Şafak Pavey
Ayakları yere çok sağlam basan bir kadın.
Kolum
daha yapılmamış sargılı, bacağım
iskelet halinde beni gördüklerinde
çok şaşırdılar. Annem, mafya-devlet
ilişkisi, Susurluk gibi konularla
ilgilendiği ve tehdit aldığı için
benim bombalı saldırıya uğradığımı
sandılar. O gruba, İsviçre’de bir tren
kazası geçirdiğimi anlatamadım,
çünkü hasarlı bir şekilde karşılarında
duruyordum. Başıma gelen her
doğru ve yanlış şeyde bağımsızlığım
büyük bir rol oynamıştır. En önemli
derslerden biri yanlış yapılmadan
bir şey öğrenilmediğidir. En büyük
tecrübe de, hata yaparak yol
alındığıdır.
İnsanlarla ilk karşılaşma anını, size
bakışlarını yorumlayabilir misiniz?
O, kendinize nasıl baktığınızla ilgili
bir şey. Ben insanların birbirlerini
sezgileriyle ve içgüdüleriyle
karşıladıklarını düşünüyorum.
Bilim ve buluşlar dünyasını izleyince
kültürel olarak yaratılmaya çalışılan insan
imajından kurtuluyorsunuz. Mesela
koku! Japonlar süt içmez, başka bir
ülkede süt içen insanların kokusunu alan
Japonlar’ın rahatsızlık duyduğunu biliyor
muydunuz? O yüzden ben insanların
sezgileriyle davrandığına ve insanlarda
kendi yansımanızı yarattığınıza
inanıyorum.
O
korkunç tren kazası sonrası yaşam denge çizgisini
yeniden bulmak için ayağa kalkmış. Ailesini de
kaldırmış. Doktorlar protez kullanma süresi iki yıl
demiş, altı ayda koşmayı denemiş. Abartmıyorum,
protezi takılır takılmaz Almanya’daki hastaneden
kaçmış, New York’a uçmuş. Uluslararası İlişkiler
ve Siyaset Bilimi master’ını bittirdiğinde, Birleşmiş
Milletler sınavlarına girmiş. Sınavda kağıt kaydıkça,
sağ kolunun dirseğiyle hem tutmuş hem yazmış.
Sınavlar çok uzun ve zormuş ama o hep kazanan
olmuş. Kadim zamanları anlatan efsanelerin
kahramanı gibi zorluğun anlamını bilmeyen bir
yaşam seçmiş. Antropomorfik bir tanrıça gibi
güzelliği, iyilikseverliği, neşesi, zarafeti ve azmiyle
insanlığın en yüce değerlerinin sembolü şimdi...
İdeolojik olarak anlattıklarınız doğru
ama bedensel olarak zorlayıcı bir süreç
söz konusu. Burada engelliler için
yollar, binalar, insanlar bile sorunken
siz mülteci kamplarında zor koşullarda
nasıl çalıştınız?
Eğer çaresizliği, engelleri, bir
düşünceyi, herhangi bir şeyi aşmaktan
bahsediyorsak… Ben insan hakları
alanındaki çalışmalarımın bireysel
çözümler bulmamda çok yardımcı
olduğunu gördüm. Başka birinin
acısını ya da yarasını sararken, kendiniz
için mutlaka bir şey buluyorsunuz.
İnsanların mücadelesinin içinde var
olduğunuzda, bir başkasının derdine deva
olmayı seçtiğinizde sorunlarınız inanın
küçülüyor. Mesela en zor ama en güzel
anılarımdan birini Afgan mültecileriyle
yaşadım. Elektriği olmayan bir yerleşim
biriminde iki aşirete barış sağlamışız, tabii
bacağım elektrikle şarj oluyor, birden
kasılıp kaldı. Peki neden politika? Bütün bu
değerleri korumak için mi böylesine
bir faaliyetin içine girdiniz?
Dünya genelinde birçok yerde çözüm
arayışında yer aldım. Afganistan,
Cezayir, Sahra, Mısır, Suriye, Yemen,
Irak, Haiti gibi bölgelerde insani
yardım görevlisi ve Orta Avrupa’da
sözcü olarak çalıştım. Türkiye’de
çok kritik bir dönemde olduğumuzu
düşünüyorum. Kültürel değerlerimize
bir kez daha bakmamız gerekiyor.
Böylesine sürpriz bir teklif aldığımda,
pişman olmamak ve belki de ülkeme
tecrübelerimle faydalı olabilmek
amacıyla politikaya girdim. Yoksa
politikacı olmak gibi bir rüyam ya
da stratejik planım yoktu. İnsan
haklarının Türkiye’de sıkıştığı bir
noktada, çocuk, kadın ve aile haklarından
engelli ve yaşlı haklarına kadar uzanan
geniş bir alanda çalışmaya devam
edeceğim.
Bence Pavey’i anlatan en iyi kavram
‘özgürlük’. Bağımsızlığına aşırı düşkün
bir kadın. Zaten kazancı da, kaybı
da başına buyruk yaşamasından
olmuş. “Fazla özgürdü” diyor annesi
(harika kadın) Ayşe Önal, “Çocukluğunda kendi
kendine tiyatroya yazılır, şiir yarışmasında ödüller
kazanırdı.” Annesi ne derse tersini yapmış,
yaptıklarını annesi hep en son duymuş. Üniversite
yıllarında tercümanlık yaparak yaşamını kazanmış,
ailesine bakmış, kendi kendisinin sponsoru olmuş.
Okulda güzelliğiyle arkadaşlarını büyüleyince,
Marlene Dietrich diye lakap takılmış ona. İnsanlar, yaşama değer katmak ya da
yaşamı anlamlandırmak amacıyla yaşar.
Sizin yaşama olan tutkunuz, saygınız ve
iradeniz cesaret verici. Dünyaya bakış
açınızda kaza öncesi ve sonrası ne gibi
değişimler oldu?
19 yaşındaydım, kaza beni farklı
bir dünya ile tanıştırdı diyebilirim,
yani engelli dünyasıyla. İnsana ait,
unutulmuş, sessiz kalmış bir toplulukla
ilgili duyarlılığımı geliştirdi, dünyaya
bakışımı şekillendirdi. ‘Engelli Hakları’
yerine, ‘Eşit Hayat Hakkı’ hareketinin
öncülerinden oldum. Kaza geçirdiğim
sıralarda en büyük hayallerimden biri,
sanattı. Zaten ülkemizde insan hakları
ve ifade özgürlüğüyle ilgili dokümanter
bir film çekiyorduk. O bitince kameramı
sırtıma alıp Angola’da, belgesel çekmek
istiyordum. Bacaklarını mayınlarda
kaybetmiş insanlarla belgesel çalışmak
istiyordum. Olmadı. Değerlerim
her zaman aynıydı, kaza değerlerimi
değiştirmedi, hayallerimi revize etti.
Çocuklar eski radyolardan
parçalar bulup, rüzgargülü yaptılar.
Zihni sinir aletiyle güle oynaya bacağımı
şarj ettik. Bana, kelebek anlamına gelen
şapalak diyorlardı. Demem o ki, insanlara
samimi yaklaştığınızda zorluklar
aşılıyor. Evet, kolay değil. Bu konuyu
fazla süslemeye, Polyannacılık yapmaya
gerek yok, yaşam zaten çok zor, ama
içe kapanarak sorunları büyütmenin
de bir anlamı yok. Başkalarının
sorunlarına kapımızı kapattığımızda,
kendi çözümlerimizi bulamayacağımıza
inanıyorum. Gözaltındaki insanlardan
çocuk işçi kamplarına, işkence görmüş
insanlardan Haiti’deki depreme kadar
gördüğüm tüm felaketlerin içinde taşlara
takılmadan nasıl yol alınabileceğinin
dersini aldım. El ele öğreniyorsunuz.
Ya arkadaşlarınız, onlarla
görüşemiyor musunuz?
Çok arkadaşım var ama şimdilerde hiç
görüşemiyorum. 24 saat bana yetmiyor.
Dünyanın her yerinden Kenya’dan
bile arkadaşlarım gelir, bende kalır.
Dediğim gibi şu sıralar zaman
bulamıyorum. Bütün bu tempoya bir
de yeni çıkan kitabım ve tanıtımı eklendi:
“Mehdi’yi Beklerken” (Kırmızı Yayınları).CHP İstanbul 1.Bölge 5. sıradan
milletvekili Şafak Pavey ile yaklaşık üç
ay süren telefon görüşmesi sonunda
Pera Palas Oteli’nde buluştuk. Pavey ile
ilk karşılaştığımızda aramızda okunan
duygu; samimiyetti. Çekim boyunca
Pavey, zarafetiyle tüm ekibi büyüledi.
İstediği her şeyi gülümseyerek anlatabilen
bir insan olarak kendisini uzaktan
izledim. Romantik giysiler ve bordo
ruju ile Marlene Dietrich’e benzetilmiş
olmasına gerçekten hak verdim. Bitmek
bilmeyen enerjisi çekim sonuna kadar
devam etti; sohbete geçmeden açlığını
bastırmak için sandviç ve çay söyledik.
Israrıma rağmen yemeği gelmeden
sorulara geçtik.
Şafak Pavey’in bir günü nasıl geçiyor?
Haftanın üç günü Meclis’e gidiyorum.
Komisyon çalışmaları ağır olduğu
zamanlarda tempo değişiyor, geceleri
de çalışıyoruz. Bu nedenle Ankara’ya
taşındım. Zaten leylek gibi devamlı
havadayım. Düzenli bir şekilde
yemek yiyemiyorum, yaşam bana ne
gösteriyorsa öyle yaşıyorum. Rutin
olarak yaptığım tek şey, genel kurul
toplantıları.
Anneniz sabahları ‘aman evladım
kahvaltını yap’ diye peşinizden
koşmuyor mu?
Annemle çok zor görüşüyoruz. Bir
buçuk aydır daha dün buluştuk.
Bakım yaptırabiliyor musunuz?
Bir tek hamama gidebiliyorum, orada
yaşamdan kaçıp, arınabiliyor ve
dinlenebiliyorum. Protez bakımı da
var, beynin programdan geçmesi ve
teknik bakıma girmesi gerekiyor. Yıllık
bakımım geldi diye dalga geçiyorum.
Görüyorum ki iki ayağınız yere çok
sağlam basıyor. Yaşamınızdaki en
önemli iki şeyi seçin desem?
Bir bacağım insan haklarında, öteki
sanatta duruyor derim. Bence sanat,
insanların bir ifade özgürlüğüdür.
Bu bağlamda insanlık anıtının
yıkılması kadar utanç verici bir şey
göremiyorum. Yazıdan, mizahtan,
heykelden, belgeselden, sinemadan
uzaklaşırsam yaşayamam diye
düşünüyorum. Hayvan hakları
konusunda tamamen gönüllüyüm, her
türlü projede seve seve görev alabilirim.
Bu kadar kısa zamanda yaşama bu kadar
güçlü nasıl sarıldınız?
Başka bir yolu yoktu. Ya böyle devam
edecektim ya da düşecektim. Kendinizi
bırakmak da bir seçim, o, kolay bir
yoldur. Başka bir ifadeyle savaşmak,
barıştan çok daha kolaydır. Yaşama
gülümseyerek, kararlı adımlar atmanın
her zaman düşmekten daha zor olduğunu
düşünüyorum. Ben biraz kendimi
zorlamayı seven biriyim, doğal olarak
o karar kendiliğinden çıktı.
Peki hastaneden çıktığınızda ya
da kendinizi iyi hissettiğinizde ilk
yaptığınız şey ne oldu?
İlk adımım Amerika’dır. Almanya’da
hastanede olduğum sıralarda, anneme
‘Dünyanın En Cesur Gazetecisi’
ödülü veriliyordu. Rehabilitasyon
bölümünde bacağımın iskeleti yeni
kurulmuş, hastaneden çıkmama izin
yoktu. Bir gece hastaneden kaçıp,
uçağa atladım. Alman doktorlar beni
ararken, ben, New York’a uçtum.
Gecede Christiane Amanpour, Peter
Arnett, Peter Jenkins ve Clinton Ailesi
gibi önemli konuklar vardı…