Orijinal Versiyonu Gökçe Bahadır

En iyi kadın oyuncular arasında adını tereddütsüzce başlara yerleştirebileceğimiz Gökçe Bahadır, her rolün hakkını başarıyla verebileceğini ispatlayalı çok oldu. Sırada; kendine has duruşu, orijinal oyunculuğu ile ayrı bir yerde konumlandırılmayı hak eden Bahadır’ı keşfe çıkmak var.

Orijinal Versiyonu Gökçe Bahadır

Röportaj: Filiz Şeref
Fotoğraf: Serhat Hayri
Styling: Rutay Öziş
Saç: Hüseyin Açıkgöz
Makyaj: Ufuk Celep
Fotoğraf Asistanı: Burak Elmalı
Mekan için, Sakarya Tenis Kulübü’ne teşekkür ederiz.


Kamuflaj mı? Değil. Duruşu, bakışı, havası... Soğuk mu? Değil. Daha çok bolca orijinallik içeriyor. Hüzünlü mü? Hiç de bile. Oldukça neşeli ve pozitif. Kısacası; Gökçe Bahadır sıradan bir kadın değil. Görüntüye aldanmamak gerektiğinin pozitif anlamda canlı bir ispatı. Gülünce büyük gülen, üzülünce fazla yüzü düşen bir kadının fiziksel özelliklerinin oyunculukla bu kadar iyi harmanlanması az rastlanır bir şey. Yeteneği ve oyunculuktaki başarısı nedeniyle onun sıradan olmadığını fark ettiniz elbette siz de ama üzerinden süper güçlerini, yani oyunculuk pelerinini atıp da sıradan bir insana dönüştüğünde nasıl bir kadınla karşılaşacağınıza dair bir fikriniz var mı? Şunu söylemek gerekir ki, doğallığıyla, küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenen ‘büyük’lüğüyle, pozitif enerjiyle yapılan her işin kendisine olumlu döneceğine inanan farkındalığıyla, kendisini özgürleştiren vazgeçişleriyle, ödün vermedikleriyle onu farklı bir evrende konumlayabilirsiniz. Bu Gökçe’ye ulaşması ise bir anda olmamış elbette. Zamanın kendisine öğrettiği pek çok şey olduğunu söylerken, kendindeki değişimden epey mutlu görünüyor. Güzellik normlarını, oyunculuk kalıplarını, başarının formatını, mutluluk felsefelerini, kadın-erkek dengesini yaptığımız röportaj vesilesiyle kendisiyle temize çektik biz. Sıra sizde...

Orijinal Versiyonu Gökçe Bahadır - Resim : 1

Bizim kuşak için Törpü karakteri ile başladı sizin hayatımıza dahil olma hikayeniz. Derken Yaprak Dökümü ile kendine sağlam bir temel edindi isminiz. Sonrası da farklı ve çarpıcı karakterlere bürünmenizle geldi zaten... Biz bir oyuncunun başarısını adım adım izlerken ekranda, siz kameraya baktığınız yerden neler gördünüz bu esnada?
Aslında birileri hatırlattıkça ve geriye doğru baktıkça; ‘Ben de ekranda büyüdüm galiba’ diyebiliyorum. Yaşarken, içindeyken bunu hiç fark etmedim. Çünkü çok doğalında yaşanıyordu! Hayat Bilgisi ise elbette her şeyin başlangıcı. Oradaki tüm gençler, yeni oyuncular olarak hem çok farkında olmadan oyunculuğa adapte olduk -ki bu da işin başarısını getiren bir şey oldu- hem de dizinin çok sevilmesiyle içinde bulunduğumuz durumu ve ne noktada olduğumuzu erken fark etmiş olduk. Her yeni projede insanlar beni izlerken, ben de bir yandan yer aldığım projelerle birlikte büyüyor, bir yandan da her geçen gün daha fazla insana ulaştığımı fark ederek işimde bir üst noktaya gelebilmek için düşünüyor ve oynadığım karakterlerin gözünden dünyayı, hayatı yorumluyordum.

Sizi bugüne taşıyan, şu anki siz olmanıza katkı sağlayan eminim pek çok şey vardır; ne de olsa yaşadıklarımız tecrübelerimizle bugünkü bize ulaşıyoruz. Ama yine de net olarak söyleyebileceğiniz böyle bir mihenk taşı var mı?
Bence beni ben yapan kendi hayallerimin peşinden koşmuş olmak. Ben en çok bunu kendi hayatımda dönüm noktası olarak söyleyebilirim. Körü körüne hayallerimin peşinden koştum gibi algılansın da istemem, sadece kendime hedefler koydum ve bu alanlarda neler yapabilirim, kendimi nasıl yetiştirebilirim diye ilerledim.

Hangi rolle birlikte oyunculuğunuza ve yeteneklerinize dair kendinizi daha özgüvenli hissetmeye başladınız?
Tüm canlandırdığım karakterlerin hayatımda yarattığı etki bambaşka. Ama Kayıp Şehir’de canlandırdığım Aysel karakterinden sonra duyduğum tepkiler çok farklıydı. Oyunculuğum açısından farklı karakterlerde izlenme yelpazesini açmış oldu Aysel seyircinin gözünde. Ben de kendimi bu projeden sonra daha rahat ifade edebileceğimi hissettim.

Orijinal Versiyonu Gökçe Bahadır - Resim : 2

Canlandırdığınız karakterlerle dolu bir odada olsanız ilk olarak hangisinin yanına gidip sohbet etmek isterdiniz?
Ayıramıyorum; hepsiyle.

Ufak Tefek Cinayetler’in kariyerinizde nasıl bir durak olduğunu düşünüyorsunuz?
Bir kere şu anda yaptığım işi çok seviyorum. Ay Yapım’ın hayatımda yeri büyük. Beni mutlu eden bir yer. Tekrar çalıştığımız için kendimi şanslı hissediyorum. İşine özen gösteren bir insanın işine özen gösteren insanlarla çalışması büyük bir şans. Herkesin aynı kafada olması her zaman mümkün olmayabiliyor. Aynı kafada olan insanlar bir araya gelince ise herkesin sonucundan mutlu olduğu işler ortaya çıkıyor; iyi bir sinerji oluşuyor. Ufak Tefek Cinayetler, bir kadın işi olduğu için de benim için farklı bir noktada. Özellikle canlandırdığım karakter birçok kadın için örnek olabilecek biri. Bu da beni hem mutlu hem sorumlu hissettiriyor.

Bu rolün size kattıkları arasında neler var? Rolünüze dair sizi en çok ne mutlu ediyor?
Oynadığım karakteri gerçekten çok seviyorum. Hayattaki duruşunu, hayata bakışını... Giyimini, kuşamını... Ondan öğrendiğim çok şey var aslına bakarsanız. Normal hayatımda bile. Her zaman çok narin ve zarif bir kadın. Hatta savaşması bile öyle. Evet, savaşma duygusunu çok iyi bilemiyor olmasına rağmen, aynı zamanda bütün kadınlarla da bir savaş halinde olabiliyor; fakat zarifliğinden dolayı intikam almak, öç almak gibi duyguları yok. Kendine göre bir savaşma yöntemi var ve ben onu da seviyorum. Yardımseverliğini, çocuğu olmamasına rağmen doktor olup insanları çocuk sahibi yapmaya çalışıyor olmasını... Zaman zaman kafasının atmasını da seviyorum; çılgınlıklar yapmasını, delirmesini de seviyorum. Ayrıca giyim tarzını da çok seviyorum. Çok doğru bir çıkış noktası var dizinin kostüm anlamında; uzun zamandır gittiğim en iyi kostüm provasıydı diyebilirim. Bir karakter analizi yapıyorlar ve karakter analizine göre karakterlerin renkleri belirleniyor. Oya’nın doktor olması, bir iş hayatının olması, bir ev hayatının ve bir de spor hayatının olması, renkli bir tablo çıkarıyor ortaya. Benim en çok o hoşuma gidiyor. Ama evde bile hep şık. Tek başına yaşıyor olmasına rağmen kendine evde yemek yapıyor olması, kaliteli yemek yemeyi tercih etmesi gibi şeyler de hoşuma gidiyor ve bana da örnek oluyor! Onun yaptıklarıyla kendine verdiği değeri, özeni görüyorum. Bence bunlar, örnek alınası davranışlar hep.

Orijinal Versiyonu Gökçe Bahadır - Resim : 3

İnsan kendini anlatmakta zorlanır ama yine de deneseniz; siz aynaya baktığınızda nasıl bir insan görüyorsunuz?
Haksızlığa ve yalana tahammülüm yok. Onları kabul edemem. Adalet duygum vardır, adil olmaya çalışırım; hatta belki bazen fazlasıyla.

Bir dizi oyuncusu genel anlamda yoğun bir tempo içinde oluyor. Sizi dinlendiren, dışarıdaki hayata adapte eden neler oluyor?
Çalışarak dinleniyorum ben. Hep bir uğraş olsun, yapacak bir şey olsun isterim hayatımda. Durdukça durasım gelir; durmak istemem bu yüzden pek. ‘Bugün çekim yaptık, yoruldum, eve gidip dinleneyim’ demem. Buradan bir yere gidelim, bugünü değerlendirelim, konuşalım isterim. Çalışarak dinlenen ve kendini iyi hisseden, hayata karşı bu şekilde motive olan biriyim. Diğer türlü motivasyonumu kaybetmişim, bir şeyleri kaçırıyormuşum, bir işe yaramıyorum gibi hissedebiliyorum, ‘şu anda bir şey mi eksik?’ gibi hissettiğim oluyor. Bu şekilde daha genç ve dinamik kaldığımı hissediyorum.

Sizin sanki böyle hüzün mü, mesafe mi, tam olarak adlandıramadığımız bir duruşunuz, bakışınız var. Doğrudan hayata bakışla mı alakalı bu durum acaba? Siz, sizi neden böyle algıladığımızı düşünüyorsunuz?
Sanıyorum benim beden dilimden kaynaklanıyor bu algı. Hüzünlendiğimde yüzümde ciddi bir hüzün oluşup güldüğüm zaman da kocaman bir gülümseme oluşuyor. Arası yok. İfadelerim o anlamda çok uç; benim kendimde gözlemlediğim bu. Hüzünlü baktığımda çok hüzünlü gülerek baktığımda çok mutlu... Belki onunla ilgili bir şeydir. ‘Ne kadar soğuk bir kız!’ da ‘Ne kadar güler yüzlü bir kız’ da diyebilirsin benim için.

Ses tonunuz gibi bu özelliğiniz de oyunculuğu destekleyen bir durum aslında...
Evet, bu da tabii benim oyunculukta işime yarıyor.

Çok mutlu ve pozitif görünüyorsunuz. Özel bir nedeni var mı?
Hayır ama şu var; büyüdükçe başka bakıyorsun hayata. Nasıl gençlik zamanlarımızda bir olay olduğunda olayın üzüntüsünü olayın kendinden büyük yaşıyorduk, işte şimdi bunun tam tersi olmaya başladı. Artık öyle de olmalı hayat. En kötü anları bile en güzel anlara çevirmeyi öğreniyorsun; hayat sana bunu fazlasıyla öğretiyor. Şöyle bir ders verdi hayat bana; çok moralim bozuk olduğu bir gün eve geldim. Oturdum, düşündüm; bitti gün. Ne oldu şimdi? Bitti! Artık döndüremezsin günü, elinde bu var! Şunu anlıyorsun zamanla; bu günü şöyle de geçirirsen bitecek böyle de geçirirsen bitecek. Birkaç saat sonra bugünden eser yok. En azından geriye dönüp baktığında güzel hatıralar, güzel anılar kalsın. Artık öyle yaşıyorum işte. Her şey gelip geçici. Bir de iyi enerjiyle yaptığın her şeyin iyi olarak döndüğüne inanıyorum. Ben mucizelere çok inanan bir insanım, karşıma da çok çıkmıştır zaten...

Orijinal Versiyonu Gökçe Bahadır - Resim : 4

Bu anlamda faydalandığınız kitaplar var mı?
Guy Finley’nin Vazgeçebilmek adlı bir kitabı var. Kendi kendini özgürleştirmenin ne demek olduğunu anlatıyor. Vazgeçebilmek çok zor ama doğru bir vazgeçişse, ne kadar özgürleşebileceğini anlıyorsun. Kendi iç hesaplaşmaların, kendi yanlışlarını bulmak, insanları suçlamak yerine kendine de dönüp bakmak gibi güzel farkındalıklar yaratıyor. Bir de Şafak Nakajima’nın Yaşam Doktoru adlı kitabı var. Onu da ara ara okuyorum. Genellikle zaten bu kitaplara roman gibi sürekli değil de, ara ara açıp bakıyorum.

Bu sıralar magazin size bir şekilde dokunmadan edemiyor. Ünlü olmanın bu kısımlarını nasıl karşılıyor, nasıl aşıyorsunuz?
Magazin hayatımızın içinde var. Bunu biliyorum. Onlar da işlerini yapıyorlar. Kimi yakın duruyor kimi uzak. O da bir tercih diyeceğim; ama ne yazık ki olmadığını görüyorum. Bu işin beni üzen tarafı bu; ortada hiçbir fotoğraf, hiçbir belge yokken, tamamen bir haber oluşturmak adına bir şeylerin yoktan yaratılıyor olması. Asılsız bir olay üzerine haber çıktığı zaman bu durum hem senin için hem de yakın çevren için üzücü bir hal alıyor.

Bu sıra kadınların hiç olmadığı kadar sesi çıkıyor; haksızlıklara, eşitsizliklere, adaletsizliklere dair. Hep özendiğimiz Hollywood’da taciz skandalları çıktı, Golden Globes’da ‘time is up’ denildi, siyah giyinildi. Frances Mcdorman Oscar’da tüm kadınları ayağa kaldıran bir konuşma yaptı... Dünyanın her yerinde ve her mesleğinde kadınların yaşadığı bu olaylara, haksızlıklara karşı sizin çözüm önerileriniz var mı?
Kadın ve erkeğin dengede duran halini ben çok seviyorum. Bizim sorunumuz da bence dengeyi bulmada oluyor; o denge hiç kurulamıyor. Eğitim, ailen, doğup büyüdüğün yer, toplum, her şey tabii çok etkiliyor bunu. Ben doğru bir dengeden yanayım. ‘Biz eşitiz’ derken bile işin dengesini aramalıyız, çünkü aksi takdirde kadın zamanla erkek rolünü üstlenmeye başlıyor. Kadın kırılganlığından yanayım mesela. Asgaride eşitlik sağlayıp sonra ayrıştığımız noktalara bakmak gerekiyor bunun için. “Kendi paramı kazanıyorum, özgürüm, maddi anlamda kimseye muhtaçlığım yok” demek elbette önemli. Hatta her zaman savunacağım bir durum. Ama işte denge burada devreye giriyor. Kadının güçlü ve özgür olması illa yalnız olmasını gerektirmez. Bilakis kadının anne olmak, aile kurmak gibi değerleri var hayatta. Önemli olan hayatın her aşamasında özgür ve güçlü kalabilmek.

Orijinal Versiyonu Gökçe Bahadır - Resim : 5

Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda kitabında her kadının kendine ait parası ve odası olmasından bahsediliyor ya; siz para kısmını çözmüşsünüz. Oda kısmını ne yaptınız?
Kendi kendine kalman gereken yalnızlık, olması gereken bir şey. Ben sevdikleriyle vakit geçirmeyi çok seven biriyim ve sevdiklerimle olunca hayata karşı çok motive oluyorum. Sette 60-70 kişi birlikte çalışıyoruz; uyumlu olmayı, onlarla her anı paylaşmayı seviyorum ama bunların yanında an geliyor tek başına kalmak kendi ruhunu beslemek istiyorsun. Çocuğun olduğunda, çok meşgul olduğunda bile, gün içinde bir saat kendinle kalabileceğin zamanın olmalı, buna inanıyorum. Bu, hayat kalitesini arttıran bir şey elbette. Ben de yapmaya çalışıyorum elimden geldiğince.

Sezonun stil kodları, Chanel, Dior, moda haftası, Milano, ayakkabı, çanta, trend... Bu kelimeleri duyuncaki hissiyatlarınız neler oluyor?
Giyinmeyi çok seviyorum. Güzel giyinmek, hoş orijinal pazarlar bulmak, yurt dışından alışveriş yapmak... Dizi sayesinde bu konuda çok fazla marka ve tasarımcıyla da tanışma imkanı buldum. Özellikle marka olsun takıntım yok. İyi markaların son çıkardığı koleksiyonları da takip ederim ancak her mağazadan alışveriş de yapabilirim. Kendi üstümde sevmem, içinde iyi hissetmem yeterli. Ayrıca kozmetik ve bakım ürünlerine de düşkünlüğüm vardır. Çünkü her şeyden önce temiz olmak, fresh görünmek kendine gösterdiğin özenin bir göstergesi.

Şu sıralar güzel bir projeye dahilsiniz. SosyalBen Vakfı ile neler yapıyorsunuz?
SosyalBen, çocukların yeteneklerini ortaya çıkarmaya yönelik, sosyal alanda gelişmeleri için hizmet veren bir vakıf. Türkiye’nin her bölgesinde ve yurt dışında, taşradaki okullara gidip çocukların bir hafta boyunca müzik, drama, spor, resim, bilim gibi alanlarda atölye çalışmaları yapmaları sağlanıyor. Neden keyif alıyorlarsa gönüllülerle birlikte o atölyelerde vakit geçiriyorlar. Gönüllüler de sadece üniversite öğrencilerinden seçiliyor. Ben de SosyalBen’le tanışınca hep hayalini kurduğum proje için doğru yeri bulduğumu düşündüm. Beraber bir yolculuğa başladık. Sahalarda atölyelerde onlara destek oluyorum, koçluk yapıyorum. Daha işin başındayız, önümüzde planladığımız birçok proje var. Bunlar için heyecan duyuyorum. Çocukların sanat, spor, bilimsel alanlarda ilerlemelerini küçük yaşta yeteneklerini keşfetmelerini gerçekten çok önemsiyorum.

Çocukluk yıllarınızda müzikle ilgili hayaller başroldeymiş. Sesinizi ara ara dinleme fırsatı da yakalıyoruz. Müzik şu an nerede duruyor peki?
Müzik hayatımın önemli bir parçası. Bunu artık herkes biliyor. Ve müzikle ilgili de bazı planlarım var. Bu da sürpriz olsun.