, kalplere işleyen bir sesi unutmak mümkün değil.
Sahneye çıktığınız ilk anı elbet hatırlıyorsunuzdur. Neler hissetmiştiniz?
İlk kez 15 yaşında sahneye çıktım; ortaokulda kurduğum grubun solisti ve gitaristi olarak. Cesaretim bana ve arkadaşlarıma yol gösterdi. Az olan müzik bilgimize rağmen sahneye çıkıp bizi izleyen ailelerimizi ve gelen misafirlerimizi şaşırtacak bir performans sergilemiştik. İlk sahneye çıktığımdaki alkış beni bugünlere getirdi. 18 yıl geçmiş hala dün gibi aklımda ilk sahne heyecanım.
O yıllardan itibaren heyecanınızı kontrol etmek adına uyguladığınız bir sahne öncesi ritüeliniz var mı?
Hayatımın değişik dönemlerinde değişik ritüellerim oldu. 20 yaşından 23 yaşına kadar haftada yedi gün sahne alırken, tadı güzel olmamasına rağmen her gün sahneden önce meyankökü balı attım ağzıma. O kadar alışkanlık yaratmıştı ki olmadığı zaman sesim çıkmayacakmış gibi geliyordu.
Aslında Beykent Üniversitesi Oyunculuk Bölümü mezunusunuz. Beste ve söz yazarlığına geçiş süreci nasıl oldu?
Müzik, hayatımda tiyatrodan daha önce geliyor. Tiyatro eğitimini de sahne için aldım. Sahnede daha etkili biri olmak adına da diyebiliriz. Bu eğitimin sahne üzerindeki pozitif etkisini kullanmak beni mutlu ediyor.
Gelecekte mesleğinize dair mutlaka gerçekleştirmeyi istediğiniz neler var?
Gitar, piyano ve trompet çalıyorum. Ama enstrümanist yönüm hep geride kaldı mecburen. Müziğin ‘business’ tarafıyla ilgilenmek zorunda kaldım. O yüzden bundan sonra enstrümanlara daha çok vakit ayırmak istiyorum.
Hayatınızda neyin asla değişmeyeceğini düşünüyorsunuz?
İşimin değişmesinin imkanı yok!
Başkalarının negatif eleştirilerinden ya da olumsuz düşüncelerinden ne kadar etkilenirsiniz?
Dikkate alırım ama kötü yönde etkilenmiyorum. Eleştiriden tutup çıkardığın şeyler çok önemli kendini geliştirmek adına. Ama haddini aşanlardan bahsetmiyorum elbette, onları görmüyorum bile...
30 yaşından sonra en çok neden yorulduğunuzu ya da bıktığınızı fark ettiniz?
Bıkmak bana çok küstahça geliyor genel olarak. Hayatta yaşanan iyi ya da kötü her şey birer lütuf bence. Bu lütufları nasıl değerlendirdiğin önemli... Bıkkınlık kendi yarattığın bir şey yani faturayı kendine çıkarmayı da bilmek lazım.
‘Ah keşke gerçek olsa’ dediğiniz neler var içinizde?
Keşke demiyorum direkt yapmak için hamlede bulunuyorum. Şarkıda da yazdığım gibi; ‘Hayat da bir rüya mirim! Senin düşün bu görmek istediğin… Önünde koskoca bir resim! Boya gitsin!’
Bugüne dek size verilen ders niteliğindeki en unutulmaz öğüt ya da tavsiye neydi?
18 yaşında çok önemli bir gece kulübünde sahneye çıkmaya başlamıştım. O yaşta bana verilen değer, o mekandan ekmek bekleyenlerin benden beklentisi, beni dinlemeye gelenlerin beklentileri çok büyüktü benim için... Hep iyi ve enerji dolu görünmek zorundaydım. Ufuk Abim vardır benim, o mekanın müdürüydü, hala da müdürüdür; “Buradan her gün içeri girerken, kapının yanında senin bir masken var onu tak, giderken de aldığın yere bırak’’ dedi... Bana o andan sonraki hayatımda yapmam gerekeni özetlemişti resmen.
Birden çok kez gördüğünüz bir rüya var mı?
Evet, epeydir görmüyorum ama rüyamda hep uçardım eskiden. Gömleğimin düğmesini çevirince ayaklarım yerden kesiliyordu, çok zevkli!
Bucket list’inizin bir başka deyişle ölmeden önce yapılacaklar listenizin ilk üçünde neler var?
Büyük beyazlarla kafes dalışı. Avustralya’da altı gün jetlag’den kurtulamadığım için gidemedim çok sinirim bozuldu ama özel olarak gideceğim mutlaka. Kuzey ışıklarını görmek ve sahada bir NBA finali izlemek. Hepsine çok yaklaştım ama bir türlü yapamadım. Demek ki zamanı varmış.