Sahne sırası Burcu'da!
Muhteşem bir keşfedilme hikayesi ya da dramatik bir hayat öyküsü beklemeyin. Onunla ilgili her şey fazlasıyla gerçekçi, oldukça içimizden.
Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Serhat Hayri
Kendi yolunu kendi çizmiş, doğal ışıltısı kendiliğinden var olan Burcu Biricik’i sıfır noktasından tanıştırmamıza izin verin. Bundan sonra sahnede sadece onun yükselişini izleyeceksiniz.
Gözlerinin içi parlıyor. O kadar heyecanlı ki sanki nabız hep 140. Neden mi? Çünkü yaptığı işi öyle böyle sevmiyor, hatta hayatının en güzel dönemini yaşadığını düşünüyor. İyi ya da kötü her şeyin olması gerektiği gibi gittiği ve şükrettiği bu zaman diliminden heyecanla söz ediyor. Tam Burcu Biricik oyunculuk için yaratılmış dediğiniz anda ise içinde derinlerde yatan dileğinden bahsediyor. Hayatının bir noktasında sahip olmayı dilediği o sıcak aile tablosunu anlatıyor. İşte tam o anda, kendisini daha çok tanımak istiyorsunuz. Her şeyden önce o bir Antalyalı, küçük yaşta ayrılan anne ve babası bir yana, yaşam enerjisini bir an olsun kaybetmemiş annesi sayesinde kocaman bir sevgiyle büyütülmüş. Adeta DNA’sına işlemiş olan tez canlılığını ve enerjisini buna borçlu olsa gerek. İnsanlara tüm sıcakkanlılığıyla yaklaşıyor. Ama buna rağmen o bir Boğa kadını. Kendimden biliyorum, dışarıdan ne kadar sosyal gözüksek de içimizde de bir o kadar asosyal olabiliyoruz. Öyle ki, hayatımıza birini dahil etmek, benimsemek hiç kolay olmuyor, kendi küçük çevremizde güvende ve mutlu hissediyoruz. Çılgınlık yapmak istediğimiz çok an geliyor içimizden ama bir o kadar da otokontrollü olabiliyoruz. Bu cümleler benim olduğu kadar aslında Burcu’nun da. Üstelik de hiçbir kelime değişikliği dahi yapmadan iletiyorum sizlere. Peki, Burcu Biricik ne zaman dahil oldu hayatımıza? ‘Şeref Meselesi’ diyenler bir kez daha düşünün, onu yaklaşık beş yıl önce ilk kez Trakyalı bir kız rolünde ‘Düşman Kardeşler’de izlemiştik. O tiyatro sevdalısı olsa da, bu yola sahnede olma aşkıyla girse de, tiyatrodaki arkadaşları ona; ‘Sen daha duygusal rollerin kızısın, komedi olmaz’ dese de o ekranlara geçişi herkesi gülümsetmeyi seçerek yapıyor. Sonra araya birçok sinema filmi sığdırıyor. ‘İnanç Odası’ adında bir festival filmi dahi çekiyor. Daha henüz bu yaz Türkan Derya ile çektiği ‘Çok Uzak Fazla Yakın’ a lı filmi gösterimdeydi. Anlayacağınız, o sessiz sedasız ama güçlü bir şekilde yukarı doğru tırmanıyor. Bunları yaparken hayal etmekten hiç vazgeçmiyor. Nasıl mı? Mesela ödül konuşmasını yapıyor içinden, söyleyeceği cümleleri düşünüyor, o anı gerçekmiş gibi yaşıyor. Her ne kadar kafasındaki hayal balonunu çabuk dağıtsa da bunu yaptığı için bir gün gerçekten yüzlerce kişinin karşısında çıkıp o konuşmayı yapacak, biliyorum. Yaz aylarında evlenme planları yaptığı nişanlısı Emre Yetkin ile güven ve saygıya dayalı öyle güzel bir ilişki yaşıyorlar ki içinde oldukları anın doya doya tadını çıkarmaktan korkmuyorlar. Birbirlerine karşı açık ve samimi olmanın keyfini sürüyorlar. Onun hakkında söylemek istediğim son bir şey daha var; hayata karşı çizgilerinin farkında olmak ironik bir şekilde sınırlayıcı olabilir ama o bu duruma meydan okuma cesaretine sahip biri. Tam da bu yüzden doğduğu küçük yerde sınırlarını zorlamayı öğreniyor, büyüdükçe duvarlarını yıkıyor ve karşımıza bugün tanıdığımız başarılı oyuncu Burcu Biricik olarak çıkıyor.
‘Şeref Meselesi’ dizisinde oldukça öne çıkan bir oyunculuk performansıyla dikkatleri çektiniz ve herkes sizi çok sevdi. Bunun dışında Burcu Biricik’i aslında pek tanımıyoruz. Siz kendinizi hangi kelimelerle anlatırdınız?
Aslında sorumluluk sahibi ama bir o kadar da üşengecim sanırım. İyi niyetli bir insanım ama bazen iyi niyetli olmak başa bela olabiliyor. Beni tanımıyorsunuz çünkü bu piyasanın içinden değilim, öyle hissediyorum, daha evcimen bir yaşam tarzım var. Küçük bir yerden çıkıp gelmenin verdiği bir durum olabilir. Kendi sığınaklı ve korunaklı alanımda olmayı tercih ediyorum.
Uzaktan çok sakin bir yapınız var gibi görünüyor. Hiç aykırı ya da ters bir yanınız yok mu?
Çok aykırı değilim aslında. Boğa burcuyum. Uyumlu bir insanım, olduğum yere uyum sağlayan bir şekilde hareket ederim. Beni çok zorlamadığı ve çok dürtüklemediği zaman her koşula uyum sağlayabilirim. Ama zaman zaman çok net çizgilerim de ortaya çıkabiliyor. Galiba bir yerde bir çizgim var ve onun içinde istediğim kadar rahat oynayabiliyorum. Ama o sınıra gelindiği zaman da hemen gardımı alıyorum. Ama o çizgi de çok dar değil, beni rahatlatacak boyutlarda. O yüzden sıkıntı yaşamıyorum.
Yine de Boğa’ların sivri yanları da olabiliyor mesela kendi alanlarına çok sokmazlar, hayatlarına zor insan alırlar...
Aynen öyle. Bunu kendimle alakalı o kadar çok söylüyorum ki; bu kadar sosyal ve insan ilişkileri iyi olan bir insanın aynı anda bu kadar asosyal olması çok enteresan aslında. Ama ben yeni bir ortama girdiğim zaman ya da yeni birileriyle tanıştığım zaman hep çok açık olurum. Onu olduğu gibikabullenirim önce, arkadaş ya da sevgili hiçbir ilişkiye gardımı alarak girmem. Sonra yavaş yavaş tanıdıktan sonra ya hayatımda kalır ya da belli bir çizgide kalır onunla ilişkim. Ama gerçekten arkadaşım çok az ve öz, geçmişten gelen insanlar var daha çok en canımda.
Bu ay başlayan diziniz ‘Hayat Şarkısı’ nın çekimleri nasıl geçiyor?
Çok güzel, Allah bozmasın. 4 Aralık’ta ilk Berlin’de başladık çekimlere. Şimdi burada durdurulamaz bir şekilde devam ediyoruz. Keyfimiz çok yerinde, umarım uzun soluklu bir yolumuz olur.
Birkan Sokullu ile nasıl bir uyum yakaladınız?
Kendisine de söyledim; Birkan ismini ilk duyduğumda tedirgin olmuştum aslında çünkü bana çok snob ve mesafeli geliyordu. Ama gerçekten hiç değilmiş. İlk tanıştığımız dakikada çok tatlı başladı ilişkimiz, çok da iyi gidiyor. Enerjime de oyunuma da çok destek oluyor. Eminim ki biz iş dışında da çok iyi arkadaş olacağız. Ekranda da bizi birlikte görmeyi seviyorum.
Dizi, evlendiği gece terk edilen bir kızın travmasıyla başlıyor. Karakterinize hazırlanırken nasıl bir süreçten geçtiniz?
Dizide şöyle bir replik var o çok hoşuma gidiyor: “Başıma gelenler arasında en kolay hazmedebildiğim şey bu benim” diyorum bu travmayla alakalı. Çünkü Hülya’nın çok daha ciddi başka travmaları var. Aslında çok hırslı ve hırsı için her şeyi yapabilecek bir kız. Ama bu kötü bir karakter değil. Sadece aşktan dolayı yaptığı hiçbir şeyden pişman olmayan biri. Aşkına o kadar güveniyor ki çıkış noktası da, tek savunması da o. Hazırlık süreci için şöyle bir şey söyleyeyim, ben bu işi ilk kabul ettiğimde senaryo dahi yoktu ortada. Dizi Kore uyarlaması ama, şu anki gidişatımızla birebir paralel gitmiyor. Ortada hiçbir şey yokken çok sevmiştim zaten Hülya karakterini. Ona aşığım ve o kadar eğleniyorum ki onu canlandırırken... Çünkü yapamayacağı bir şey yok. Bir oyuncu için bu durum çok keyifli. O nedenle de karakterimi her şeyiyle kabul ettim. Hiç yargılamadım. Çok farklıyız aslında; belki de benden bu kadar farklı oluşunu çok sevdim.
Arkeoloji okuduğunuzu biliyorum. Oyunculuğa sizi ilk çeken ne oldu?
Bilmiyorum, üniversiteye gittiğim andan itibaren; “Konservatuvara gitmiyorsam eğer hayatımda tiyatro hep olacak” diyordum. Ne sinema ne de televizyonla alakalı bir hayalim ya da beklentim hiç olmadı. Esas dileğim hep sahnede olmaktı, tiyatroydu. İçimden hep dedim ki; “Bu işi profesyonel olarak yapamıyorsam bile tiyatro hayatımda hep olacak.” Üniversite için İzmir’e gittiğim ilk gün de kendime tiyatro topluluğu bulmuştum. Sonra da bu şekilde İstanbul’a geldim.
Burcu aşık olunca nasıl biri oluyor?
Çok deli bir enerji geliyor, normalde de tez canlıyımdır ama aşık olunca oran daha da artıyor. Tamam birbirimizi tanıyalım, edelim ama artık bir ilişki yaşayacaksak yaşayalım, adını koyacaksak koyalım diye düşünürüm. ‘Şu an birbirimizi tanıma sürecindeyiz’ gibi bir durum bende yok. Ben ondan etkilendiysem, o da benden etkilendiyse bir ilişkiye başlayıp birbirimizi o süreçte tanıyabiliriz.
Nasıl biri sizi kendine bağlayabilir, ki bağladı da?
En önemlisi iyi, vicdanlı bir insan olmalı. Kendinden ne istediğinden emin olmalı. Beni gerçekten hayatında istiyor olmalı. Tamam hayatında ilk sıraya koymak zorunda değil ama hayatının önemli bir yerinde durduğumdan emin olmalıyım. Kendimdeki heyecanı hissi onda görmezsem hevesim kırılır. Döner, çekilirim. Bir de Emre’den önce ben şuna çok inanmıştım; asla kimse kimseye eşit noktada heyecan duymaz. Hisler aynı noktada buluşmaz. Ama onunla gerçekten çok doğru bir noktada buluştuk.
Onun reklamcı olduğunu okumuştum. İşinizle alakalı bir kısıtlaması var mı ya da yapmanızı istemediği şeyler oluyor mu?
Aramızda yedi yaş var ve bu bizi çok güzel bir dengede tutuyor. Hem bizim işimizi gerçekten bilip hem de bizim işimizin içinde olmaması çok güzel. ‘Set bu saatte bitti’ açıklamasını ona yaptığım zaman, ‘Nasıl böyle uzayabilir?’ demiyor bana. Çalışma koşullarımızı ve oyuncu olarak zorunluluklarımızı biliyor. En önemlisi işime çok saygısı var.
Hayatınızın merkezinde olan ve dengenizi koruyan şey ne?
Sevgi, her şeye karşı sevgi. Sevgisiz hiçbir şey yapamam.
Asla öğrenemeyeceğinizi düşündüğünüz bir şey var mı?
Daha ‘cool’ olmak; asla öğrenemeyeceğim. Hep tez canlıyım ve her şeye heyecanla yaklaşabiliyorum. Bazen durulmak lazım, hiç benimle alakalı olmayan şeylere bile cevap vermeye çalışabiliyorum. Biraz dur yani hiç gerek yok. Ama sakin durmak bana çok sıkıcı geliyor.
Hayatta kaçırdığınızı düşündüğünüz neler var?
Çocukluğum herhalde. Yaşam şartlarından belki de. Hep bıcır bıcır bir çocuktum, cadıydım, yaramazdım, benimki olgunluktan ziyade daha farkındalıktı. Bu oldu ama bu sebepten oldu, bunu yapmam lazım şimdi de bunu yapmam lazım gibi.
Anneniz ne diyor peki bu durum hakkında?
Ben annemin annesiyim zaten, o benden daha çocuk. Göz kaş oynatan anneler vardır ya o benim işte. Çocuksu bir kadındır, eğlencelidir, inanılmaz bir yaşam enerjisi vardır. Kıskanıyorum onu.
Ailede erkek sayısı da oldukça fazla bildiğim kadarıyla. Hem abi hem dayı hem dede... Sizi kısıtladılar mı hiç büyüme döneminde?
Hayır, hiçbir zaman, o kadar tatlı insanlar ki. Hep erkek arkadaşlarımla tanıştırırdım onları. İlişki insanı olduğum için çocuklukta da öyleydi. Lisede erkek arkadaşım oluyordu, ilk anneanneme söylüyordum, o dedeme, o dayıma, o abime öyle gidiyordu. Onlar da büyük bir ihtimal benim farkındalığımın farkındalardı, bana sonsuz bir güvenleri vardı. Bu yüzden ben de onlara karşı çok rahattım. Hiçbir zaman saklama ya da arkadan iş çevirme gereği hissetmedim. Onlar da bana, işime, ilişkilerime, aldığım kararlara hep saygı duydu.
Kendi hayatınızla veya bir başkasının hayatıyla ilgili bir karar alırken cesur olabiliyor musunuz?
Evet, adım atmaktan korkmuyorum açıkçası. Benim hep söylediğim bir kelime vardır; ‘hayırlısı’. Bir şeye korkmadan adım atarım, kaybedeceğim bir şey yok diye düşünürüm. Hep şuna inandım, bir iş, bir ilişki olmadıysa benim için hayırlı olan olmuştur gerçekten. Eğer olması gerekiyorsa da bir gün gelecek bir şekilde olacaktır. Buna çok inandığım için adım atmaktan korkmuyorum. Olmadıysa da olmuyordur, dünyanın sonu değil diye düşünüyorum.
Son soru olarak, kimsenin bilmediği bir dileğinizi bizimle paylaşır mısınız?
Dileğimden çok dualarım var. Her şeyden önce hayatımda olduğum nokta için hep şükrederim. Var olan değerlerimi kaybetmemek için dua ederim çünkü onlardan biri kaybolduğu noktada dengem şaşar biliyorum. Onun dışında dilek kısmı için tüm dünyayı gezmek hiç fena olmaz.
Sizi esas cezbeden sahnede olmakken şu an ekranda gözükmek bambaşka bir duygu olmalı...
Tabii ki öyle ama ben hala çok istiyorum tiyatroyu, çok da özledim. İstanbul’a geldiğimden beri hiç yapamadım, neredeyse dört yıldır hayatımda tiyatro yok. Ama çok garip bir şekilde daha önce hiç hayalini kurmadığım, aklımda olmayan bu işi, kamera önünde olmayı da çok seviyorum. O nedenle tahammülüm ve hoşgörüm çok daha fazla.
Oyuncu olmanın iyi ve kötü yanları neler?
Oyuncu olmanın çok iyi yönü olduğu gibi kötü yönü de var. Öncelikle hiç hayalini kuramadığım bir dünyanın içindeyim, katkısı çok büyük oldu bana. Çok şey öğrendim, çok farklı insanlar tanıdım. Kötü olarak da özellikle dizilerde oyuncular ve tüm ekip öyle yoğun bir çalışma temposuyla çalışıyor ki bir bakıma hayatı kaçırıyorlar. Bir de oyuncu olmadan önce mükemmeliyetçi bir insan olduğumu düşünmüyordum, bu yönümü keşfettim. Hayatımla alakalı değil bu söylediğim aslında, var olanla yetinebilirim bu beni sıkmaz ya da üzmez ama işimle alakalı bu yanım çok ön plana çıkıyor. Özellikle de kendimi izlerken ve seyrederken... Bu beni çok üzüyor ve geriyor aslında, her seferinde bir ‘ahhh’ yapıyorum kendimi izlerken.
Size çok iyi gelen yanları neler peki?
Çok mutluyum, tabii bir de ekip ve hikaye olarak her şey doğru şekilde oturdu. Herhalde hayatta hiçbir iş beni bu kadar mutlu edemezdi. Sete gittiğim zaman hep yüzüm gülüyor. Çalıştığım insanlardan aldığım enerji beni daha da yükseltiyor.
Nerede oturuyorsunuz? Bize setin olmadığı tipik bir gününüzü anlatabilir misiniz?
Ulus’ta oturuyorum. Bahçe katında bir evim var, camımdan dışarı bakınca yeşillik görüyorum, çok sakin merkezden biraz daha dışarıda ve huzurlu. Tipik bir günüm şöyle; uyanınca dakikalarca yataktan kalkmıyorum, sonra televizyonu açıyorum, sonra kalkıp bir şeyler hazırlamayıp dışarıdan bir tost söylüyorum ve akşama kadar evde dinleniyorum. Etrafı toparlıyorum. Her şey yerli yerinde olunca da film açıyorum. Dediğim gibi üşengeçlikte üstüme tanımam.
Anne ve babanızın ayrı olmasının erkekler ve güven ilişkisi üzerinde etkileri oldu mu?
Geçen günlerde bir workshop’a katıldım. Orada çocukluğumuzda yaşanılan travmalarla alakalı bir çalışma vardı. Ben şimdiye kadar travmam olmadığını düşünüyordum, kendimi buna inandırmıştım ama orada ortaya çıktı ki varmış. İnsanlara karşı bir güven problemim olmadı, dediğim gibi ilk başta insanlara hep kapılarımı açık tutuyorum. Tabii ki bir çizgim var ve asla kimseye sonsuz güvenmem, özellikle yeni tanıştığım insanlara. O anda yine de kapamam kendimi karşımdakine, zaman veririm. Ama o travmamın şöyle bir şey olduğunu fark ettim; sadece erkeklerle alakalı değil, kendime kurduğum o güvenli ortamdan çıkmaya cesaret edemiyorum. Bende şöyle bir durum söz konusu; hayatımda biri olmalı, ben o adama çok güvenmeliyim ve hep sırtımı yaslayacağımı bilmeliyim. O nedenle ilişkilerim çok uzun sürmüştür. Şimdiki ilişkim de iki yıllık ve eksik olan her şeyi tamamlıyor bende. O nedenle erkeklere karşı bir tavır olarak çıkmıyor bu travma karşıma sanırım.
İlişkide anı yaşayabiliyor musunuz? Gelecekle ilgili o insan için bugün hissettiğim şeyleri beş yıl sonra hissedebilir miyim gibi düşünceleriniz oluyor mu?
Kavga ettiğimiz zaman oluyor. Şaka bir yana, zaman zaman aklıma tabii ki geliyor ama o günü hayatımızda kim olursa olsun zaten yaşayacağız. Korkmanın hiçbir anlamı yok, karşındaki Ahmet de olsa Mehmet de olsa beş yıl sonra ne olacaksa olacak. His bu sonuçta... Her zaman içinde tutamıyorsun, herkesle yaşayabilirsin bunu.
Şu anda çok mu aşığım? Evet, çok aşığım. Çok mu mutluyum?
Evet, çok mutluyum. Önemli olan bu. Ya bir gün öyle hissetmezsem korkusu aklıma geldiği zaman hep şöyle diyorum içimden; şu an bu kadar mutluyum, bir başkasıyla bu kadar bile mutlu olamayabilirdim. Başkalarına göre aslında çok daha iyi bir noktadayım çünkü herkese bu kadar aşık ya da herkesin yanında bu kadar mutlu olamıyorsun. O yüzden o düşme de diğerlerine nazaran daha iyi bir noktada duracaktır diye düşünüyorum. Aslında bunları düşünmeyi bıraktığım için evlilik kararı aldım.
İçinizden geldiği gibi davrandığınız noktada zarar gördüğünüz oldu mu ilişkide?
Hep içimden geleni yaptım, taktiksel şeyleri hiç yapamam. O flört dönemleri vardır ya, ‘şimdi arama, o seni arayacak’ ya da ‘ dur, mesajına geç yanıt ver’ gibi taktikler hiç yok bende. Her istediğimde aradım, hep mesaj attım. Bazen yapmamam gerektiğini, işi batıracağımı biliyordum ama yine de kendimi durduramıyordum.
Karşınızdakine kolay mı inanırsınız yoksa sevgisinden emin olmaya çalışır mısınız?
Trip attığım zaman, ki bu aralar öyle bir hal geldi bana, bazı söylediği sözleri içimden şu şekilde düşünüyorum; ‘Şu an benim gazımı almak için bunları söylüyorsun ama ben bunlara inanmıyorum’ gibi. Ama sevgisini teste tabi tutmuyorum. Kırıldığım şeyleri de hissettiklerimi de çok net söylüyorum. Testlerim çok olmuyor ama zor biri olabiliyorum bazen. Ben yalan da söyleyemem, hemen yüzüm kızarır. O yüzden her şeyi açık yaşıyorum. Özel hayatımda biraz daha agresif bir insanım galiba. Onu biraz çözmeye çalışıyorum. Aileme ve sevdiğim insanlara karşı daha atağım. Böyle yapınca da çok üzülüyorum ve kendimi kötü hissediyorum. Hiç olmayacak ve değmeyecek insanlara çok daha naif yaklaşıyor, alttan alabiliyorum. Asıl hak etmeyen sevdiklerime karşı öyle davranmak çok canımı acıtıyor. Keşke tam tersi olsa ve asıl hak edene; ‘Sen kimsin?’ diyebilsem. Son zamanlarda çok sorguluyorum kendimi bu konuda.
Peki, aşktan ötürü hiç pişmanlık duyulur mu?
Eğer karşımdakinin sınırını ve haddimi aşarsam bir şeyle alakalı, pişmanlık duyarım.