Son favori Barış Kılıç
Karizmatik, kibar, dürüst, samimi ve tüm bu özelliklerin bileşkesinde seksi bir erkek o… İyi bir eş ve iki çocuk babası aynı zamanda. Son dönemde reyting yarışında ilk sıraya oturan ‘Güllerin Savaşı’ adlı diziyle ekranlara gelen Barış Kılıç’a ‘yakından’ baktık!
Onun hakkında edineceğiniz ilk izlenim işini çok ciddiye alan, disiplinli bir erkek olduğu… Sonra karizmatik, kibar ve yakışıklı bulabilirsiniz tabii. Çekimler sırasında son derece rahat ve profesyonel. Konuştukça düşüncelerini dürüstçe dile getirmekten çekinmiyor, rahat, ciddi ve mesafeli ama istediği zaman gülümsemesini gözlerine ulaştıracak kadar da samimi. ‘Merhaba Hayat’ın ardından asıl çıkışını ‘Adını Feriha Koydum’la yapan Barış Kılıç, ‘Bütün Çocuklarım’dan sonra şimdi de ‘Güllerin Savaşı’ ile ekranlarda. Son dizisinde bir plastik cerrahı canlandıran Kılıç, Damla Sönmez ve Canan Ergüder’le başrolleri paylaşıyor. Dizideki mesleğinden dolayı ‘Güzelliğin Efendisi’ lakabıyla anılan, Biray Dalkıran’ın imzasını taşıyan ve aralık ayında vizyona girecek ‘Seni Seviyorum Adamım’la ilk kez beyazperdeye konuk olmaya hazırlanan Barış Kılıç’ı yakından tanımak istiyorsanız haydi başlayalım.
Röportaj: Gülru İncu
Fotoğraflar: Nurdan Usta
‘Güllerin Savaşı’ dizisinde rol almaya nasıl karar verdiniz, yollarınız nasıl kesişti bu projeyle?
Klasik yapımcı-oyuncu ilişkisi tadında gelişti. Yapımcım beni arayarak projeden bahsetti, gittim, görüştüm. Aklımda yapmak istediğim birkaç proje vardı, içlerinden en çok içime sinen proje bu oldu.
Projenin sizin için çekici yanı neydi?
Proje seçerken en büyük kriterim; senaryoyu ne kadar sürede okuduğum ve o an neler hissettiğim. O ilk heyecan benim için çok önemli, sanırım bu dönemde okuduğum projeler içinde elimden düşürmeden okuduğum, etkilenerek okuduğum tek proje bu olduğu için bu projede olmaya karar verdim.
Ömer Hekimoğlu karakteri ile ‘Feriha’da canlandırdığınız Levent karakterinin benzer yönleri var. Bu durum rolün üzerinize yapışma riskini de taşımıyor mu?
Rolün üzerinize yapışma hikayesi yaptığınız için ne kadar uzun soluklu olduğuyla da ilgili. Sonuçta bu karakteri siz oynuyorsunuz, ne kadar farklı düşünürseniz düşünün bir yerde sizin içinizden çıkıyor; dolayısıyla sizin özelliklerinizi kısmen yansıtmanız kadar doğal bir şey yok. ‘Feriha’da canlandırdığım karakterle benzer yanları olabilir ama bambaşka iki hayattan gelen iki karakter aslında. Ama insanlar her iki karakteri de ben oynadığım için birbirine yakın görebilir ki bu da son derece normal.
“Bunun yapılmasına asla tahammül edemem” dediğiniz noktalar neler?
Etrafımda işini doğru düzgün yapmayan ve işini savsaklayan insana tahammülüm sıfır. İşini düzgün yapmayan insanı tespit ediyorsam etrafımda ve bu bana zarar veriyorsa ondan hemen kurtulmayı tercih edebilirim. Çünkü o kişi bir bütüne zarar veriyorsa onun orada olma lüksü yok. Ben de içinde bulunduğu projede faydasızsam nasıl ki birilerinin beni beğenmeme, beni gönderme hakkı varsa benim de böyle bir hakkım var. Bunu sadece kendim için istemiyorum. Bir de sizi kandırdığını düşünüp akıllı geçinen insanlar var ki, onlar en tahammül edilemeyenleri.
Kendinizi hangi konularda iyi ve farklı buluyorsunuz?
İş disiplinime güvenirim, işimi sevgi ve saygıyla yaparım. Sadece yalnız çalışmadığımı düşünürüm, sette 80-100 kişi benimle beraber hareket ediyor. Bunun arkasında koskoca bir yapım şirketi ve birçok insanın emeği var. Hatta diyebilirim ki fazla sorumluluk sahibi olmak zaman zaman beni yoruyor. Zihnen yorulduğumu hissediyorum. Kendimden fazla etrafımdakileri düşündüğüm oluyor ve bu durum zaman zaman bana zarar veriyor ama ben böyle bir adamım. En az kendim kadar beraber yürüdüğüm, beraber iş yaptığım insanları da düşünürüm.
Geldiğiniz noktada hayatın sizi törpülediği yerler, yıllar içinde değişen huylarınız var mı?
Var tabii, ‘Yok’ dersem yalan söylemiş olurum. Eskiden önerilere çok açık bir adam değildim. İnandığım şeylerin doğru olduğunu düşünürdüm ve sadece kendi doğrularımla hareket ederdim ama son zamanlarda dış dünyaya, doğru eleştiri yaptığına inandığım insanlara daha çok kulak kabartır oldum. Son dönemlerde bu yanlıştan döndüğüm için mutlu olduğum zamanlar oldu. Zaman, yaş, hayat sizi hep bir yerlere sürüklüyor ve sürüklediği noktada yontulduğunuzu hissediyorsunuz zaten. Geçmişteki o alışkanlıklarınızın size hiç fayda katmadığını hissettiğiniz noktada zaten törpülenmiş ve yontulmuş oluyorsunuz otomatikman. Bunu yapan belki çevresel faktörler, belki de yaşamın kendisi olabiliyor. Bazen küçücük bir çocuğun söylediği bir şey sizi darmadağın edebiliyor. Bu yüzden herkes çevresine karşı duyarlı ve açık olmalı.
Hayat felsefenizi nasıl özetlersiniz?
Benim için önemli olan beden sağlığından önce ruhsal sağlık. Herkese iyi bir ruh sağlığı temenni ediyorum. İyi bir ruh sağlığı olan insanın sonradan bedeni de sağlıklı olur, herkese sağlıklı davranır. Herkese bu zor şartlarda yaşama ve tahammül etme şansı diliyorum. Umarım herkesin maddi olarak değil manevi olarak da yaşamanın git gide zorlaştığı bu hayat şartlarında tutunabileceği mutlulukları olur.
‘Güllerin Savaşı’nda bir plastik cerrahı canlandırdığınız için bir lakabınız var; ‘Güzelliğin Efendisi’ diye. Güzel kadını nasıl tarif ediyorsunuz, takıntılı bir şekilde estetik yaptıran kadın güzel oluyor mu gerçekten?
Evet, diziden sonra insanlar bana böyle hitap etmeye başladı. Aslında ben başından beri bu işe hazırlanırken ve Türkiye’nin önde gelen plastik cerrahlarından Serdar Eren’le konuşurken onun bana güzellikle ilgili ilk söylediği şey; bütüne bakmak gerektiğiydi. Bütünle birlikte yaşamayı öğrenmiş ve bu yüzden ayrı bir estetiğe kavuşmuş kadın bence güzel kadındır. Yoksa herkeste standart olarak bulunan düğme burun ya da dolgu dudak bir kalıbın içine girme çabasıdır ve bunun güzellikle uzaktan yakından alakası yok. Artık estetik yaptırmak alışveriş yapmak gibi bir hale geldi ki bunu çok yanlış buluyorum.
Bir açıklamanızda ‘Güllerin Savaşı’ndaki Ömer Hekimoğlu karakterini kendinize yakın bulduğunuzu söylüyorsunuz. Nedir aradaki benzerlik?
Oyuncu birkaç proje okur ve hangisi içine daha çok siniyorsa onu seçer. İçine sinmesinden kastım şu: Senaryoyu okurken karakteri hayal edersiniz ve hayallerinizdeki yansımasını, o karaktere hayat verdiğiniz zaman ortaya ne çıkacağını düşünürsünüz. Kendime yakın bulduğum şey; Ömer Hekimoğlu karakterinin mesleği ile ya da hayat tarzıyla ilgili bir şey değil, o karakteri içimden daha kolay çıkaracağıma dair bir düşünceydi. Bunun yansıması da çok iyi oldu, çünkü aldığım tepkiler çok iyi.
Oyunculukta neyi hedefliyorsunuz?
Bu soruyla çok karşılaşıyorum ama ‘hedef’ kelimesi benim için çok da önemli bir şey değil. Aslına bakarsanız hedeflediğim işi yapıyorum ve hedeflediğim yerdeyim. ‘Hedef’ kelimesine çok takılmıyorum, gün beni nereye götürüyorsa oraya gidiyorum, yeter ki içime sinsin. Çok büyük hayallerim, çok büyük hedeflerim, çok büyük hırslarım yok. Sadece oyunculuğa karşı değil hiçbir şeye karşı yok, yaşayıp gidiyoruz.
Hayatınızın merkezinde ne var?
Sadece insan gibi, sağlıklı ve mutlu yaşamak var. Merkezimde olması gereken şey bu. Bugün seyyar satıcı da olsaydım yine mutlu olmak isteyecektim ama şu an bir şeyler vesile oldu, oyunculuk yapıyorum. Benim için yaptığınız mesleğin hiçbir değeri, anlamı yok, yeter ki yapmak istediğiniz işi yapın, işinizi severek yapın ve mutlu olun. En büyük merkez bu olmalı bence herkes için. Herkes illaki okulunu okuduğu, eğitimini aldığı işi değil başarılı olduğu işi yapmalı. Rüzgar sizi nereye doğru götürüyor ve nerede başarılı oluyorsanız oraya yönleniyorsunuz.
Peki, oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?
Hiçbir şeye karar vermemiştim aslında, daha üniversite yıllarındaydım. “Ne yapacağım?” diye düşündüğüm zamanlarda, ki o zaman başka işlerle de ilgileniyordum, böyle bir fırsat çıktı ve değerlendirdim. O gün, bugündür çalışıyorum.
Sizi yakında ‘Seni Seviyorum Adamım’ adlı filmle beyazperdede izleyeceğiz. Filmde nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?
Zamanında müzik yapımcılığı yapmış, İstanbul gibi bir şehirde işinde en üst seviyelere çıkmış ama yaptığı işten ve var olduğu çevreden artık rahatsızlık duymaya başlamış ve mesleğine küsüp kendisini bir sahil kasabasına atmış bir adamı canlandırıyorum. Her şeyden yıldığı noktada hayatını küçültmeye karar vermiş ve bu noktada da kendini bir sahil kasabasında balıkçılık yaparken bulmuş bir adam bu. Belki aşka da küsmüş, çünkü hayata küstüğünüz zaman gözünüz kapalı bazı şeyleri görmezden gelebiliyorsunuz. Aşka küstüğü anda da karşısına biri çıkıyor ve hayatını sonlandırmak isteyen birisi bu balıkçı için hayatının başlangıcı oluyor. Enteresan ve çarpıcı bir hikaye. Bu projede olduğum için çok keyif aldım, hala çok mutluyum. Bu işin içinde olduğum için hala şükrediyorum bu işin bana gelmesine. Kasım sonu aralık başı gibi vizyona girecek ve bu filmde herkes kendinden bir şeyler bulacak.
Aşkı nasıl tanımlarsınız, sizin için ne ifade ediyor?
Aşk eğer şansı varsa her insanın karşılaşması gereken bir durum. Aşktan önce ya da aşktan sonra diye hayatınızı ikiye ayırırsanız, aşktan sonra başka bir kafaya geçiyorsunuz; ister yaşadığınız aşk sizi kötü bir hale soksun, ister iyi bir hale, mutlak bir değişim söz konusu. Aşktan sonra ayakta kalabilmek, iyisiyle kötüsüyle hayata devam edebilmek bence çok önemli. Herkes için ilk aşkı çok önemlidir ama bence insan sürdürebileceği aşkın içinde olmalı, böylesi çok daha keyifli, çünkü bazı şeyler çok çabuk tüketilebiliyor. Herkesin aşka bakışı farklı, bu yüzden çok tartışmaya açık bir şey de değil. Size hissettirdiği şeyler mutlaka çok farklı oluyor, bunun adı da aşk oluyor.
Filmde şarkı da söylüyorsunuz sanırım…
Evet, filmde eski bir müzik yapımcısı olduğum için hikayenin ortalarında, aşık olduğum insana şarkı öğretmeyi ve beraber çalışmayı teklif ediyorum ve o esnada ona eşlik ediyorum. Tek başına söylediğim şarkılar yok ama ona eşlik ettiğim şarkılar var.
Öyleyse gerçek hayatta da müzikten çok uzak biri değilsiniz?
Evet, müzik hayatımda hep vardır hatta müzik kulağım iyidir, iyi bir dinleyiciyim. Her tür müzik dinlerim, hiç ayırt etmem, yeter ki bana iyi geldiğini hissedeyim. Türk sanat müziğini çok severim.
İki çocuğunuz var, onlarla geçen yıllar aşkınızı nasıl bir boyuta taşıdı?
Dediğim gibi; aşktan önce ve aşktan sonra, evlilikten önce evlilikten sonra, çocuktan önce çocuktan sonra diye ayırabilirsiniz bunu. İnsan hayatı bir şekilde bir yerlere gidiyor, yaşınız ilerliyor, çevreniz değişiyor, işiniz, işinize bakışınız, hayatınız, özetle her şey değişiyor.
Siz bu değişimleri nasıl karşıladınız peki ya da şöyle sorayım; bu değişimler sizi nasıl şekillendirdi?
Sevdiğim bir söz vardır ünlü düşünür Herakleitos’un, “Girdiğiniz nehre bir daha giremezsiniz” der. Çok güzel bir sözdür. Hayat akışkandır, her gün her saniye değişir ve hiç kimse de geçen saniyeyi satın alamaz, öyle bir gücü yoktur, dolayısıyla hayatın her evresinde hayatınıza bir şeyler girip çıkıyor. Önemli olan bunlardan sonra hayatınıza devam edebiliyor musunuz ya da devam ediyorsanız nasıl ediyorsunuz? Her şeye rağmen mutlu musunuz? Bence cevap verilmesi gereken soru bu.
Evde nasıl bir eş ve babasınız?
İyi olmaya çalışan bir eş ve iyi olmaya çalışan bir baba var evde. İyi olmak için mücadele ediyorum. Kötü olduğum yanlarım da vardır elbette, bunların da farkındayım ama mümkün olduğu kadar yapmamaya çalışıyorum. Ama yorucu bir şehir, yorucu bir hayat. Sinir sisteminiz bazen bazı şeylere tahammül edemiyor. Saçmalıklar her gün tekrarlanınca bir yerden sonra siz de isyan edebiliyorsunuz. Mesela ‘Seni Seviyorum’daki karakteri neden çok sevdim, herhalde günün sonunda yaşamak istediğim hayat o diye belki de. Az yeşil görmekten, çok araba, çok beton görmekten ruhum gerçekten yoruluyor. Artık herhalde biz de bir yerlere kaçacağız.
Uzun, sağlıklı ve mutlu bir ilişkinin sırrı ne sizce?
Bir ilişkinin uzunluğunu ya da kısalığını tartışmak bence çok yanlış, çünkü ilişkiden ne aldığınız önemli. Uzun bir ilişkiyi sürdürmek bir başarı değil bence. Kimse sizin boynunuza madalya takmıyor yıllardır evlisiniz diye. Hayata bir defa geliyorsunuz. Mutluysanız devam ediyorsunuz, mutsuzsanız devam etmiyorsunuz. Sorunun cevabı bu kadar basit ve net aslında.