Tek başına muhalefet partisi
Geçenlerde bir dergi, “Bu aralar, Türkiye’deki en karizmatik adam kim sizce?”
Son zamanların, en tavan yapan yazarı o bence. Her gün inanılmaz yazılar yazıyor, pardon
döktürüyor! Bazen bildiğimiz ama fark edemediğimiz, bazen de bilmediğimiz şeyleri
gözümüzün önüne getiriyor. İnce bir zekayla yapıyor. Boş sallamıyor. Hep kanıtlara,
verilere dayanıyor. Bir ağız ishali hali yok yani. “Nerede belgesi?” desen, “Aha burada!”
diyecek. Ve cesur. Çok cesur. Onlardan çok kalmadı artık...
Ama galiba beni en çok etkileyen, bu kadar çok konuşulmasına, okunmasına rağmen,
içinde egosunu ayarlayan bir regülatörün olması. Tek başına bir muhalefet partisi
gibi o. Ama, “Şu küçük dağları ben yarattım” edasıyla dolanmıyor ortalıkta. Bu haline
bayılıyorum. Aslında herkesin birbirinin gözünü oyduğu bir ortamda, Uğur Dündar’la
olan ilişkisine de bayılıyorum. Ona duyduğu saygıya, bağlılığa... Her zaman eşi Hülya’dan
aşkla söz etmesine... Ailesine verdiği değere... Bence nesli tükenen adamlardan.
Geçtiğimiz günlerde, bir gün yazmayınca ödüm koptu. “Aman Allah’ım yoksa!..” dedim.
Ve onu aradım, Elele için röportaj sözü aldım. Buyurun buradan okuyun.
“Ben yazarım,
basar değilim.
Basma kararı,
yöneticime ait.
Bak bu mevzu
gelmişken
anlatayım, gazete
yöneticilerinin
herhangi bir
yazarı işe alma
hakkı olduğu gibi,
işten çıkarma
Evet, fotoğrafları Mehmet Turgut çekti.
Vakitsizlikten stüdyosuna gelemeyen
Özdil’in ayağına, Star’a gitti. Mehmet de
cins adamdır, sevmediği biri için hayatta
yapmaz. Ama o da bayılıyor Özdil’e.
Teşekkürler Mehmet...
Bu sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz,
Türkiye nereye gidecek?
Cumhurbaşkanlığı forsunda 16 yıldız var,
17’ye bağlarız!
İçkili sanat galerisi açılışlarına, eli sopalı
baskınlar yaygınlaşacak mı?
İçkili sanat galerilerinin ne kadar
yaygınlaşacağına bağlı!
Peki o zaman, var olan bu tehlikeyi,
“Evet” diyen liberaller, neden göremiyor?
En zeki siz misiniz? Siz görüyorsunuz da,
onlar göremiyor mu?
Liberal olmak için zeka şartı mı var?
Marks, liberal miydi?
O liberaller için ne düşünüyorsunuz? Bir
cümleyle onları nasıl tanımlarsınız?
Bir kelime yeter: Liboş.
Bekir Coşkun’un gidişini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Elimizden alınan Türk kahvesi o!
Hükümetin baskısı sonucu
gönderildiğine inanıyor musunuz?
Hükümet baskı yapmaz, aksine baskı
yapılmasın ister, o yüzden basılmıyor artık
yazıları!
Emin Çölaşan gitti, Bekir Coşkun gitti,
üçüncü isim olarak siz kaldınız. Siz
korkmuyor musunuz? “Sıra bana da
geldi” diye düşünmüyor musunuz?
Sırayla mı bu işler?
Bekir Coşkun... Onun Hürriyet’teki
yerini şahane bir şekilde doldurdunuz
diye size sinir olmamış mıdır?
Vereyim telefonunu, aç sor.
Okur için, Bekir Coşkun’un gitmesi, sizin
gelmeniz bir şey fark etmez mi?
Logolar, yazarların üstündedir.
Yazılarınızda bir sürü arşiv bilgisi var,
olay var, tarih var, rakam var. Bu verilere
nasıl ulaşıyorsunuz?
Gazeteci tanıdıklarım var!
Siz, bir arşiv faresi misiniz? Hangi arşivi
kullanıyorsunuz?
Hürriyet okyanus gibi. Yeter ki yüzmeyi
bil.
Sizin beyniniz nasıl çalışıyor? Olaylara
nasıl yaklaşıyorsunuz? Önünüze bir şey
gelince, önce duygularınız mı, aklınız mı
harekete geçiyor?
Bizim ahali, lafı kıçından anlar, o yüzden
tersinden yaklaşıyorum...
Yazılarınızda hem mantık hem
duygu var. Ve aynı oranda. Nasıl
başarıyorsunuz?
Dedim ya, oran’ı oram’dan ölçüyorum!
“Hapse girdim, işsiz kaldım, hayatın
sonu değil, dışlanmadım hiç,
arkadaşlarım var benim, gerekirse
hayatlarını tehlikeye atarlar,
kardeşliğimizden vazgeçmezler,
taşıyamadığım yükü taşımam, bırakırım,
ailem desen, başları zaten benle belada...”
Valla mı?
Valla.
“Bu yazını basamayacağız Yılmazcım” dediklerinde ne dersiniz?
“Siz bilirsiniz” derim. Ben yazarım, basar değilim. Basma kararı, yöneticime ait. Bak bu
mevzu gelmişken anlatayım. Gazete yöneticilerinin herhangi bir yazarı işe alma hakkı
olduğu gibi, işten çıkarma hakkı da vardır; yazıyı basma hakkı olduğu gibi, basmama
hakkı da vardır. Aksini iddia eden, geri zekalıdır. Ya da gitsin, kendisine matbaa kursun.
Patronlar
muhabire para vereceğine, yazarlara para vere vere, yazarların egosu patladı. Hiç
okunmayan ama patronun vicdanını sömürüp, orada kalmayı başaran, ‘operadaki hayalet’
gibi gazete
koridorlarında dolaşan tipler var. Zincirlikuyu, “Ben gidersem burası batar!”
diyenlerle
dolu.
Başucunuzda ne durur?
Kitap. Cep
telefonu.
Bu aralar
ne okuyorsunuz?
John Lloyd-John Mitchinson, Şakir Eczacıbaşı, Adnan Nur Baykal, Andre Gide. Noki
“Ben yazarım,
basar değilim.
Basma kararı,
yöneticime ait.
Bak bu mevzu
gelmişken
anlatayım, gazete
yöneticilerinin
herhangi bir
yazarı işe alma
hakkı olduğu gibi,
işten çıkarma
“Hiç okunmayan ama
patronun vicdanını
sömürüp, orada
kalmayı başaran,
‘operadaki hayalet’ gibi
gazete koridorlarında
dolaşan tipler var.
Zincirlikuyu, ‘Ben
gidersem burası batar!’
diyenlerle dolu...”
“Din değiştirme maddesi yoktu referandumda,
dolayısıyla Lozan’a göre hala azınlık değiliz Allah’a
şükür! Ama sokma akıllarına, onu da yaparlar!”
Sizce IQ’nuz mu, yüksek?“Ya biri düşükse!” diye korkuyorum,
ölçtürmüyorum. Ne yaparım ben sonra?
Yazar olarak, her geçen gün
daha da
yükseliyorsunuz ama hep
‘low profile’
duruyorsunuz. Hiçbir şey
yapmıyormuş
gibi. Bunu nasıl beceriyorsunuz?
Ego başka şey, megolo başka çünkü.
Sizin egonuz yok mu?
Var.
Saklıyor musunuz?
Yooo.
En büyük egolular en alçak gönüllülerden
çıkıyormuş. Doğru mu?
Bak ben sana söyleyeyim: En büyük
egoluların, alçak olduğu doğru!
Siz bu toplumu her geçen gün biraz
daha fethediyorsunuz ve bu toplum
da size güvenip, önemli sorumluluklar
yüklüyor. Bunun sonuçlarından
korkmuyor musunuz? A) Popülist
olarak değerlendirilmekten B) İktidarın
tepkisini çekmekten, hapse girmekten,
işsiz kalmaktan, dışlanmaktan C)
Taşıyamayacağınız bir yükün altına
girmekten, ailenizin başını belaya
sokmaktan...
Popül’üm; bana popülist diyenler
farkında değil ama, onlar da popül!
Hapse girdim, işsiz kaldım, hayatın sonu
değil, dışlanmadım hiç, arkadaşlarım var
benim, gerekirse hayatlarını tehlikeye
atarlar, kardeşliğimizden vazgeçmezler,
taşıyamadığım yükü taşımam, bırakırım...
Ailem desen, başları zaten benle belada!
Farkında mısınız böyle bir misyona
doğru gittiğinizin?
Misyon fi lan yok.
Biri size demiyor mu, “Yılmaz yeter
yazma!” diye. Size, “Dur” diyen kimse
yok mu?
Ayşeciğim, senin hakikaten sinirlerin
bozulmuş!
Büyük resme bakınca, medyada
muhalefet bitti mi? Bütün basın, iktidarın
mı?
Pravda bile başaramadı o işi!
İşinize son verilirse, B planınız nedir?
Zeytin yetiştirmek mi istersiniz mesela.
Yoksa Sözcü’de mi yazarsınız?
Devlet Planlama Teşkilatı’na danışırım!
Elinizde bir televizyon var. Neden bu
fikirlerinizi orada duyamıyoruz?
Elimde televizyon yok, ama senin elinde
kumanda aleti var, beğenmiyorsan zapla.
Dürüstlüğü konusunda kuşku olmayan
Uğur Dündar’a karşı bile suçlamalarda
bulundular. Ne hissettiniz? Bunlar sizi
nasıl etkiliyor?
Gülüyoruz çok. Uğur Dündar’la
toplantımıza gir, çenen yırtılır
kahkahadan. Şaka değil, gel bir gün,
yazarsın belki...
Siz, gelişmeleri nasıl görüyorsunuz?
Valla mı?
Valla.
“Bu yazını basamayacağız Yılmazcım” dediklerinde ne dersiniz?
“Siz bilirsiniz” derim. Ben yazarım, basar değilim. Basma kararı, yöneticime ait. Bak bu
mevzu gelmişken anlatayım. Gazete yöneticilerinin herhangi bir yazarı işe alma hakkı
olduğu gibi, işten çıkarma hakkı da vardır; yazıyı basma hakkı olduğu gibi, basmama
hakkı da vardır. Aksini iddia eden, geri zekalıdır. Ya da gitsin, kendisine matbaa kursun.
Patronlar
muhabire para vereceğine, yazarlara para vere vere, yazarların egosu patladı. Hiç
okunmayan ama patronun vicdanını sömürüp, orada kalmayı başaran, ‘operadaki hayalet’
gibi gazete
koridorlarında dolaşan tipler var. Zincirlikuyu, “Ben gidersem burası batar!”
diyenlerle
dolu.
Başucunuzda ne durur?
Kitap. Cep
telefonu.
Bu aralar
ne okuyorsunuz?
John Lloyd-John Mitchinson, Şakir Eczacıbaşı, Adnan Nur Baykal, Andre Gide. Nokia.
“Ben yazarım,
basar değilim.
Basma kararı,
yöneticime ait.
Bak bu mevzu
gelmişken
anlatayım, gazete
yöneticilerinin
herhangi bir
yazarı işe alma
hakkı olduğu gibi,
işten çıkarma
hakkı da vardır,
yazıyı basma
hakkı olduğu gibi,
basmama hakkı
da vardır. Aksini
iddia eden, geri
zekalıdır.“Babam, Dinç Bilgin’in yanında çalıştı, maaş aldı, o
maaşla okudum. Personeline hakkını veren işveren,
kutsaldır bizim aile için. Dinç Bilgin, Cem Uzan,
Turgay Ciner patronlarımdı, şimdi Aydın Doğan
patronum. Patronlarım bana işimi yapmam için maaş
veriyor. Dinç Bilgin’in hastane fotoğrafı haberdi,
kullandım. Babam olsaydı, gene kullanırdım.”
“Hiç okunmayan ama
patronun vicdanını
sömürüp, orada
kalmayı başaran,
‘operadaki hayalet’ gibi
gazete koridorlarında
dolaşan tipler var.
Zincirlikuyu, ‘Ben
gidersem burası batar!’
diyenlerle dolu...”
“Din değiştirme maddesi yoktu referandumda,
dolayısıyla Lozan’a göre hala azınlık değiliz Allah’a
şükür! Ama sokma akıllarına, onu da yaparlar!”
Ne kadar maçosunuz? “
Karıma yan bakana kafa atarım!”
demiştiniz...
Atarım. “Aman çok zarif beyefendi!” desinler diye, karımıza
laf mı attıralım?
Yazılarınızdaki incelik, hayattaki davranışlarınızda da
gözlenir mi? Bence, “Yazı ince bir zekanın ürünü olsun,
insanları etkilesin” diye çok uğraşıyorsunuz, çok da iyi
yapıyorsunuz. Gündelik hayatınızda da böyle bir özeniniz
var mı?
Yok. Doktor Jekyll’ım ben.
Gündelik hayatımda Mister Hyde
oluyorum. Hava kararınca
da, Karındeşen Jack’im. Delirtme
insanı Ayşe!
Siz bağırır çağırır mısınız kanalın ortasında? Azarlar mısınız
insanları?
Bağırırım. Örgü örelim diye maaş vermiyorlar bize, iş başarılı
olmalı. Mide kanaması geçiren mesai arkadaşım çok. Ama
bana kırgın veya küs olan mesai arkadaşım yok.
İnsanları utandırır mısınız? Siz ne zaman utanırsınız?
Yozlaşan toplumda, hala yüzü kızarabilen arkadaşları seçip,
çalışmayı yeğleriz biz. Mesai arkadaşı seçiminde böyle
tercihlerde bulunmasaydık, utanırdım.
“Keşke öyle yapmasaydım” der misiniz sık sık?
Hiç olmadı. Olursa, özür dilerim.
Herkesin hayatta kendini beğendirmeye çalıştığı bir esas
insan vardır. Sizin kim?
Çabalar nafi le. Busundur, beğenen beğenir, beğenmeyen
beğenmez.
Zaaflarınız neler?
İşimi iyi yapmaya gayret etmek zaafımdır benim. Yoruyor
insanı. Hayatından çalıyor.
Kendinizden memnun olmadığınız yanlar...
Gazeteci olmak istemezdim.
Dinç Bilgin’e ihanet ettiğinizi düşünüyor musunuz? Öyle
şeyler söyleniyor ortalıkta. O güya sizi okutmuş, eğitim
masraflarınızı yüklenmiş, ama siz o zayıf durumdayken
cezaevinden hastaneye çıktığında, fotoğraflarını
yayınlamışsınız. Doğru mu?
Babam, Dinç Bilgin’in yanında çalıştı, maaş aldı, o maaşla
okudum. Personeline hakkını veren işveren, kutsaldır bizim
aile için. Dinç Bilgin, Cem Uzan, Turgay Ciner patronlarımdı,
şimdi Aydın Doğan patronum. Patronlarım bana işimi
yapmam için maaş veriyor. Dinç Bilgin’in hastane fotoğrafı
haberdi, kullandım. Babam olsaydı, gene kullanırdım.
Sizi attırmak için uğraşmıyor mudur Başbakan?
Başbakan sever beni.
Tehlike var mı?
Var, hakikaten yırtılır çenen!
Bir İzmirli olarak, Sezen’in, “Evet” deme
hakkı olmadığını mı düşünüyorsunuz?
İzmirli değil, Kastamonulu da olsam,
Artvinli de olsam, “Evet” deme hakkı
olduğunu düşünüyorum. İzmirlilikle
alakalı bir mesele değil bu. Hasan
Mutlucan olma meselesi!
İzmir’e ihanet mi etti, yoksa “Evet”
oyunu ilan etmesi miydi kötü olan?
Güfteleri, besteleri ve sesi güçlü olduğu
için seviyoruz onu, güçlünün yanında yer
aldığı için değil!
Sezen’in neden böyle davrandığını
düşünüyorsunuz? Etkileniyor mu?
Kimlerden?
İşte o haddime değil, bilemem.
Sokağın tabelasının yere atılması ayıp
değil mi?
Öyle bir sokak ismi yok. Çakma. Var
diyen, çıkarıp belediye meclis kararını
göstersin.
Bence o iktidar yalakası olabilecek bir
kadın değil. Sizce öyle mi? O yüzden mi
“Evet” dedi? Ya da menfaat mi elde etmek
istedi?
İşte bu ayıp. Asla böyle bir düşünce içinde
olamaz. O kadar severim ki Sezen Aksu’yu,
kendisi hakkında bu tür düşüncelerin
oluşmasına sebep olduğu için çok
kızıyorum ona.
Annenizi bazen yazılarınıza
sokuşturuyorsunuz. Benim çok hoşuma
gidiyor. Onun da gidiyor mudur?
Hoş kadındır çünkü. Dünyada, yanağında
kaşıkçı elması gibi şark çıbanı taşıyan tek
Giritli, benim anamdır. Üşenmezsem
romanını yazacağım: Hanya’yı da Konya’yı
da gördü Nadide.
Karınız, herhangi bir yerde, “Ben Yılmaz
Özdil’in eşiyim” demiş midir?
Demez, “LeBron James’in eşiyim” der.
Şaka bir yana, asla bu tür şeyleri sevmez
Hülya.
Yılmaz Özdil’siniz diye indirim yapılsa,
kabul eder misiniz?
Etmem, hiç etmedim. Bazen istemediğim
halde yapıyorlar, teşekkür için çiçek miçek
gönderince daha pahalıya geliyor.
Ne kadar maçosunuz? “
Karıma yan bakana kafa atarım!”
demiştiniz...
Atarım. “Aman çok zarif beyefendi!” desinler diye, karımıza
laf mı attıralım?
Yazılarınızdaki incelik, hayattaki davranışlarınızda da
gözlenir mi? Bence, “Yazı ince bir zekanın ürünü olsun,
insanları etkilesin” diye çok uğraşıyorsunuz, çok da iyi
yapıyorsunuz. Gündelik hayatınızda da böyle bir özeniniz
var mı?
Yok. Doktor Jekyll’ım ben.
Gündelik hayatımda Mister Hyde
oluyorum. Hava kararınca
da, Karındeşen Jack’im. Delirtme
insanı Ayşe!
Siz bağırır çağırır mısınız kanalın ortasında? Azarlar mısınız
insanları?
Bağırırım. Örgü örelim diye maaş vermiyorlar bize, iş başarılı
olmalı. Mide kanaması geçiren mesai arkadaşım çok. Ama
bana kırgın veya küs olan mesai arkadaşım yok.
İnsanları utandırır mısınız? Siz ne zaman utanırsınız?
Yozlaşan toplumda, hala yüzü kızarabilen arkadaşları seçip,
çalışmayı yeğleriz biz. Mesai arkadaşı seçiminde böyle
tercihlerde bulunmasaydık, utanırdım.
“Keşke öyle yapmasaydım” der misiniz sık sık?
Hiç olmadı. Olursa, özür dilerim.
Herkesin hayatta kendini beğendirmeye çalıştığı bir esas
insan vardır. Sizin kim?
Çabalar nafi le. Busundur, beğenen beğenir, beğenmeyen
beğenmez.
Zaaflarınız neler?
İşimi iyi yapmaya gayret etmek zaafımdır benim. Yoruyor
insanı. Hayatından çalıyor.
Kendinizden memnun olmadığınız yanlar...
Gazeteci olmak istemezdim.
Dinç Bilgin’e ihanet ettiğinizi düşünüyor musunuz? Öyle
şeyler söyleniyor ortalıkta. O güya sizi okutmuş, eğitim
masraflarınızı yüklenmiş, ama siz o zayıf durumdayken
cezaevinden hastaneye çıktığında, fotoğraflarını
yayınlamışsınız. Doğru mu?
Babam, Dinç Bilgin’in yanında çalıştı, maaş aldı, o maaşla
okudum. Personeline hakkını veren işveren, kutsaldır bizim
aile için. Dinç Bilgin, Cem Uzan, Turgay Ciner patronlarımdı,
şimdi Aydın Doğan patronum. Patronlarım bana işimi
yapmam için maaş veriyor. Dinç Bilgin’in hastane fotoğrafı
haberdi, kullandım. Babam olsaydı, gene kullanırdım.
Sizi attırmak için uğraşmıyor mudur Başbakan?
Başbakan sever beni.
“Yok hayır, referandum
sonucu hayal kırıklığı olmadı.
Titanic filmi gibiydi benim için,
başlarken sonunu biliyordum
zaten. Neticede güvertedeki
zenginler kurtuldu,
ambardakiler, sizlere ömür!”
Deli misiniz, divane misiniz, size gelen
bütün mailleri yanıtlıyormuşsunuz...
Süs olsun diye koymuyorlar o mail
adreslerini. Yazar değilim, ‘okur-yazar’ım,
evet yanıtlıyorum. Bir sakıncası mı var?
Yoo da, nasıl vakit buluyorsunuz?
Cevaplamayanlar, vakit olmadığı için mi
cevaplamıyormuş?
İyi de gerekçesi nedir?
Merhaba diyene, merhaba demez misin?
Yüzünü mü çevirirsin? Okur, vakit
ayırmış, görüşünü iletmiş, en azından bir
teşekkür cevabı anormal mi?
Yok değil, şahane! Devleştiniz siz. Ve
aslında Bekir Coşkun’dan sonra, daha
da devleştiniz. Sizin, “Yok canım” diye
cevap vereceğinizi biliyorum ama ben
öyle görüyorum. Siz kendinizi nasıl
görüyorsunuz?
İyiyim Allah’a şükür, sağlığım yerinde...
Siz, ‘Beyaz Türkler’in mi temsilcisisiniz?
‘Beyaz Türk’ diye bir şey yok. Eğitimli,
seçkin halk çocukları var. Kendini ‘Beyaz
Türk’ zannedenler, sonradan para kazanıp,
golfe başlayanlar. Dünyadaki en iyi golfçü
de ‘zenci’ iyi mi!
O zaman Ege’de Trakya’da mahallede,
kahvede oturanların mı temsilcisisiniz?
Okeye dördüncü lazım olduğunda
çağırıyorlar, katılıyorum bazen aralarına!
Ben kendi temsilcim gibi de
hissediyorum sizi. “Yaşasın biri, geniş
kitlelere sesimi duyuruyor!” diyorum.
Buna ne diyeceksiniz?
Okey biliyor musun?
Referandumda beklentiniz neydi?
“Evet.”
Tarhan Erdem’in anketini gördüğünüzde,
inandınız mı, inanmadınız mı?
Ben daha çok Selçuk Erdem’i okuyorum!
Peki hayal kırıklığı ne ölçüde oldu?
Hayal kırıklığı yaşamadım, inan. Titanic
fi lmi gibiydi benim için, başlarken sonunu
biliyordum zaten. Neticede güvertedeki
zenginler kurtuldu, ambardakiler, sizlere
ömür!
Kendinizi yenilmiş gibi hissetmiyorsunuz
yani!
Bir reyim vardı, “Hayır” verdim, 1-0
galibim. Şu ana kadar beni yenebilen parti
olmadı!
“Biz”, azınlık mı olduk artık?
Din değiştirme maddesi yoktu
referandumda, dolayısıyla Lozan’a göre
hala azınlık değiliz Allah’a şükür! Sokma
akıllarına, onu da yaparlar!