Sahnenin duayenleri

Onlar sadece bir döneme değil Türk tiyatro tarihine imzalarını yürekleriyle atmış isimler. Sahne tozu denen sihri her defasında aynı heyecanla içlerine çekip, seyircinin nefesini hep aynı yoğunlukta hisseden tiyatronun duayen sanatçıları ile yıllara meydan okuyan bir buluşma gerçekleştirdik. Hepsinin ortak bir dileği var; sağlıkları müsaade ettiği sürece sahnede olabilmek, yazabilmek, üretebilmek. Çünkü onların dediği gibi tiyatro insan kadar eski ve insan var oldukça tiyatro da var olacak.

Sahnenin duayenleri

Müjdat Gezen

Sahnenin duayenleri - Resim : 1

TİYATROCU OLMAYA KARAR VERMEK: Elimde olmayan sebeplerde oldu. 1953 yılıydı ve ben 10 yaşındaydım. İlkokul öğretmenim elinde bir piyesle geldi, Faruk Nafiz Çamlıbel’in ‘Küçük Çiftçiler’ oyunuydu. “Başrolü sen oynayacaksın” dedi. “Öğretmenim ben artist değilim, oynayamam” deyince öğretmen masanın üstündeki bir metrelik tahta cetveli kafama bir vurdu, çıktık oynadık. Hem boyumun ölçüsünü almış oldum hem de başka meslek seçme olanağım kalmadı.

TİYATROYU VAZGEÇİLMEZ KILAN: Tiyatro zengin mesleği değildir ama kendisi zengin meslektir. Ne isterseniz olabilirsiniz. Bir tane beyaz önlük giyer doktor olursunuz, siyah cüppe giyer avukat olursunuz, iki üç tane küfür eder cumhurbaşkanı olursunuz.

SAHNEDE UNUTULMAZ BİR AN: İki tane çok büyük aktörle, Zihni Küçümen ve Ali Yalaz ile ‘Hababam Sınıfı’ oynuyorduk. Bizde sahnede laf unutulunca ‘trak girdi’ denir. 10 saniye asırlar gibi gelir aktöre o sırada. Bir gün, Ali Abi’ye trak giriyor, Zihni Abi lafı döndürüyor dolaştırıyor, bir dakika geçiyor, hala laf yok. Perde oluyor, Ali Abi diyor ki; “Zihni gördün mü? Bana trak girdi.” Zihni de cevap veriyor; “Ona trak denmez antrakt denir.”

İZLEYİCİ KOLTUĞUNDA OTURMAK: O tabii fena bir şey. Bu anlamda eğitimli tiyatrocu olmayı pek sevmem çünkü oyunu seyretmek yerine tekniğe, diksiyona, artikülasyona bakarken oyun kaçıyor. Ama nihayet kendimi buna alıştırdım, bir seyirciymişim gibi hatta bilet alarak tiyatroya gidiyorum.

CANLANDIRILAN İLK ROL: O zamanların hastalığı veremdi. Oyundaki kız kardeşim için doktor diyordu ki;“Sonbaharda yapraklar yere düştüğünde kardeşin de toprağa düşecek.” Benim de elimde iğne iplik, düşen yaprakları dallarına dikiyorum. İlk rolüm buydu ve baktım en ön sırada annem, ablam, öğretmenim, alt komşumuz, arkadaşım ağlıyor. Birden ben de ağlamaya başladım. Sonra dedim ki içimden; milletin anası ağlıyor zaten biz hem para alıp hem de insanları mı ağlatacağız? Onun için komedi daha yatkın geldi. Tipim de dramaya müsait değil zaten.

GÜNÜMÜZDE TİYATRONUN YERİ: Biz çok şükür ki biletleri yok satan bir tiyatroyuz. Kadıköy seyircisi de çok düşkün tiyatroya. Sadece bu yakada 31 tane özel tiyatro var. Ben durumdan memnunum ama özellikle televizyon tiyatroyu olumsuz etkilemiştir. Çünkü insanoğlunun en kolay alıştığı şey konfor. Sinemaya gitmek bile bir efor gerektiriyor. Ama tiyatro insanı anlatır ve oldukça insanca anlatır. Onun için insan var olduğu sürece tiyatro devam edecek.

TİYATRO ADINA DEĞİŞMESİ GEREKEN: Ben devlet yardımı almayan bir tiyatroyum. Alan arkadaşlarımın da analarının ak sütü gibi helal olduğuna inanıyorum. Çünkü hükümet aslında bilet paralarından kesilen KDV’yi geri veriyor, başka bir şey yaptığı yok. Hiçbir sanat kolunu da benimsemiyorlar. O yüzden ben yardım talep etmiyorum. Çok da mutluyum. Ödenekli tiyatroların kalmasından, özel tiyatrolara da yardım edilmesinden yanayım. Ama bir şartı var bunun; “Ben sana maddi yardımda bulunuyorum sen de şu oyunu oynama” deme hakkını kimseye vermemek lazım. Keza bu yüzden Ferhan Şensoy’a, Genco Erkal’a, rahmetli Levent Kırca’ya devlet yardımı verilmiyor. Atatürk “Bağımsızlık benim karakterimdir” demiş ya, işte ben de bağımsızlığıma çok düşkünüm. Hayatım boyunca hiçbir siyasi partiye ya da örgüte üye olmadım. Bunun rahatlığını taşıyorum, sahnede istediğimi de söylüyorum.

Gülriz Sururi

Sahnenin duayenleri - Resim : 2
TİYATROCU OLMAYA KARAR VERMEK:
Tiyatrocu bir ailenin içine doğmama rağmen tiyatrocu olmayı hiç düşünmedim ama bir gün Muhsin Ertuğrul babama; “Gülriz de annesi kadar yetenekliyse, çocuk tiyatrosundan başlatalım” demiş. Babam da istemese de sırf Muhsin Bey dediği için beni götürmüş. Şanslı bir insanım galiba; 2-3 prova sonra başrol oyuncusu ayrılmak zorunda kaldı ve ben başrolü aldım. Kendi yaşıtlarımın kapılarda bekleyip benden imza almasından, ayaklara kalkıp alkışlamalarından müthiş haz almış, ambale olmuştum.

TİYATROYU VAZGEÇİLMEZ KILAN: Benim gençlik yıllarımda müthiş bir iletişim gücü vardı, sanal dünya yoktu. Tiyatro çok büyük bir silahtı. Birebir izleyiciyle karşı karşıya olmak çok önemli. Bir oyunun aynısını ertesi gece yapmaya imkan yok çünkü başka bir seyirci ve başka bir Gülriz var. Bu çok etkiledi beni. Ayrıca cinayet işlemeden katil olmak, varis olmadan kraliçe olmak, hepsinin ruh halini yaşamak müthiş bir his. Rollerim bana çok büyük dersler verdi. İhaneti, fakirliği, adaleti hepsini tiyatro sayesinde öğrendim.

SAHNEDE UNUTULMAZ BİR AN: Müjdat Gezen ve Ali Poyrazoğlu ile beraber bir oyun oynuyoruz. Müjdat da çok hınzır, genç de olduklarından gırgır geçmeyi çok seviyorlar. Benim rahat rahat oynamam gereken bir sahnede birdenbire o sahneye girerken bir kedi fırlattı. Nasıl çıldırıyorum! Rol gereği de şemsiyeyle Müjdat’ın poposuna vurup kovalamam gerekiyor. O sinirle ‘Ya Allah!’ deyip öyle bir indirmişim ki yıllarca bu hikayeyi anlatıp güldük.

İZLEYİCİ KOLTUĞUNDA OTURMAK: Küçücük bir kusur olduğu zaman kafama takıyorum ve o sırada oyunu kaçırıyorum. Ama şunu söylemeliyim, tiyatrocu olarak müthiş bir gençlik yetişti. Benim adını vermek istemediğim 3-4 tane tiyatro var ki gerçekten çok iyi repertuvarları ve oyuncuları var. Ben de çok tiyatroya gidiyorum. Seks tiyatrosundan politik tiyatroya aslında hepsi var olmalı. Hepsinin de seyircisi olmalı. Bunun çok savaşını verdik. Yola da böyle çıktık. Ama bugün çok acıklı bir durum var. Perdeler kapanıyor, AKM elden gitti ama ortada bir gerçek var çok iyi tiyatrocular ve yönetmenler yetişiyor. Bundan 15 yıl önce yönetmen yetişiyor diyemezdik. Aslında parlak bir dönem ama çok da garip. 1960’lı yıllarda 200 bin tiyatro seyircisi vardı, 24 özel tiyatro sahnesi vardı. O zamanki nüfus iki milyon civarı, bugün düşünün kaç milyonuz bence hala 200 bin seyirciyi geçmiş değildir. Çünkü seyirci yetiştirilmedi. Ama ben gene de umutluyum bu gençlerden yeni bir Türkiye doğacak.

CANLANDIRILAN İLK ROL: Klasik bir çocuk piyesi olan ‘Mavi Kuş’ta ilk kez rol almıştım. 12.5 yaşındaydım. İki tane kardeş var, yatak odalarında da kafeste mavi bir kuş var. Hiç memnun değiller hayatlarından ve bir gece rüyaya dalıyorlar. O mavi kuşun tepesinde dünyayı dolaşmaya çıkıyorlar. İlk rolüm çok önemliydi çünkü 12 yaşında yola çıkıyorum, 80 yaşında yaşlı biri olarak geri dönüyorum. Benim için çok enteresandı.

GÜNÜMÜZDE TİYATRONUN YERİ: Shakespeare’in söylediği gibi tiyatro insanın, dünyanın aynasıdır, vazgeçilmezidir. Kendimizi buluruz, eleştiririz, farklı şeyler öğreniriz. Aslında internet elimizden bunları alıyor. Zaten kıyametin kopmasına yaklaşırken teknik uç noktalara gelmiş olacak. Dünya adeta bir bomba haline getiriliyor ve bir yerden sonra da patlayacak. Her şey bitecek. İnsanoğlu hem akıllı hem de çok garip. Atomu savaş için kullanacağına bambaşka şeyler için kullanabilirdi. Günümüzde ise silahtan, savaştan, zehirden para kazanılıyor. Ölüm ticareti yapılıyor.

TİYATRO ADINA DEĞİŞMESİ GEREKEN: Devlet yardımı yapılsın demiyorum ama devlet sanatçıyı vergiden muaf tutsun. Çünkü bu sanattır. Gazino, meyhane, gece kulübü değil, tiyatro. Bu bir kültür hizmetidir. Bir de tiyatro salonları yapılsın. AVM’lerden geçilmiyor, her birinin altına bir tiyatro salonu yapsalar muhteşem bir şey olur. Böylece yardım etmiş olurlar işte. Devletin sorumluluğu bu zaten. Ayrıca üzücü bir konuya da değinmek istiyorum; Suat Derviş Hanım’ın bana ithaf ettiği bir romanı vardır; ‘Fosforlu Cevriye’. O romanı oyunlaştırdım. Ankara Devlet Tiyatrosu’nda beş yıl kapalı gişe oynadı. Müziklerini de Atilla Özdemiroğlu yaptı. Ama hükümet, devlet tiyatrosunun yönetimini değiştirince, biletleri satışa çıktığı gün tükenen oyunumu da kaldırdılar. İstanbul’da nereye başvurduysam ne şehir ne devlet tiyatrosu kabul etmedi. Kaldırılma nedeni çok basit; dünya görüşlerimiz farklı. Atilla da bu yüzden gözü açık gitti çünkü bütün amacımız İstanbul’da oynanmasıydı. Ama bir gün gerçekleşecek, inanıyorum.


Ali Poyrazoğlu

Sahnenin duayenleri - Resim : 3
TİYATROCU OLMAYA KARAR VERMEK:
Ben yaramaz ve yabani bir çocuktum. Tam beş yaşındayken annemle babam beni düzeleyim diye tiyatroya götürmeye karar verdi. Bana da gelip, “Akşam’a Hamlet’e gidiyoruz” dediler. Benden gelen yanıt “Ben omlet yemem” olmuş. Sonra gittik oyuna, Hamlet’in babasının ruhu çıktı. Ben de hortlak çıktı diye çok korktum, bütün oyun anneme gidelim deyip durdum. Sonunda arkamda oturan kadın enseme vurdu; “Sus velet, hortlak değil o tiyatro bu, oyun oynuyorlar” dedi. Öylece tiyatronun ne olduğunu anladım. Kırmızı perde açılıyor, bir düşler evreni çıkıyor arkasından. Çok hoşuma gitti ama çok da korkmuştum. Korkunca çocuk ne yapar? Üstüne gider. Yemek masasının üstünde kırmızı kadife bir örtü vardı. Ben de masanın altına girdim ve tiyatroyu kurdum. Her akşam yemekten sonra masanın örtüsünü açıp hazırladığım oyunları aileme oynuyordum.

TİYATROYU VAZGEÇİLMEZ KILAN: Hayal gücü kapılarının açılıp, büyüğün küçük, küçüğün büyük olması. Düş yolculuklarına çıkılabilmesi. İnsanın derinliklerine yolculuk yapılabilmesi. Oynanan ve oynayanı izlenen çok eğlenceli bir yer olması; insan oynayan hayvan çünkü. Meslek olarak seçişimin de nedeni tiyatro yaparken de izlerken de çok mutlu olmam. Yaşamımı anlamlandıran ve bana yaşam sevinci aşılayan bir yer tiyatro.

İZLEYİCİ KOLTUĞUNDA OTURMAK: Biraz operatörün apandisit ameliyatına girmesi gibi bir durum var tabii ki. Çok işin içinde olunca eleştirel bir gözle bakıyorsunuz ister istemez. Ama ben kendimi bundan kurtardım. İyi bir tiyatro seyircisi olarak oyunun tadını çıkarmak istiyorum. Tiyatro çok demokrat bir sanat. Her seyirci aynı zamanda yaratım sürecinin de bir parçası. Ben sadece hangi türde bir oyunsa kendi türünde başarılı bir örneği mi değil mi ona bakarım.

CANLANDIRILAN İLK ROL: O zaman Tenten biliyordum. Büyük harfle yazılan, resimli roman. O karakterden yola çıkarak bir oyun yazdım. Yemek masasının altında ‘Tenten Afrika Çölleri’nde oyunumu oynadım. Kumlar getirdim bahçeden, çöl yaptım. Uyduruk bezlerden kuklalar yaptım. Çocukların hayal gücüyle büyükler başa çıkamaz. Ben bu tecrübemle ve yaşımla beş yaşındaki halimle başa çıkamam. İlk gece açılış yaptım, ailem izledi. İkinci gece tiyatro battı. Kriz başladı, seyirci yok. Evde beş kişi var, beşi de gördü oyunu. Onun üzerine akraba evlerine turneye çıkmaya karar verdim. Onlar da Eczacı Mahmut’un deli oğlu geldi diyorlardı. Profesyonel tiyatroydum üstelik, bedava da oynamıyordum. Kağıtların üzerine ‘Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’ yazıp bilet yaptım, onları sattım.

GÜNÜMÜZDE TİYATRONUN YERİ: Tiyatro insanı alıp götüren, engin yolculuklara çıkaran bir yer. Oyuncunun krallığı da tiyatro sahnesindedir. Ama ben 350 bölüm dizi yaptım, bunun 300 bölümünü yazdım, yönettim ve oynadım. 150 bölüm talk şov, 12 yıl radyo programı yaptım. Bu kadar yıldır da sahnenin üzerindeyim. Televizyona çıkmak tiyatroda işe yarıyor çünkü geniş kitlelerin tanıdığı bir şöhret haline geliyorsun. Oyunlar daha fazla seyirci bulabiliyor. Benim için iki taraflı çalıştı. Ama bugün iş biraz daha kolaylaştı. Televizyonda şöhret olan insanların tiyatroda önleri açılıyor. Seyirci de yıldız olmuş isimleri gelip tiyatroda canlı görmek istiyor. Bizim işimiz eğlence sektörü, bu sektörde bir daldan bir dala geçerken elalemin eğlencesi olmamak gerekir.

TİYATRO ADINA DEĞİŞMESİ GEREKEN: Tiyatro ve diğer sanatlarda zaman zaman ortaya çıkan tıkanıklık aslında o sanat dallarıyla ilgili değil eğitim meselesiyle alakalı. Türkiye’de eğitim konusundaki yamuk düzen soruna neden oluyor. Eğitilmemiş kitlelerin talepleriyle onlara daha farklı bir şeyler sunmak isteyenlerin talepleri çatışıyor. Devlet ciddi bir şekilde kültür ve sanatla eğitimi birleştirip insanları anaokulundan itibaren geleceğe hazırlamalı. İleride profesyonel sanatçı olmasalar da yaptıkları işlerde müthiş başarılı olacakları kesin.


Göksel Kortay

Sahnenin duayenleri - Resim : 4
TİYATROCU OLMAYA KARAR VERMEK:
Ben ilkokuldan beri önemli günlerde çıkar şiirler okur, konuşmalar yapardım. Sonraki yıllarda Robert Kolej’de sevgim daha da perçinlendi. Çok güzel bir sahnesi vardı. Her yıl hem İngilizce hem Türkçe oyunlar sergilenirdi. Zaten babam tiyatroya çok meraklıydı. Beş yaşından itibaren bizi haftada en az 2-3 kere götürürdü. Bunların hepsi bir araya geldi ben tiyatrocu olmaya karar verdim. Fakat tiyatroya hayran olan babam kıyameti kopardı. Evde trajedi yaşandı. Hem tiyatrocu olmak hem de Amerika’da eğitim almak isteyince ben, ‘Nerede görülmüş?’ dedi. O yıllar için pek görülmemişti gerçekten. Ama ben kafama koymuştum ve yapacağım dedim. İlk kez ailemden ayrılıp yola çıktım ve uçakta buradan İsviçre’ye kadar ağladım. Yedi yıl sonra Amerika’dan döndüğüm ilk akşam ailecek yemek masasına oturduk. Telefon çaldı, Yıldız Kenter aradı ve bana ‘Üç Kuruşluk Opera’ oyununda rol teklif etti. İşte, böyle başladı maceram.

TİYATROYU VAZGEÇİLMEZ KILAN: Tiyatro aracılığıyla halka birçok mesaj iletebilirsiniz. Bambaşka ve çok keyifli bir sanat dalı. İçimde hep tiyatro aşkı vardı. Bu yıl 52’nci yılım sahnede. Hiç ara vermedim. Halen de oynuyorum. Şimdiki en büyük hayalim de öğrencilerimle sahneye çıkmak. Artık gençlerin başarılarını görmek istiyorum. Onlara bir yol açmakta destek olabilirsem ne mutlu bana!

SAHNEDE UNUTULMAZ BİR AN: Ben sahnede gülmeyi sevmem. Bazı arkadaşlar, biz onlara ‘dalağı düşük’ deriz, çok gülerler. Bense seyirciye saygısızlık diye düşünürüm. Geldiğimin üçüncü ayı. Yıldız Kenter’le beraber ‘Pembe Kadın’ diye bir köy trajedisi oynuyoruz. İlk turnem ve Maltepe’ye gidiyoruz. Ben de hem Amerika’da hem üniversiteden barok görünümlü çok güzel tiyatrolara alışmışım. Bu kez küçücük bir sahne. Herkes gülüyor. Ben sinirlendim ama mizansen yapmak mümkün değil. Yer yok, herkes hazır ol vaziyetinde duruyor, laflarını söyleyip içeri giriyor. Giren güldü çıkan güldü. Sonra sıra Güler Ökten ile bana geldi. Biz gülmeyeceğiz sözünü birbirmize verip sahneye çıktık, tam yürürken Güler’in ayağı kaydı düştü. Sahne çok dar, Güler’in de boyu uzun. Bacakları dizden itibaren sahneden fırladı, en öndeki seyircinin burnuna dayandı. Bu tip olaylara ben ‘tabii afet’ diyorum. Bu sefer biz de gül gül başladık. 12 oyuncu kadrosunun hepsi gülüyor. Hala daha Maltepe’ye ne zaman gitsem sanırım ki o günkü seyirci var, hala başım önümdedir.

İZLEYİCİ KOLTUĞUNDA OTURMAK: Her şeye dikkat ediyorum ama yine de çok keyifle izliyorum. Çünkü ben oynamanın dışında izlemeyi de çok seviyorum. İstanbul’da oynanan oyunların büyük çoğunluğuna da tatil günlerimde gidiyorum. İyiyi de kötüyü de görmek isterim. Detaylar dikkatimi çeker. Örneğin; evli birini canlandırıyor ama yüzük takmamış ya da arkada ışık yanlış gibi… Bazen de kendimi tamamen bırakıp keyifle izliyorum.

CANLANDIRILAN İLK ROL: 70’in üstünde, şişman, çirkin, yaşlı, dişleri olmayan bir kadını oynuyordum. Kendime yaşlı makyajı yapıyordum. İlk 15 gün çok zorluk çektim, neredeyse bırakıp gidiyordum. Çünkü gencecik bir kız gelmişim, karşımda Müşfik ve Yıldız Kenter var. Onlar o zamanlar ilah gibiler. Ayrıca muhteşem bir kadro da var ve bir gariban ben. Elim ayağım titriyor. Zaten İstanbul seyircisinin karşısına ilk defa çıkıyorum. Ama bir gün baktım ki oyunun bitiminde herkes beni konuşuyor. Ben de o zaman incecik sarışın bir kızım. Kimse tanımamış beni tabii. Çaktırmadan herkesin yanına yaklaşıyorum, laf atıyorum. Bana dönüp; “Sen var mıydın oyunda?” diyorlar. Kimi oynadığımı söyleyince herkes şok geçiriyor. Ertesi gün de muhteşem eleştiriler çıktı. Ben de onların hepsini topladım Yıldız Hanım’a götürdüm.

GÜNÜMÜZDE TİYATRONUN YERİ: Bence son yıllarda tiyatro amacına ulaşıyor. Bizim oyun her defasında tıklım tıklım dolu oluyor, nerede oynarsak oynayalım. Gençler çok önemli işler, izleyiciye yeni ufuklar açacak çok güzel oyunlar yapıyorlar. Zaten tiyatroya gitmek izleyici için başlı başına bir deneyim. Oyuncunun ağzından çıkacak lafı gönlüne, kafasına yerleştiriyor, bir düşünce kapısı açılıyor izleyici için. Dolayısıyla tiyatroda verilen mesaj çok önemli.

TİYATRO ADINA DEĞİŞMESİ GEREKEN: Teknik ve yazar eksikliği var. Gerçi bu bize özgü bir durum değil aslında dünyada da az yazar yetişiyor. Ama gençlerden yavaş yavaş parlayanlar var. Teknik olarak da altyapı eksikleri var. Sahne tasarımları yetersiz. Örneğin, benim 50 yıl önce gittiğim Boston Üniversitesi’nde ışık tasarımı bölümü vardı. Bizde ise ilk döndüğüm yıllarda elektrikçiler yapardı bu işi. Bu yönümüz zayıf.

Röportaj ve Prodüksiyon: Ece Üremez
Fotoğraf: Nurdan Usta

Ferhan Şensoy
TİYATROCU OLMAYA KARAR VERMEK: Ben Galatasaray Lisesi’nin tiyatro kolu ile amatör olarak başladım. Bizim dönemimizde çok zengin bir koldu. Örneğin, Mahmut Güney ‘Godot’yu Beklerken’i sahneye koymuştu. O zamanlar için avangart işlerdi. Bir de yatakhanede akşamları öğretmen taklitlerinden oluşan bir şov yapardım. Her akşam başka yatakhaneye turneye giderdim. Lise bitinceyse tiyatrocu olmaya karar vermiştim ama babam hiç istemiyordu. O yüzden Güzel Sanatlar Akademisi’nde mimarlık okumaya başladım. Ama bu sırada evden gizli olarak profesyonel oldum ve bir tiyatro grubunda oynamaya başladım. Bir gün makyajı tam silememişim, annem duruma uyandı. Sonunda babam öğrendi, çok sinirlendi ama ben her şeye rağmen devam ettim.

SAHNEDE UNUTULMAZ BİR AN: Küçük sahnede Münir (Özkul) Abi’yle oynadığımız dönemden bir anı anlatayım. Ben oyun yazarı da olduğum için tuluat yaparım. Rasim (Öztekin) hatta der ki; “Sen tuluat yapacağın zaman gözünde bir ışık oluyor, ben de gülmemek için gardımı alıyorum”. Münir Abi de bunu bilirdi. Beş yıl boyunca ‘İstanbul’u Satıyorum’ oyununu oynarken bana dedi ki; “Lütfen bana tuluat yapma, ben kitabi oyuncuyum, yapamam da yapılırsa da devam edemem, lafımı unuturum.” Ben de üç yıl yapmadım. Ama bir gün Özal öyle bir laf söyledi ki, artık burama geldi dayanamadım, lafımı söyledim. Salonda alkış koptu, Münir Abi’nin gözleri büyüdü, yalvaran bakışlarla bana baktı. Ben de lafını hatırlatacak bir soru attım ortaya. Gözleri ışıldadı, hatırladı. Lafını söyledi, bir daha alkış koptu. Oyun yükseldi resmen. Ertesi gün Münir Abi bana geldi, naylon torbayla kavuğu getirdi. Çok şaşırdım, heyecanlandım ve dedim ki; “Dümbüllü bunu sana naylon torbayla mı verdi?” Yok bir tören yapılmıştı dedi, bana da yaptı ve kavuklu oldum.

İZLEYİCİ KOLTUĞUNDA OTURMAK: Ben pek tiyatro izleyemez hale geldim. Gençliğimde çok izledim, artık sıkılıyorum. Çok beğendiğim tiyatro da yok. En son Berliner Ensemble’ı seyrettim. 30 yıl önce Berlin’de izlemiştim. Çok değişmiş. ‘Üç Kuruşluk Opera’ izledim resmen. Yönetmen, reji numaraları Brecht’in metninin önüne geçmiş. Halbuki Brecht’in tiyatrosu daha yalındı. Oyunculuk kötü değildi ama reji öndeydi. Yani artık izlemekten sıkılan bir tiyatrocuyum ben. Zaten o kadar vaktim yok, haftada sekiz gün oynuyorum.

CANLANDIRILAN İLK ROL: Benim profesyonelliğim 1971’de Grup Oyuncuları ile başladı. 20 yaşındaydım. Karaca Tiyatro vardı o zaman. Ali Taygun, Bektan Algan ve Ayla Algan ustalar, gerisi gençlerden oluşan bir takım kurulsun demiş Muhsin Ertuğrul. Haldun Taner de tavsiye etmiş beni Galatasaray’dan tanıdğı için. İlk rolüm yaşlı biriydi. Bıyığımı beyaza boyuyordum, annem çakacak diye de saatlerce siliyordum. Bana verilen rol de büyüktü. Muhsin Bey öyle istemiş, önemli roller gençlere verilsin demiş.

GÜNÜMÜZDE TİYATRONUN YERİ: Tiyatro epeydir bir kriz geçiriyor. Ben işe başladığımda, özel tiyatro sayısı sadece Beyoğlu’nda 36’ydı. Haftada altı gün perde açardı ve dolu oynardı. Ama tabii o zaman televizyon, internet, cep telefonu yoktu. Bu kriz Türkiye’ye has değil. Eskiden Paris’te üç ay önce bilet bulamazdın. Şimdi gittiğin gün, istediğin oyuna bilet buluyorsun. Yine de bu tiyatronun ölümü değil. Tiyatro Aristoteles’ten beri var, ölmez ki!

TİYATRO ADINA DEĞİŞMESİ GEREKEN: Ekonomik olarak çok zorlaştı her şey, tiyatro giderleri yükseldi. Yine de biz bilet fiyatına beş lira zam yapalım mı yapmayalım mı onu düşünüyoruz. Tiyatroya gelen izleyici hali vakti yerinde olanlardan ziyade, bilet fiyatını hesaplayarak bir kenara ayıran kesim. Ortaoyuncular’da ‘Ferhangi Şeyler’ turneleriyle dönen bir çark haline geldi. Çünkü biz devlet yardımından muaf bırakılan muhalif tiyatrolarız. Adı devlet yardımı olsa da hükümet yardımına dönüştü. Benim politik görüşüm hükümetle bağdaşmayabilir, öyle zamanlarda bugüne dek hep almıştık devlet yardımı. Ama şimdi Kültür Bakanı değişti diye bize üç yıldır yardım yapılmıyor. Mahkeme açtık, kazandık. Bir üst mahkeme bozdu. Verilen yardım da atla deve değil. Saçma olan şu; karşıdaki tiyatroya veriyorsun, bana vermiyorsun ama o parayı benim verdiğim vergiden topluyorsun.


Can Gürzap

Sahnenin duayenleri - Resim : 5
TİYATROCU OLMAYA KARAR VERMEK:
Ben Kadıköy Maarif Koleji’nin ilk mezunlarındanım. Bilinçaltımda hep oyunculuk vardı, babam ve üvey annem ünlü oyunculardı. Babam da o dönem Şehir Tiyatroları’nın yönetim kurulundaydı ve bir gün bana, “Seni sokarım ama önce eğitimini alacaksın” dedi. Ben de Ankara’da konservatuvarda beş yıl tiyatro okudum. O zamandan beri de hayatım boyunca tiyatrodan bu son dört yıl dışında uzak kalmadım. Çünkü özel tiyatromu büyük bir zararla kapatmak zorunda kaldım. Bir oyuncu için tiyatrosuz yaşamak çok zor.

TİYATROYU VAZGEÇİLMEZ KILAN: Değişik yaşamların içinde var olmak. Oyuncu olarak yeni kişiler, rejisör olarak da yeni bir dünya yaratıyorsunuz. Tiyatroda söylenmiş her şey muhakkak yaşanmıştır. Tiyatro bir okuldur ve öğrettikleri başka hiçbir okulda öğretilmez. O yüzden Muhsin Ertuğrul hayatı boyunca tiyatro dedi. Bu işin lideri olan tiyatro adamları da bunun için para kazanmak yerine tiyatro yapmayı tercih etmişlerdir. Çok zorluk çekilmiştir, hala da öyle. Biz Doğu’ya da yeteri kadar tiyatro ve sanat götürebilseydik, Türkiye şu anda çok daha mutlu bir ülke olurdu. Çünkü tiyatro, ahlakı, bilgiyi, hukuku, değişik açılardan bakmayı öğretir. Yaşam açısını genişletir.

SAHNEDE UNUTULMAZ BİR AN: Ben gençliğimde devamlı oyuna geç kaldığıma ya da kaçırdığıma dair kabuslar görürdüm. Bir gün, Ankara’da evde gazeteyi aldım, okurken içim geçmiş. Telefonla uyandım. Sahne amirimiz arıyor, “Can Bey saatten haberiniz var mı?” diye. Bir baktım üçe çeyrek var ve kostümlü oyun. Hemen tıraş oldum ve taksi çağırdım. Tam büyük tiyatronun önünden geçiyorum, baktım fuayenin ışıkları söndü. Yani oyun başlıyor. Biz vardığımızda saat 3’ü 12 geçiyordu, ben fırladım içeri girdim ama bir tuhaflık var. Meğerse elektrikler kesilmiş. Yine de hazırlandım, diğer arkadaşlar oturuyor. Normalde yarım saat içinde gelmezse elektrik biletler iade edilir. Tam 25 dakika geçti, herkes iptal derken ışıklar yandı. Bu sefer onlar panik içinde hazırlandı.

CANLANDIRILAN İLK ROL: Konservatuvar dördüncü sınıftayım. İlk oyunum Alev Sezer ve Arsen Gürzap ile. Başrol oynuyoruz. Tekstleri aldık, kafa çekmeye gittik. “Alev oğlum iyi yırttık” dedim çünkü bizde para pul yok. Başrolü aldık diye sanatçı kaşesi verecekler zannediyoruz. Ay sonu geldi figüran parası verdiler. Oyun yazarı Sevgi Sanlı’dan hocayla konuşmasını istedik. Cüneyt Hoca’dan şöyle yanıt geldi; “Beğenmiyorlar mı o parayı? Onu verdiğime şükretsinler, ben başrol verdim onlara.Hemen oyuncu olunmuyor” dedi, ben de iki sene figüran parasına oynadım.

TİYATRO ADINA DEĞİŞMESİ GEREKEN: Tiyatro pahalı bir iştir. Bunu Muhsin Ertuğrul 60 yıl önce söyledi; tiyatro salonu lazım. Yeni gelen nesil, şehir ya da devlet tiyatrosuna girmezse ne yapacak? Tiyatro bitmez ama bitirilebilir.


Haldun Dormen

Sahnenin duayenleri - Resim : 6
TİYATROCU OLMAYA KARAR VERMEK:
Ben tiyatrocu olmaya karar vermedim, tiyatrocu doğdum. Çocukluğumdan beri hep bu işin içinde olmak istedim. Çok küçükken babam Almanya’dan bana bir kukla tiyatrosu getirmişti. Ben de oyunlar yazar, arkadaşlarımı toplar o kuklaları oynatırdım. İçimde hep tiyatro vardı.

TİYATROYU VAZGEÇİLMEZ KILAN: Halkla olan ilişkisi, seyirciyle burun buruna olup duyguları aktarabilmek ve bunu en iyi şekilde yapabilmek.

SAHNEDE UNUTULMAZ BİR AN: ‘Bit Yeniği’ni turnede oynarken, Altan Erbulak’ın lafını bekliyordum sahneye girmek için. Bir baktım, Altan oyunla ilgisi olmayan bir şeyler söylemeye başladı. Kafamı uzattım bir kadınla konuşuyor. Meğer bu kişi üç hafta evvelden bilet almış ve Adapazarı’ndan İstanbul’a oyunu izlemek için gelmiş. Fakat o kadar doluymuş ki tiyatro, yerine başka biri oturmuş. O da sinirlenmiş almış sandalyesini sahneye çıkıp oturmuş. Altan da, “Hoş geldiniz ama bu oyunun ikinci perdesi randevu evinde geçecek” diyerek kadıncağızı aşağı inmeye ikna etmeye çalışıyordu.

İZLEYİCİ KOLTUĞUNDA OTURMAK: Oyunculukta en çok dikkat ettiğim şey, hiçbir şeyi abartmadan oynamak, duyguları abartmadan dile getirmek. Özellikle komedi oynarken. Komik olmadan komedi oynayabilmeliler. Benim için ne hayatta ne sahnede abartı yok, tahammülüm de yok. Abartılı şeyleri seyretmem.

CANLANDIRILAN İLK ROL: İlk kez sahneye Robert Kolej’de, sonra da Amerika’da çıktım. Başlarda İngilizce oynayacak olmak telaşlandırdı beni ama birkaç egzersiz sonra rahatlamıştım. Türkiye’de ise ilk oyunum ‘Cinayet’ti. Muhsin Ertuğrul sahnesinde ailem, eski sınıf arkadaşlarım beni ilk defa seyredeceklerdi, çok heyecanlanmıştım. Genç bir polis memurunu canlandırmıştım, aslında bana çok uygun bir rol değildi ama elimden geldiği kadar yapmaya çalışmıştım.

GÜNÜMÜZDE TİYATRONUN YERİ: Tiyatroya hiçbir şey olmaz ve her zaman var olur. Gözden göze, kalpten kalbe hitap ettiği için de üç bin yıldır yaşıyor. Amerika’da televizyon çıktığı zaman tiyatro bitti dediler ama aksine her zamankinden daha güçlü oldu. Elbette ilk başta biraz sarsıldı ama bugün 250 alternatif tiyatro var. Ben de elimden geldiği kadar tiyatroya gidiyorum. Özellikle de alternatif tiyatrolarda hem yönetmen hem de yazar yetiştiriyorlar. O yüzden onlara çok büyük saygım ve sevgim var.

TİYATRO ADINA DEĞİŞMESİ GEREKEN: Bir tek şey var; oyuncular, yönetmenler, tasarımcılar çok çok iyi ama daha çok sahne yapılması lazım. Bu sahnelerin de alt yapılarının daha iyi olması lazım. Keşke tiyatro mimarlarına sorulsa, ses, akustik, dekor doğru olmayabiliyor. Türkiye manevi olarak tiyatroda çok ileride ama teknik olarak eksik.