“Nil Nehri’nde bıraktım bir parçamı”

Bol bol şarkı yapıyor, hayallerinden besleniyor, durmadan üretiyor...

“Nil Nehri’nde bıraktım bir parçamı”


En son ne size şarkı yaptırdı? Nasıl bir şarkı bu?
‘Kibar’ kelimesi… Bazı kibar insanların sırf kırılmamak için öyle olmaları içimi burktu. Düşünsenize, kendi kalpleri kristalden diye, dikkatle yürüyorlar. Her kibar bu kibara girmez; ama kibar var, kibar var. Kibarlık çoğu zaman sinirimi bozar. Kabalıktaki samimiyeti gizler, yok eder.

Son albümünüzde farklı bir isimle çalıştığınız için farklı şeyler çıkmıştı ortaya.. Yeni albümünüzde nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz?
Şu anda hiç bunları düşünmeden, şarkılar biriktirmeye çalışıyorum. Henüz karar vermedim ne yapacağıma. Single mı, albüm mü, internet mi?.. Nasıl bir ses dünyası olacak bilmiyorum. Şarkılar çıksın meydana, onlar söylüyor zaten ne istediklerini.

Sahnedeyken ve sahneden indikten sonra hissettiklerinizi neye benzetiyorsunuz? Çikolata yemek ya da alışveriş yaparken aldığınız haz gibi mi mesela?

Evde bir fotoğraf var. U2’nun bir stadyum dolusu insanın olduğu bir konsere çıkmadan önce sahneye çıkan merdivenlerde çekilmiş bir anı. İlk gördüğümde, ‘Herkes ne kadar aynı’ diye düşünmüştüm. İster 50 kişiye söyle ister 50 bin, hep bir insanlık hali. Üç beş kişi merdivenin orda, boş bir ifadeyle bekleşiyor işte. Yapayalnız… İnince de aynı şey. Otel odasına dönersin. Bilgisayarını açar, TV’de normalde hiç izlemeyeceğin bir film izler ya da uyursun. Sahnenin üstü dersen, bak o bambaşka! O hissi anlatması zor ve hiçbir şeye benzemez. Uçar gidersin. Uçup gitmezsen, kimseyi uçuramazsın çünkü. Sahne üstündeki halime ben bile başka yerde rastlamam. Beni tanıyanlar da şaşırır. Orda kontrolümü kaybederim bir tek. Çok şanslı sayıyorum kendimi sahnede yaşadığım için. İnsanlar eğlenmeye giderler. İşte o gittikleri yer biziz. Bu işi yapanlar, ta kendisiyiz yani. O yüzden ben eğlenmeye gitmeyi falan sevmem. O eğlenceden bir şey anlamam. Sahne, en sert içkilerden daha sarhoş edici… Hani filmlerde olur, biri dans eder kendini kaybeder, herkes daire olur izler. İşte sahnede hep yaşanıyor o. Seven var sevmeyen var. Ben müptelasıyım o kayboluşun.

Ekşi Sözlük’te sizin için “Sadece Wax poetic’le çalışsın; hatta gitsin yurt dışına falan yerleşsin diye düşündürüyor beni zaman zaman...” demiş bir yazar. Hiç yurt dışında kariyer planları yaptığınız oluyor mu?

Oluyor. Yaşamak da istiyorum bazen. İki yerde de yaşayayım, Türkiye’den bunaldığımda oraya kaçayım; beni beslesin, emzirsin, özgürleştirsin, sonra geri yollasın ki, sevdiklerime geleyim, buradakilere gördüklerimi göstereyim istiyorum. Ev kiralama ve ikili hayat yaşama denemelerim oluyor arada. Ama Türkçe benim anadilim. Başka yerde, daha azalıyorum sanki. Aslında İngilizce’de sesimi daha çok beğeniyorum. Şarkılar da yazıyorum. İlk yazdığım şarkılar hep İngilizce’ydi. Eğer bir gün bana kıro ve taklit gelmeyen bir tanesini yazar ve de ona tam güvenirsem, çıkarırım ortaya.

Sinema filmi gelecek mi Arog’dan sonra? Devam mı, tamam mı?
Bilmem. Eğlenceliydi Arog. Kendimi beğendiğim ve beğenmediğim yerleri var. Film bitince, “Haaaa anladıııım” demiştim. Öyle bir şey; her şey gibi, yapa yapa rahatlıyorsun herhalde. Müziği çok seviyorum. Oyuncu olma hayalim hiç olmadı. Ama denk gelirse sevdiğim bir şey, olabilir tabii. Her şey birbiriyle iç içe. Sahne de bir performans.

Kıyafetlere olan düşkünlüğünüzde biraz durulma söz konusu mu? Yoksa tam gaz devam mı? Bir zamanlar rock’çı, postallı Nil’den bugünlere... Nasıl yorumluyorsunuz bu durumu?
Ne giydiğimi, özellikle de sahnede, önemsiyorum. Çünkü müziğimi tamamlıyor. Giydiğim şey de, insanlara kendimle ilgili ipucu verebilmem için bir fırsat. Hala deliler gibi gezip, benim için yapılmış olduğunu düşündüğüm şeyleri topluyorum. Bir gün bir sergi açacağım onlardan; çünkü gerçekten bazıları sanat eseri gibi. Müzik, kıyafet ve klip, yani sesle görsel hiç olmadığı kadar iç içe. Bir şeye bakmadan müzik dinlemek, artık çoğu insanı kesmiyor. Sahnede ne giyeceğime konserden bir saat önce, tamamen o an nasıl hissettiğime göre karar veriyorum. Evde öyle bir sistem yaptım ki, bütün kıyafetlerimi görüyorum. Böylece akla gelmeyecek kombinasyonlar çıkabiliyor ortaya. Ruh halime uymayan bir şey giyersem performansım düşer, kendime güvenim azalır. Bu da, başa gelecek en fena şeydir sahnede.

Son aldıklarınız arasından en enteresan parçalar hangileri?
En son Paris Moda Haftası’nda arkadaşım Hüseyin Çağlayan’ın defi lesine gittim. Onun yaptıklarına hayranım. Hazır oradayken bir şeyler aldım. Aldığım en tuhaf şeylerden biri Vivienne Westwood’un kumaş topu gibi olan elbisesi. Ama son zamanlarda beni kıyafet manasında en cool hissettiren buluşum, Martin Margiela’nın vatkaları açık olan siyah ceketimin omuzlarına koyduğum yapma çiçekler. Bu da aklıma sizinle birlikte çekim yapacağımız sabah geldi. Çatıya koşup, aldığım ve kullanmadığım bir demet çiçeği kaptım ve ceketin omuzlarından içeri soktum. Harika oldu bence! Ve üstelik hiç böyle bir şey görmedim. Hatta sahneye de bunun benzeri ve hatta abartılısı bir çiçek vazosu haline gelmiş ceketle çıkmak istiyorum.
Henüz taklidin bile çıkamadı, demiş biri Nil Karaibrahimgil’e geçenlerde… Ne kadar doğru söylemiş. Çıktığı ilk günden beri yaratıcılığıyla, ürettikleriyle, yenilikleriyle; kısacası farkıyla dinletti ve izletti kendini. Ona yakışır bir düğünle de hayatının aşkına kendi deyimiyle ‘hep yan yana durmak için’ kocaman bir “Evet” dedi; Nil Nehri’nde ‘Nile Adventurer’ gemisinde… Tüm bunları konuşmak ve Elele’nin nisan kapak çekimini gerçekleştirmek için kalabalık bir ekiple başladık hazırlıklara… Nihat Odabaşı’nın üstün performansı, (üstün performans diyorum, çünkü çekim günü Nil’i çekmeye doyamadı) ekibin enerjisi ve tabii ki Nil’in doğallığı ve güzelliğiyle nefis kareler çıktı ortaya. Bu arada Nil’in çekimde kullanmak üzere getirdiği kıyafet ve aksesuar dolu bavulları açıldıkça, kendimizi kaybetmedik desem yalan olur. Bol kıyafet, kahkaha ve humuslu köfteli dürüm eşliğinde eğlendik hep birlikte…

Nil kıyısında neler oluyor bu günlerde?
Kıyılardan sonra rüyalara dalıyorum. Baharla beraber yeni bir klip geldi ve mayısta vereceğim 15 üniversite konserinin sahnesiyle uğraşmaya başladım. Turnemin teması ‘rüya’ olacak. Afyon’dan Sivas’a kadar üniversitelere rüyalarımı taşımak istiyorum. ‘Rüya takımı’ diye bir ekip kurdum. İçinde işlerini beğendiğim ve çalışmak istediğim bir grup arkadaşım var. Bazılarıyla yıllardır beraber çalışıyorduk zaten. Dün sabah uyandım ve rüyamda gördüklerimi bir kağıda çizdim. Su akıtan dolaplar, at bornozlu kadınlar falan vardı. Aylardır sahnemi ne hale getireceğimi düşünürken, sonunda buldum. Bundan böyle benim şovumda rüyalarımdan parçalar göreceksiniz. Sihir de olacak bunun içinde. Ses için de, İngiltere’den bir konserde duyup çok beğendiğim bir ton maister geliyor bu turne için. Bir bahar heyecanı var yani. “Hadi bir şeyler yapalım, şaşırtalım, sevindirelim, eğlenelim” modundayım. Son klibinizle yine fark yarattığınızı düşünüyorum.

Hikayesini anlatır mısınız? Nasıl ortaya çıktı?
Klibin üzerinde yazdığı gibi, Sinan’ın evinde toplandığımız yağmurlu bir günde çıktı o klip. Sinan, bahçeye dikti kamerayı, üzerine de bir şemsiye. Saçsız, makyajsız kamera karşısına çıktığım ilk klip. Aylarca çekmecede durdu. Yayınlayıp yayınlamamayı çok düşündüm; çünkü içinde sevdiğim insanlar var ve ben özel hayatını özel tutmaya çalışan biriyim. Ama klip o kadar güçlü ve doğal geldi ki bana, göstermek istedim. Ayrıca, çalıştığım web şirketi Igoa’yla ‘www. kirildim.com’u açtık. İnsanlardan, kalplerinin neye kırıldığını yazmalarını istedim bu kliple. Sonsuza dek aksın istiyorum orada kalp kırıklıkları. Her gün yüzlerce insan, inanılmaz güzel ifadelerle bir ipe diziliyorlar sitede inci taneleri gibi. Konserimde de olacak bazıları bu yazıların. Şarkı yazılır çoğundan; öyle güzeller... “Eşcinselim dedim, kırıldım” sözü, site ilk açıldığında favorimdi. Haftalarca cep telefonumun wallpaper’ıydı.

Şu sıralar neler okuyorsunuz?
Her şeyi. Birçok şeyi. Yine de hiçbiri şu ana kadar aradığım kitap değil. Olsun bulurum.

Bir derginin ‘50 Yaratıcı Türk’ listesine girdiniz… Sizce neler bu sıfatı kazandırdı size?

Üretmeye ve fikirlere olan hayranlığım. Belki biraz da cesaretim. Geçenlerde son zamanlarda duyduğum en güzel iltifatı etti birisi bana “Hala taklidin bile çıkamadı” dedi. Saçma bir laf düşününce, ama düşünmeyince, bir anda çok hoşuna gidiyor insanın.

Hayatınız boyunca yapılacaklar listenizden birkaç madde söylemenizi istesem?

Çocuk doğur, Tokyo’ya git, o şarkıyı yaz. “Korkmadan ‘Evet’ deme vakti” demişsiniz bir yazınızda? En son nelere “Evet” dediniz cesurca? Serdar’a. “Hep yan yana duralım mı?”ya. Hayatınızda ertelediğiniz şeyler var mı?
Hmmmm! Pek ertelememeye çalışıyorum ama ne yazık ki, ben ertelemeden hiçbir şeye karar veremem. Yani ertelemek benim için tam zamanı olmuş oluyor bu durumda.

En son neye çok sevinip havalara uçtunuz?
Beğendiğim bir şarkıyı piyanoda çıkardım ve çaldım diye sevinçten uçtum. Halbuki basit de bir şeydi. Herkes bulurdu yani öyle bir şey.

Uzun süreli bir ilişkinin sonunda evlendiniz? Özel bir evlilik teklifi aldınız mı, daha spontane mi gelişti?

Bu da bir sır olsun. Her şey de anlatılmasın, bilinmesin. “Evlilik benim solmam demek” dediniz şarkınızda, yaklaşık 10 sene önce… Şimdi öyle düşünmüyorsunuz belli ki… Aynı şarkıda “Evlenmek gerek, aman gün almasın otuzundan, bir tane bulunsun aynı babasından” da diyorum ama. Siz bana bakmayın ben her şeyi diyorum. Nil kıyısında bir gemide evlendiniz…

Hayalinizdeki düğünü mü yaşadınız tam olarak?
Hep bir yanım, ‘Nile Adventurer’ gemisinde seyirde olacak. Arada içimdeki kamera oraya geçiyor. Nil üstünde bıraktım ben bir parçamı, öyle söyleyeyim. Herkese tavsiye ederim, Lucsor-Aswan arası o dört günlük gemi seyahatini.

Annelikle ilgili düşünceleriniz ne yönde değişti son röportajımızdan bu yana? Çocuk yapmayı mutlaka düşünüyordunuz üç sene önce…
Kısmet. Çocukları büyüklerden daha çok seviyorum, onlarla daha çok eğleniyorum.

Aşkı taze tutmak ve uzun yıllar yaşamak için nasıl bir reçete önerirsiniz, bunu yaşayan biri olarak?
Değiştirmeye çalışmayın. Hep, ilk neyinizden etkilendiyse onu taze tutun, yeşilliğe su serpen manavlar gibi.

Kıyafet anlamında fark yaratmak için nasıl bir zaman harcıyorsunuz, neler yapıyorsunuz?

İstanbul’dayken çok az alışverişe çıkıyorum. Yurt dışına sefer yapıp, çoğu zaman da Londra’dan topluyorum alacaklarımı; artık o kadar çok gidip geldim ki, orada tanıdığım mağazalar ve genç tasarımcılar var, e-mail’le haberleşiyoruz. “Bak Nil, dükkana böyle bir şey geldi, ilgini çeker mi?” diye kendileri giyip, fotoğrafl arını atıyorlar. Ayrıca artık aradıklarımı dükkanlarda bulamadığım için, randevu alıp showroom’lara gidiyorum. Paris çok imaj odaklıydı. Aslında biraz rahatsız etti bu beni. Tamamı siyah beyaz farklı şeylerden oluşan bir kıyafet yaptım kendime. Arkadaşlarımla buluşmaya Louvre müzesindeki kafeye gittim öğlen. Ve kapıdaki kız bana “Mario Testino’nun masası değil mi efendim?” dedi. Hem hoşuma gitti bu hem de asabımı bozdu. Her şey imaj olmuş orda gibi geldi. Kısacası, soruyu cevaplamam gerekirse, kıyafete vakit harcıyorum, evet. Çünkü ifade araçlarımdan biri. Gitgide aradıklarımı bulamayıp, kıyafetlerimi kendim yapacağım gibi bir his geliyor bana.

En yakın arkadaşlarınız kimlerdir, neler eğlendirir sizi?
Herkes gibi üç beş arkadaşım ve içinde olmaya bayıldığım bir arkadaş grubum var. Onlarla nerde olursam olayım eğlenirim. Müziği fazla ciddiye aldığım için, yüksek ritimli müzik çalan, yanımdakiyle çene çalamadığım yerlere gitmem. Kasılırım, utanırım oralarda. Alkol de sevmem zaten, sahneye çıkmadan önce birkaç bardak zencefi l çayı içiyorum, sahnede de su. Ben kendimle eğlenirim, en çok kendi yaptığım espriye gülerim. Okuldayken hep bu yüzden sınıftan atılırdım; kendim söyler, sonra da gülmekten katılırdım; herkes de kendi şakasına gülen bir insana gülerdi en çok.

Kilolar size pek uğramıyor gibi görünüyor. Formunuza nasıl dikkat ediyorsunuz? Favori sporunuz?
Pilates yapıyorum. Kendi halime bıraksanız spora gitmem ama Allah’tan yıllar önce çalışmaya başladığım pilates hocam Taha var. O olmasa şurdan şuraya gitmem, üşenirim. Taha’ya yıllar önce “Bak hiçbir gün kalçalarım yanlara doğru sarkarak çoğalmasın, bunu sağlayabilir misin?” demiştim. O gün bugündür toparlamaya dikkat ediyoruz. Ama yerçekimi bu! Ve o kazanacak bir gün hahahhaah!

Twitter’kolik ünlülerden misiniz? Ne kadar vakit harcıyorsunuz twitter’da?

kullanıyorum. Orada da web sitem ‘niltakipte’de olduğu gibi üçüncü tekil şahsımla, yani alt benliğimle varım. Oyunlar oynuyoruz. Mesela oyun 7 “ve ıspanağıma hak verdi” cümlesiyle biten, twitter kısalığında anlamlı bir hikaye yazın’dı. İnanılmaz güzel cevaplar geliyor. Birinci yi seçip, kendi çapımda ödüller veriyorum. Kimseye cevap yazmıyorum. Yine de otuz bin takipçim var. Sağolsunlar beni öyle de bağırlarına bastılar. İleride her şeyi twitter’dan ya da mwitter’dan kendi takipçilerimizle paylaşıyor olacağız zaten. Azzz sonra.....

Her şeyin üstünüze üstünüze geldiği anlarda nasıl nefes alırsınız? Kaçış yerleriniz var mıdır?
Evet hemen Londra’ya giderim. Parklarda yürür, sergilere gider, oradaki arkadaşlarımı görür, konser izler, alışveriş yapar, “Oh başka hayat da varmış” der, dönerim. Ayrıca, nefes dersleri almaya başladım. Nefes almanın tek yolu, adı üstünde nefes almakmış! Ah nerelerde neler arıyoruz…